Kalemin vaatlerine inanan yazar Nazlı Karabıyıkoğlu’nun üçüncü kitabı Hayvanların Tarafı ve onun yazarlığına dair bir değerlendirme...
Yazmak, netameli mesele malum. Sebat göstermezseniz, sırtından atıverir sizi. Hayal edelim ki, elimizdeki kalemin vaadi, uçan ata dönüşmek olsun. Biz ona sıkı sıkı sarılırsak, koşacak koşacak, birden yükselecek göğe. Biz de onun sırtından bakacağız hayata, dünyaya ya da ne derseniz deyin… Sırtında olduğunuz kalem nam at, isterseniz bulutların üstüne çıkar da periler diyarında gezdirir sizi; isterseniz büyüteç olur, yaranın yara olmasına bakar derinden derinden. Siz ne isterseniz onu yaptırır size yani. Yeter ki, kaleminizi sıkı tutun. Anne gücüyle sahip çıkın ona. Huysuzluklarına sabır gösterin, şımarıklıklarına çaktırmadan gülün, inadına boyun eğin ama günün sonunda onsuz olmayacağını göstermeden uyumayın.
Böyle reçete verir gibi oldu ama izah edeceğim ne demek istediğimi. Nazlı Karabıyıkoğlu diyeceğim. Üçüncü kitabı çıktı Nazlı’nın. Üçüncü kitap, üçüncü adım demektir ve Nazlı bu uzun koşuda, İskele’ye ilk adımını attı, yola çıktı; Olivya Çıkmazı’na girdi ama son adımını, Hayvanların Tarafı’na öyle sağlam attı ki, diğer ayağının bir daha toprağa değmeye niyeti yok gibi görünüyor. Yukarıda söylediğim gibi, kaleminin vaatlerine inanan yazarlar bu sıçramayı yapar ancak. Nazlı Karabıyıkoğlu da öyle. Küstahlık gibi olmazsa, Hayvanların Tarafı Nazlı Karabıyıkoğlu’nun kuşkusuz ki en iyi metni, demeye cüret edeceğim. Olması gereken bu, zaten. Bir yazar, bir önceki metninden daha iyisini yazmak ister; yazmaya karşı sorumluluğu da bu olmalıdır. Nazlı da bu sorumluluğu başarıyla yerine getirmiş.
Neydi Nazlı’nın sorumluluğu? “Hayvanların tarafı” ne demekti? Kapağına bakalım. Hardal rengi bir zemin üzerinde, fırça kullanmada başarısız biri tarafından yazılmış gibi duran, “Hayvanların Tarafı” yazısı, duvar yazısını andırıyor. Anlatmak istediği bir şey var, demek ki metne dair. Yazı karakterlerinin kahverengiye çalan tonu, kurumuş kan izlenimi mi veriyor? Olabilir. Çünkü resimde, kolları arkadan sıkı sıkı bağlanmış, etrafını çiçekler ve hayvanlar sarmış bir kadın resmi var. İnsan eli değiyor hayvanlara. İyi niyetli gibi görünmüyorlar. Arka kapak yazısına bakıyorum: “Zorbalığının şah damarından / Öpecek geyik seni.” Evet o eller… Hiç tekin değiller.
İnsanı tedirgin eden bir yavaşlıkla başlıyor metin. Kadının “saçları kırbaç gibi şakladı sırtında”, öyle sessiz ortalık. At çiftliğindeyiz. Derebeyi çıktı geldi. Hayvanların tarafında değiliz henüz ama kadının tarafında olduğumuz kesin. Geçmişinden kaçmış kadın. Elindeki dövizi fırlatıp, vurulan çocuğun yanına, oradan Derebeyi’nin çiftliğine koşmuş; durmadan durmadan koşmuş ve koşuyor bu kadın; yavaşlık yalnız hareketle ilgili bir mesele mi sahi? İnandıklarından mı vazgeçmiş yoksa bu kadın? Derebeyi’nin yanında işi ne? Atlar olmasa, geyiğin kafasını doldurup kapının üstüne asan bu adamın yanında durur muydu yine de? Belki de, o kurşunu yakalamaktır niyeti kadının, o kurşunu havada yakalayıp…
“Korku yalnızı” Derebeyi… Kesik başın iskeleti fısıldıyor ona sonunu, cehennemini, lanetini. Derebeyi bu. Güç demek. Kesik başın sonu bir kez daha kesilmekmiş meğer. Korku insana neler yaptırır. Oysa Seyis, bırakmış kendini “geyiğin bildiğine, atın gittiğine…” Reyhan öyle değil ama. Çiftlikte üç kişi. Derebeyi, Seyis ve Reyhan. Adı var onun, adı Reyhan. Kızına pişi yapacak. Derebeyi’nin ıslak arzularının kurbanı olmaktan bıkkın. “Derebeyi’nden kurtulmak” adlı bir derdi var. Kızına gidecek çünkü.
“Kısrağa saplanmadan kurşuna başını uzatan kadının hayvanların tarafına geçtiği” diye tanımlarım ben “At Başı Ölüm” başlıklı bölümü. “Karıncanın su içtiği” gibi, bir sahneyi resimleme ifadesidir bu yarım cümle. “At Başı Ölüm” tam da öyle bir sahnenin, hikâyesi değil, apaçık resmidir. Masalsı bir resimdir üstelik. Metnin şaha kalktığı bölümler bunlar. Ardından gelen “Boş Orman”la artık hayvanların tarafındayız. Tüm varlığıyla o tarafa geçmek isteyen kadının arzusunu duyuruyor Nazlı. Diyor ki, “Tüm uzuvlarıyla bedenini, yetmez, göğsünün içinden kalbini, yetmez, kalbinin içinden ruhunu, yetmez, ruhunun içinden damıtılmış zihnini doğaya adayan insan biriciktir.” Bunlar, yazarın kalemine, zekâsına şapka çıkardığım bölümler. Bir tür buhran haliyle yazılmış gibi coşkulu, mistik, gizemli, tekinsiz bir anlatı. Baş döndürücü. Büyüsünü kaçırmaktan ödüm kopuyor, erken susuyorum o yüzden.
Hayvanların tarafına geçmeyi arzulamak, buna mecbur olmak diyeceğim ama bir değerden söz ettiğimi düşündürmek istemem. Varoluşundan memnun olamama hali, diyeceğim. Hatanın kaynağı öyle derinde ki, İyonlar’a kadar gidebiliriz, isterseniz ya da onlardan da öncesine gidelim. Hah buldum, insanların olmadığı tarafa gidelim haydi, hayvanların tarafına. Büyük yaradan önceki zamanlara gidelim. Olmadığımız, olamayacağımız zamanların tek ihtimalli bin bir imkânının içine girelim. İkinci bölüme geçelim ve düğüm çözülsün. Eğer ortada bir düğüm varsa…
“Gece yarısı öyküler fısıldanır çitle çevirili köşelerden; kırmızı çatıların müdavimi iki baykuş, öyküleri yakalayıp kitaba evirir. Ötüp de anlatmaya kalmadan, bir doğan hızını alamayıp gagalarından kapar kitabı, dağın zirvesinde paramparça eder. Çiftlik, anlatılmayı sevmez. Fısıldamam, kitaba varmadan parçalanmaya olabildiğince geç varma çabamdan.” Ben, diyor anlatıcı, bu elinde tuttuğunuz kitabı ben fısıldadım. Kaleminin terkisine atlamış yazar, şehre iniyor. Kuşlarla hemhal oluyor: “Yokuştan koşarak indim. Ben koşarken yakamdan tutup ayaklarımı yerden kesen kim?” diye soruyor. Oysa en az bizim kadar biliyor o da cevabı. Tek ihtimalli bin bir imkândan birinin içinden bakarak.
Peki, diyoruz aklımızda o soru, peki hayvanların tarafına geçen kadına ne oldu? Acelesi yok Nazlı’nın ama merakımızı da çok uzatmıyor. Modern zamanların masal kahramanı nasıl olur sizce, diye soruyor bize. Kendi önerisini getiriyor. Adını da “Nathalie” koyuyor. Kurmacanın içindeki kurmaca gerçekliği ile bizatihi kurmacayı büküyor Nazlı ve hayvanların tarafına geçen kadına ne olduğunu açıklıyor. Boynuna kement geçirilen yalnızca Nathalie olsaydı keşke, demeden edemiyoruz burada; öyle sarsıcı. Ama Nazlı uyarıyor bizi sonraki bölümde: “Dünya çıplak, yürek çıplak, insan aklını yitirdiğince çırılçıplaktı.” Bir ihtimal olduğunu söylüyor, bu dünyadan kurtulmak için bir ihtimal var eğer isterseniz ve cesaretiniz varsa, imkânlardan imkân beğenirsiniz. İşte size davetiye. İşte size rehber. İşte size yol arkadaşı, diyor.
Konya’ya çeviriyor Nazlı, kaleminin dizginlerini. Arınmak için, mağfiret dilenmek için yeteri kadar günahsız olup olmadığımızı soruyor. Oradan bir imkân daha türetiyor. Haydi diyor, Kars’a gidelim. Gülperi’yi bulalım. Gülperi de nereden çıktı demeyin, Gülperi hep bizimleydi aslında. Gülperi olmasaydı belki bu metin de olmayacaktı. 'Belki'si fazla belki. İnsan, kaçabilir evet. Kaçar kaçar da, kaçabileceği en uzak köy, çocukluğudur. Dedesinden dinlediği bir masaldır ya da. O masalın avuntusunun peşine düşmek, dedenin bıyıklarına tutunup uykunun bulutlarına düşüvermektir ya kaçmanın vaadi, Hayvanların Tarafı, o vaadin peşi sıra dolaşıyor kelimelerin arasında. Ne ki, artık büyüklere masal anlatacak kadar çocuk. Yetişkinliğinin açtığı gözlerini kaçıramıyor gerçekten. Kaçırsa kaçırsa hayvanların tarafına geçme vizesi çıkartacak kadar kaçırabiliyor, Gülperi’ye varamıyor. Bir sığınma imkânı daha var, diyebiliyor ama çocukluğundaki gibi değil işte. Gülperi’nin mis kokusuyla ciğerlerini doldurabilecek kadar değil. Ne yapsa o kadar açamıyor burun deliklerini. Yazmasa çıldıracakmış ama, ondan eminiz.
Tam da bu sebepten, arka kapakta yazdığı gibi bu metinlerin roman mı hikâye mi olduğuyla ilgilenmiyor, Nazlı Karabıyıkoğlu. Onunla tek başına ilgilenmesi de gerekmiyor. Bu yazılanlar, öyle kuvvetli ki, eskiden postmodern oyunlarda gördüğümüz, “değişik şekillerde birleştirilince değişik anlatılar çıkabilir” klişesini klişe olmaktan çıkarıyor. Hayvanların Tarafı’ndaki metinlerin sıralanışı başka biçimlerde denense, nasıl olur acaba, diye düşündüm. Sahiden de farklı bir yapı, farklı bir metin ortaya çıkarabilir. Birkaç biçimi denenebilir bunun hatta. Bu da öyle bir öneri olarak dursun bir kenarda.
Hayvanların Tarafı’nı, okuyunuz, kaçma arzunuz varsa…
Eserleri kullanılan sanatçılar: Andrea Tavolaro, Elicia Edijanto.