Sinema ve edebiyat arasında salınan ama merkezinde yine 'hikâye' olan bir deneme.
Hikâyeler evrenseldir. Konular hep birbirine benzer. Yoksa Daniel Mantovani adında, Nobel Ödülü’nü kazanmasını kariyerinin bitişi olarak gören ve bu düşüncesini de kurulun önünde fiyakalı bir konuşmayla açıklayan Arjantinli bir yazar yoktur. Ama bunun önemi de yoktur!
Bir sanatçı dili işleyişi, hikâyesini kurgulayışı ve karakterlerini resmedişiyle bizlere bir şey anlatmak ister. Ve bunu yaparken yolu sık sık - bazen bilinçli, bazen değil- benzerleriyle kesişir. Anlatılan şey her ne kadar kurmaca da olsa gerçeklerden yola çıkmıştır. Bu kurmaca iyi bir sanatçının elinde hayat bulduğunda artık o da bir gerçeğe dönüşür. Tarihin tekerrürden ibaret olması gibi hikâyeler de evrende daireler halinde hareket eder; roman karakterleri ve film sahneleri başka bir yere, başka bir döneme ait olarak yine karşımızda çıkıverirler.
Gaston Duprat’ın yönettiği 2016 yapımı Saygın Vatandaş adlı filmde yıllardır görmediği memleketi Salas’a dönen ünlü yazar Daniel Mantovani’yi (Oscar Martinez) otelde işsiz bir adam ziyaret eder. Adamın yanında engelli çocuğu da vardır. Çocuğun yeni bir sandalyeye ihtiyaç duyduğunu söyleyen baba bunun için Mantovani’den maddi yardım talep etmeye gelmiştir. Fakat ummadığı bir dirençle karşılaşır. Burada adamcağız sürekli “Efendim, evet efendim,” diyerek alttan alsa da ünlü yazarın kararı değişmez; sonuçta, onun da kendine göre ilkeleri vardır! Mantovani’yi ikna edemeyince yaşlı adam son bir eşitleme çabasıyla atılır: “Lütfen efendim, hepimiz Salaslıyız!’”
Bu sahne bize Kış Uykusu’nun Hamdi Hocasını (Serhat Kılıç ) hatırlatır! Hamdi de yine bir çocuk için ricacı olarak gelmiştir otel sahibi, kibirli Aydın Bey’in (Haluk Bilginer) yanına. Bu sahnede, ayağına eğreti bir şekilde geçirdiği kadın terlikleri ve ikram edilen kurabiyeyi parmak uçlarıyla tutuşuyla Hamdi ve onun karşısında kaykılarak oturan Aydın Bey arasında çizilen alt-üst ilişkisi çarpıcıdır. Aslında Hamdi de bir bireydir, kendi evreninde bir rolü, bir görevi vardır ama bu sahnede ezildikçe ezilir ve giderek ufalır. Şimdi, tarihin bu noktasında, o da bir Salaslıdır!
Hiç şaşmaz: İnsana eğilen yapıtların temaları mutlaka bir yerde kesişir. Farklı dönemleri, farklı dertleri de anlatsalar özünde hep yaşamı işlemeleridir bunu sebebi. Kuşkusuz bu hem sanatçılar hem de biz izleyiciler/okuyucular açısından bir zenginliktir.
Saygın Vatandaş’taki metinlerarasılık / filmlerarasılık çağrışımları bununla da kalmaz. Ünlü yazar yıllar önce Salas’tan ayrılırken arkasında yarım bir aşk bırakmıştır, bir kırık sevda. Daniel’in gençlik aşkı İrene Salas’ta kalmıştır, hatta onun eski bir arkadaşıyla evlenmiştir. İrene şimdi mutludur ama yıllar önce yaşadığı ilişkiyi unutması da pek kolay olmamıştır. Daniel’in dönüşü onu yine geçmişe, geçmişteki kendisiyle bir hesaplaşmaya götürmektedir. Bu sahneyi izleyenlerin de Semih Kaplanoğlu’nun Yumurta’sını hatırlaması kaçınılmazdır: Yusuf (Nejat İşler) annesinin ölümü üzerine yıllardır görmediği memleketi Tire’ye gelmiştir. Eski sevgilisi, uğruna şiirler yazdığı Gül (Gülçin Santırcıoğlu) hala oradadır ve, evet, Gül de İrene gibi öğretmendir! Her iki filmde de çiftler bir yerde karşılıklı otururlar ve eski günlerden bahsederler- burada vücut dilleri huzursuzluklarını ele verir. Yusuf ve Gül (tıpkı Daniel ve İrene gibi) artık birbirlerine iki yabancıdırlar; ortak geçmişe, birlikte geçirdikleri günlere dair hatırladıkları bile taban tabana zıttır.
-Hatırlıyor musun? Tire’den başka bir yerde yaşayamam derdin…”
-Öyle mi? Ben Tire’den nefret ederdim, Gül!
Evet, hikayeler hep birbirine benzer. Konular evrenseldir. Bir çok insani mesele- bu yazıda ele alınan mikro iktidar dayatmaları, bellekteki kırık hatıralar vs.- her zaman sanatın konusu olmuştur. Sanat eserleri sayesinde yaşam döngüsüne yeniden tanık olmak insanın iç dünyasını besler, zenginleştirir.
Kısaca söylemek gerekirse, sanat bize şunu hatırlatır: Aslında hepimiz, hayatımızın bir yerinde, biraz Tireliyizdir, biraz Salaslıyızdır.