Emrah Polat'ın ilk olarak 2013 yılında yayımladığı Yüzler isimli romanı geçtiğimiz günlerde yazar tarafından yenilenerek yeniden yayımlandı. Okuyana “cümle hal, insan halidir” dedirtecek Yüzler üzerine bir inceleme yazısı.
Emrah Polat’ın Yüzler isimli romanı 2013 yılında yayımlandığında okumuş, günlük yaşamımda uzun bir süre romanın satırlarına gidip gelmiştim. Buna çok şaşırdığımı hatırlıyorum. Romanı okurken ikiyüzlülüğün yaşamımızın içine bu kadar nüfuz ettiğini fark etmemiş, beğeni ile okuduğum bir roman olarak kitabı rafa koyduktan sonra, derinliğini yaşamın içinde bizzat deneyimleyerek kavrayabilmiştim.
Yüzler, yazarı tarafından ciddi bir değişimden geçerek İletişim Yayınları’nda yeniden yayımlandı. Hem roman genelinde nelerin değişmiş olabileceği hem de günlük yaşamla bu kadar bağ kurduğum kitabın içinde geçenleri tekrar hatırlamak ihtiyacı ile romanı tekrar okudum. Etki ve sarsıntısı bu defa daha şiddetli oldu. Yapılan değişiklikler gerçekten romanı daha öteye taşımış. Ancak bu okuyuşumda daha farklı etkilenmemde sadece bu değişikliklerin etkisi yoktu. İyi kitapların ilk okuyuşta okura kendini tamamen ele vermediğine, zaman içinde farklı okumalar ve farklı bakış açıları ile okura farklı yönlerini, farklı katmanlarını gösterdiğine inanırım. Yüzler değişirken, okurları da değişti elbet. Romanın yeni hali, okurları ile yeni bir buluşma vadediyor.
“Hepimiz en az iki yüzlüyüz!”
Kitabın başında bomboş bir sayfanın ortasında bu cümle yer alıyor. Ne ile karşılaşacağınızı haber veren bir giriş. Peki kaç okur üzerine alınır bu cümleyi? Bence hiç kimse. İnsan doğası, tüm olumsuzlukları, hata ve yanlışları karşısındakine yükleme eğiliminde bir varlık. Ya kahramanızdır ya mağdur; başarısızlık ve sıkıntılarımızın temelinde kendimizden çok başkalarının yapıp ettiklerinin etkisi vardır. Bu yüzden kendimizden çok başkalarını eleştirmek ve değiştirmek üzerine sürer gider yaşam mücadelesi. Çoğumuz olası değişimin ancak kendimizi değiştirerek olabileceğini ya çok geç yaşlarda fark ederiz ya da hiç fark etmeyiz…
Roman, üç ana karakterin isimleri ile üç ana bölümde sunuluyor: Nazım, Arif ve Orhan. Karakter özellikleri ile aslında birbirine uzak, pek de bir araya gelme ihtimali olmayan bu üç insan hayatın garip rastlantıları sonucu arkadaş olurlar ve üçünün bir araya geldiği bir gün hayatlarının en büyük deneyimini yaşarlar.
Nazım, babası henüz daha o doğmadan 12 Eylül’ün pençesinden kaçabilmek için yurt dışına gitmiş, babasız büyümüş, annesinin sağlayabildiği kaynaklarla yetişip ayakta kalmaya çalışan bir gençtir. Arif, eski solculardan, bugünün zengin iş adamıdır. Nazım, Arif’in sahibi olduğu şirkette işe girer, Nazım ve Arif böyle tanışırlar. Orhan ise eğitimini tamamlayamamış, restoranlarda garson olarak çalışan, ne zaman ne yapacağı belli olmayan, bir parça dengesiz bir adamdır. Arif, 12 Eylül döneminde sol faaliyetlerden hapse girdiğinde Orhan ile tanışır. Orhan da farklı bir nedenle aynı dönemde hapistedir. Bir akşam Arif, Nazım’ı Orhan’ın çalıştığı bir restorana yemeğe götürür. Roman üçünü buluşturan bu geceyi anlatır.
Yüzler, kısa bir roman olmasına rağmen, çok sayıda karakteri ve çok sayıda olayı içeren bir kurgu oluşturmayı başarmış. Mekan ve karakter tasvirleri, anlatımı tüm canlılığı ile gözümüzde canlandırır. Anlatıcının elinde sanki bir kamera vardır; üç arkadaşın sohbetleri boyunca kamera üçünün geçmişlerine gider gelir. Roman bu şekilde ilmik ilmik örülerek ilerler. Yaşananlar ilgi çekicidir, ancak okura hiç de yabancı gelmeyecek olaylardır. Romanda geçen her karakter bir başkasına karşı mahcup ya da suçlu duruma düşecek davranışlarda bulunur. Kimi zaman bu bir sözcükten ibarettir, kimi zaman yıllara yayılır. Ama her davranışın bir gerekçesi vardır. Okur, hiçbir karakteri tam olarak yargılayamaz. Tam yargılayacağı sırada, yapılanları bağışlatacak durumlar ortaya çıkar. Yaşananlara anlayış gösteririz, çünkü benzer deneyimlerden bizler de geçmişizdir.
Arif’in 20’li yaşlarında, üzerinde siyasi sloganlar olan çıkartmaları binalara, apartmanların posta kutularına yapıştırdığı zamanlarda bir apartman görevlisine yakalanıp, onunla yaptığı diyaloglar var mesela. Hiç hoş olmayan diyaloglar; Arif ve apartman görevlisi çıkartmalar nedeni ile kavga eder. Arif’e göre; yaptığı eylem apartman görevlisi içindir, onun gibi emekçilerin hakkını korumak için. Apartman görevlisi için ise, kendini bilmez bir delikanlının apartmanı kirletmesi ve muhtemelen bunun için yöneticiden yiyeceği azardan ibaret bir durumdur yaşanan. Diyaloglar gibi olay da hoş olmayan biçimde sonlanır.
Başka bir olayda Arif bir bakanlık ihalesine girer. İhaleyi kaybeder. Yaşanan süreç hepimizin az çok bildiği, bütün yanlışları ile kabullenilen, rüşvetin ve yolsuzluğun meşru görüldüğü bir olaylar dizisidir.
Yaşam böyle şeylerle doludur. Roman da… Yüzler, kamerasını herkesin yaşamına çevirir, sonra bizi karşısına alır, tek tek izletir; bizi bize anlatır. Herkes haklıdır, ve aslında herkes haksız… Herkes mağdurdur, ve aslında herkes fail… Sistem bunlardan beslenerek sürer gider.
Roman, öyle bir sona bağlanır ki, roman kahramanları da okur da bir anda gerçeklerle yüzleşir. İyi bir tokat… Samimiyetsizliğin, bencilliğin, günü kurtarmanın nasıl da bulaşıcı olduğunun farkına varılır. Kimsenin kimseye bir şey söyleyebilecek yüzü yoktur, “Hepimiz en az iki yüzlüyüz!”dür çünkü…
Emrah Polat, kitabın sonuna yeni versiyon için kısa bir açıklama eklemiş ve bu açıklamada kitabın eril dilinden dolayı okurlardan anlayış rica etmiş. Maalesef edebiyatımız eril dilin hâkim olduğu bir edebiyat. Toplumu olduğu kadar edebiyatımızı da erkek egemen bir anlayış şekillendiriyor. Böyle düşünen bir okur olarak Yüzler’in hâkim dilini ve genel anlatımı eril bulmadığımı belirtmeliyim. Yazar, bu konudaki duyarlılığını kitaba yansıtabilmiş bence. Kitapta geçen olaylar ve diyaloglar, eril dilin hâkim olduğu bir toplum anlatılırken elbette romana da bu şekilde yansıtılacaktı. Özellikle bu roman için başka türlüsünün mümkün olamayacağını düşünüyorum. Aksi durumda roman başka bir anlatıma dönüşürdü, başka bir roman olurdu.
Yüzler, Emrah Polat’ın diğer romanları gibi, mekânı Ankara olan bir roman. Ankara’yı ancak Ankara’da yaşayanlar anlar ve bilir; ne nefret edebilirsiniz ne sevebilirsiniz, hem öğrenci şehridir hem memur. Memur ve bürokratları gibi asıktır Ankara’nın yüzü, bu yüzden size gülümseyen yüzleri asla unutamazsınız. Bu bağlamda, Ankara’nın ruhunu da kurguda harmanlayan iyi bir Ankara romanı olmuş Yüzler.
Romanı bitirdikten sonra, yine ilk okuduğum zamanki durumu yaşadım; günlük yaşamda sık sık Yüzler’i hatırlıyorum şimdi. Gazete haberleri, televizyonlar, katıldığımız etkinlikler, sokakta karşılaştığımız olaylar, gün boyu çevremizle ve kendimizle yaptığımız konuşmalar, hepsi Yüzler’i hatırlatıyor.
Görseller: Maxwell Perone ve Guim Tió Zarraluki