M. Bilgin Saydam ve Hakan Kızıltan’ın yayına hazırladığı, tıp ve felsefe arasındaki bağları ve konu üzerine tartışmaları ortaya koydukları Hekimin Filozof Hâli – 1 hakkında bir yazı.
Eski zamanlarda her hekim filozoftu. Adıyla andığımız yemindeki Hippokrates mesela hekim-filozofların en büyüklerindendi. Ne zaman uzmanlaşma başladı büyü bozuldu; hekim ve filozof ayrı düştü. Oysa yaşatma, şifa verme ve kişiyi iyileştirme sanatı ve alanı olan tıbbın felsefeyle ilişkisi hep hatırlanmalı, akılda tutulmalı.
M. Bilgin Saydam ve Hakan Kızıltan, yayına hazırladığı Hekimin Filozof Hâli’nde söz konusu ilişkiyi anımsatıyor. Doktorların hayatla ve ölümle yüzleştiğini, insan olmanın ve hayatın anlamını her an duyumsadığını hatırlatarak felsefe-tıp ilintisine atıf yapanların metinleriyle buluşturuyor okuru.
“Tıp Felsefenin Kardeşidir”
Hekim dediğimizde, insan-yaşam-dünya gibi çok önemli bir bağlantıya işaret ediyoruz aslında. Bu da doğal olarak hem bizi hem de hekimleri felsefeyle yan yana getiriyor. Dolayısıyla böyle bir disiplin bulunmamasına rağmen, gayrı resmî biçimde tıp felsefesine doğru götürüyor bizi bu durum.
Saydam ve Kızıltan, işte bu noktaya gönderme yaparak yayına hazırlamış Hekimin Filozof Hâli’ni. Hippokrates’ten İbn Sina’ya, oradan da Farabi’ye uzanan ve şimdiye varan bir çaba bu. Saydam, kitap için kaleme aldığı önsözde önemli bir konuya dikkat çekerek tıp-felsefe ilişkisini ortaya koyuyor.
“Tıp-felsefe ilişkisinde bir önemli püf noktası şu: Tıp, diğer tüm bilim ve teknoloji uygulamalarında olduğu gibi ideolojik yaklaşımlardan kaçamıyor. Hekimler de her hamlelerinde kendi –bireysel ve ortak– mitleriyle insana ve dünyaya, yaşama bakıyor. Oysa felsefe şu imkânsızı çığırıyor: Hiçbir yerden bakmamak! Gerçek bir ‘imkânsız’ bu. Yani bütünüyle kuşkuda olmak, bilinmezliği kutsayarak bilgiyi/hikmeti aramak. Felsefenin şiarı, tüm ‘kutsal’ı, yani dokunulmaz’ı, ‘a priori’yi reddetmek ama bu puslu ‘kutsal’ [sic] onun varoluş nedeni: ‘Sıfır’ı, yani referanssızlığı esas almak. Elbette ki bu imkânsız bir duruş ve bakış, ama kuşkunun sarsıcı esrikliğinde, zaman zaman yaklaşabildiğimiz bir ‘imkânsız.’ Bu savı felsefî açılımlarda göz önünde tutalım; zira ‘felsefe’ diye bildiğimiz pek çok zihinsel faaliyet, maalesef ‘kapalı felsefe’, ‘yalancı felsefe’ örnekleri: Bir sistematolojinin kendisi hakkında hiç kuşkulanmadan, ‘sıfır’ın referanssızlığında hiç ürpermeden sürdürülen, o ‘kapalı mit’in içini dolduran yapıların ve dinamiklerin birbirine olabildiğince sorunsuz ulanmasından ibaret.”
“Tıp felsefenin kardeşidir” diyen Tertullianus’u anan Saydam, hem tıbbın hem de felsefenin yaşama nasıl dokunduğunu, alanında uzman isimlerle birlikte anlatıyor. Başka bir deyişle hekimin zihninin ve elinin yaşamı nasıl değiştirebildiğini ortaya koyuyorlar. Bu noktada Saydam’ın düştüğü not önemli: “Tıp felsefesi hekimi tedavi teknisyeni olmaktan kurtaracak; kendini ve mesleğini sorgulaması yaratıcılığını canlı tutacak, önünde yeni ufuklar açacaktır.”
Saffet Murat Tuna ise felsefe-tıp ilişkisini hayatî bir noktaya taşıyor: “Ölümle, zamanlılıkla, nihilizmle, anlamsızlıkla köklü bir mücadele olarak tıp, felsefenin bir uç karakolu olabilir yalnızca.”
“Tıp, Felsefenin Somutta Vücut Bulmasıdır”
Tıp ve felsefe deyince geçmiş ve bugün birbirine bağlanıyor; işin içine etik giriyor, yaşam ve ölüm dâhil oluyor. Ardından, güncel tartışmalar genetik, psikoterapiye ve psikanalize dair açılımlar giriyor. Yabancılaşma ve şiddet sorunları da cabası. Hâl böyle olunca yaşam ve ölüm sınırındaki insana el uzatan hekimin dünyaya bakışını, hayatı yorumlayışını anlatıyor konunun uzmanları. Ayrıca ölüm-yaşam diyalektiğine bakışta hekimin ve filozofun ortak noktaları bulunduğunu da…
Saydam, tıp ve felsefe yakınlığına ilişkin yorumuyla geçmiş ve şimdi arasında bir bağ kurarak kitabın özüne dokunuyor: “Tıp hakkında düşüneceksek eğer, her düşünce kırıntısı bazen yakarcasına, bazen okşarcasına yaşama değer. Tıp, felsefenin izdüşümü, somutta vücut bulmasıdır. Filozofun kavramsallaştırdığını, –en uç noktalarda– hekim deneyimler; onun mutlak sorunsallarını yaşa(ntıla)r. Yaşamın tazeliğinde varlığın ve tamlığın yeşerdiğini, zamanın canlıları tükettiğini ve ölüme götürdüğünü görür; her iki yöne doğru da hastalarının var oluş serüvenini etkileyebileceğinin farkındalığıyla yüklü ve yükümlüdür.”
Benzer hayatî bir yoruma da Hakan Kızıltan’ın Rainer Brömer’le birlikte kaleme aldığı metinde rastlıyoruz: “Tıp felsefesi bağlamında bir hekimden filozof olması beklenmiyor elbette; Kant’ı, Hegel’i vb. derinliğine bilmesi de şart değil. Ancak felsefi bir duyarlığın hekimi (ve hekim adayını) daha yaratıcı bir hekime, tıbbı da daha yaratıcı, gelişime açık, bütünlüklü ve kapsayıcı bir disipline dönüştürebileceği öngörülüyor.”