Çocuklara, gençlere ve yetişkinlere yönelik kitaplar kaleme alan, üretken yazar Ayşe Yamaç ile şiire, öyküye, romana ve yazın dünyasına dair konuştuk.
Ayşe Yamaç, çeyrek yüzyıla yakın süredir ağırlıklı olarak çocuklara, gençlere öyküler, romanlar, şiirler yazıyor. 72 kitabı yayımlanan; kimi yapıtları Almanca ve Azerice dillerine çevrilen, öyküleri, şiirleri ve denemeleri sanat ve yazın dergilerinde yayımlanan; yurt içi ve yurt dışında onlarca söyleşi yapan, yapıtları başta “2003 Bu Yayınevi Fantastik Öykü Yarışması İkincilik Ödülü”, “2015 Eskişehir-Emirdağlılar Dayanışma Derneği Onur Ödülü (Mihrican Vurgunu romanı ile)” ve “2006 Eskişehir Sanat Derneği Çocuk Edebiyatı Ödülü” olmak üzere sayısız ödüle değer bulunan; Eskişehir kültür yaşamına verdiği katkılardan dolayı “Eskişehir Kent Belleği Müzesi”nde yeri olan, hakkında yapıtları bağlamında “Değerler Eğitimi” konusunda lisansüstü akademik çalışma yapılan Ayşe Yamaç ile kitapları ve yazın yolculuğu üzerinde söyleştik.
Sevgili Ayşe Yamaç, ağırlıklı olarak çocuklar ve gençler için yazıyorsunuz. Yapıtlarınız “Değerler Eğitimi” üzerinde lisansüstü akademik bir çalışmaya konu oldu. Roman, öykü, şiir yanında deneme çalışmalarınız da bulunmakta –dahası bu dalda “2017 Vedat Günyol Deneme Yarışması”nda bir de ödülünüz var. Kimi öykülerinizle seçkilere girdiniz, sayısız ödüller aldınız. Özellikle vurgulamalıyım ki, çocuk ve gençlik yazını alanında ayırt edilebilir ölçekte çok üretken bir yazarımızsınız. Yazarlık yaşamınızın dönüm noktalarını bizimle paylaşır mısınız?
Çocukluğumdan beri okumak ve yazmak neredeyse yaşam biçimim oldu. İlk ödülümü de dokuz yaşında kendi yazdığım bir şiirle almıştım. Çocuk aklımla, çocukça duygu ve düşüncelerimi anlatan, denizi hiç görmediğim hâlde, okuduklarımdan etkilenerek, denizle gökyüzünün kardeş maviliğini anlattığım bir şiirdi. Ondan sonra da ne okumayı ne de yazmayı bıraktım. Kuşkusuz, o yıllarda yazdıklarım beni yazar yapmadı. Yazdım, sildim, attım, beğenmedim ama yazmayı hep sürdürdüm. Otuz yedi yaşıma kadar yazdıklarımın olgunlaşmasını bekledim. İlk kitaplarım da yetişkinlere yönelik şiir kitaplarıydı. Yazın dergileri yazarlığın mutfağıdır. O yıllarda dergilerdeki yarışmalara yetişkin öykülerimi yolluyordum. Her gönderdiğim öykünün mansiyondan birinciliğe kadar çeşitli ödüller alması, yazma konusunda beni biraz daha yüreklendirdi. Dağarcığımda, öğretmenlik yaptığım yıllarda öğrencilerim için yazdığım çok sayıda masalımsı (fantastik) çocuk öyküsü vardı. Onların bir bölümünü de Bir Çocuğun Düşleri adıyla yayımladım. Diyarbakır, Afyon, Samsun ve Kars’ın köylerinde çalışırken, yazdıklarımı bilgisayara geçirip bastırarak bir yayınevine yollama olanağım yoktu. O zamanlar bilgisayar da bunca yaygın ve işlevsel değildi zaten. Eskişehir’de çalışırken, dağarcığımdaki çocuk öykü ve roman dosyalarını, okuduğum bir çocuk kitabında gördüğüm adrese, Yuva Yayınlarına gönderdim. Dosyaları göndermek için telefon ettiğimde, ekonomik sıkıntıları olduğunu, dosyalarımı basamayacaklarını ama inceleyebileceklerini söylemişlerdi. Konuşmanın üstünden bir hafta geçmeden, dosyaları çok beğendiklerini, hemen basmak istediklerini söyleyip bana sözleşmeleri yolladılar. Sonrasında da Bu Yayınevi’ne yolladığım İncili Kavak adlı dosyamla ikincilik ödülünü de alınca, yazın yolculuğum çocuk ve gençlik yazını üzerinde yoğunlaştı. Bu arada, çoğu ödüllü öykülerden oluşan Yaşamı Kırk Beş Geçe adlı yetişkin öykü kitabım Ceylan Yayınlarından, Hüzünden Kelepçeler adlı romanım da Anfora’dan çıktı ama asıl alanım çocuk ve gençlik yazını olduğu için, yetişkinlere yönelik dosyalarım hobi olarak kaldı.
Şiire, yetişkinlere yönelik Yaşamı Sorgulamak (1997) adlı kitabınızla başlamışsınız. Bunun dışında Bir Işıktan Bin Işığa (1998), Dokunduğum Yaralar (2011) adlı yayımlanmış şiir kitaplarınız var yine yetişkinlere. Dokunduğum Yaralar adlı şiir kitabınızda (2011); yazdıklarınızı “şiirimsi” diye nitelemiş, öte yandan bu ürünlerinizden kimilerinin ödül aldığını (Örneğin, “2005 Eskişehir Sanat Derneği Şiir Yarışması, Üçüncülük Ödülü” gibi) düşmüşsünüz adıma imzaladığınız ilk sayfaya. “nerede bir dal kırılsa/ bir kuş unutsa ötmeyi/ kanadından vurulsa ansızın/ içimde bir çocuk ağlar/ unutur doğmayı gün/ donar damlalar” (sf: 50). Bu ve bunun gibi dizeler içeren şiirleriniz, çıplak anlamlarıyla bile nice duyarlı anlam katmanlarına savuruyor insanı. Yine çocuklar için yazdığınız Bir Destandır Mustafa Kemal (2011) ve Ata'nın Çocukları (2017) adlı şiir kitaplarınızla da bu duyarlı seslenişleri, tınıları vermeyi sürdürdüğünüz görülüyor. Heybenizde başka şiir dosyaları var mı Sevgili Yamaç?
Yazarların çoğu gibi ben de şiirle başladım yazmaya. Şiir kitapları, her zaman başucu kitaplarım olmayı sürdürmüştür. Ara sıra coşar, hüzünlenir, düşünür, düşünsel ve duygusal dünyamdan taşanları dizelere dökerim ama ben şair değilim Sevgili Erol Büyükmeriç, şiir güç iştir çünkü. Ben şiiri, şairlere bıraktım. Yazdıklarımı şiirimsi olarak nitelemem de bundandır. Bir Destandır Mustafa Kemal ve Ata’nın Çocukları ise, Atatürk’e minnet borcumu kalemimle ödemeye çalışmak ve çocuklara Atatürk’ü tüm yaşamı ve ülkemiz için yaptıklarıyla tanıtmak içindir. Ülkemin pek çok köşesinde oratoryo olarak sergilenen bu kitapların benim için de anlamı büyüktür. Evet, epeyce şiirimsilerim var ama bunları özellikle gençlik romanlarındaki anlatımlarımın arasına serpiştirip düz yazılara şiirsel bir tat katmaya çalışıyorum. İlerde bir kitap daha yayımlar mıyım, bilmiyorum ama şimdilik şiirden çok, yapay zeka ile ilgili bilimkurgu romanları başta olmak üzere, üzerinde çalıştığım çocuk ve gençlik romanlarına ağırlık vermek istiyorum.
Bir Çocuğun Düşleri (2000), Gökkuşağı Nereye Gitti 2010, Yıldız (2011), Deniz Cüceleri (2014), Şeker Tavşan (2016), Dilbaz (2016) gibi masallarınız geleneksel halk masallarından yola çıkılarak yazılmış, ancak günümüz değerlerine göndermeler, iletiler taşıyan, yer yer uyaklı anlatımlarıyla okuruna şiirsel bir tat veren ürünler. Örneğin Dilbaz masalınız ilginç bir biçemde kötüden iyiye, çirkinden güzele, yanlıştan doğruya evrilen kurgusal yapısıyla şaşırtıcı bir biçimde okurun kişiliğinde iyileştirici ve dönüştürücü etkiler bırakabilecek bir yapıt. Yine örneğin, Şeker Tavşan masalınızla yaşamda biriktirilen iyiliklerle, arkadaşlarla yaşamın güzelleşebileceğini, yaşam sevincinin çoğalabileceğini aktarıyorsunuz çocuklara; öğüt vermeyen, şiddet içermeyen; dayanışma, arkadaşlık, paylaşma gibi kavramlarla beslediğiniz yapısıyla ve çocukları gerçek yaşamdan koparmayan düşsellikteki kurmaca masallarınızla. Siz yıllarca Anadolu’nun köy ve ilçelerinde görev yapmış öğretmen kökenli bir yazarımızsınız. Merak ediyorum, “Halk Bilimi” bağlamında bir masal derlemeciliği çalışmanız bulunuyor mu dağarcığınızda?
Teşekkürler Sevgili Büyükmeriç; ben, şimdiye dek söylenen ve derlenen masallardan farklı olarak, çağdaş masallar yaratmaya çalışıyorum. Okurlardan gördüğüm ilgi ve sevginin üzerine sizin değerlendirmeleriniz de doğru yolda olduğumun bir göstergesi gibi. Bildiğiniz gibi halk dilinde söylenen ve günümüze dek pek çoğu derlenen masallar çocuklar için değil, yetişkinler içindir. İçeriklerinde şiddetten cinselliğe kadar pek çok olumsuz öge vardır. Bunları, halk masallarını kötülemek ya da değersizleştirmek için söylemiyorum kesinlikle. Onların da yazınımızdaki yeri ayrıdır ama çocuklar için değildir. Anadolu’nun pek çok köy ve kasabasında öğretmenlik yaparken tanık olduğum olaylar, masallardan çok içimi acıtan gerçeklerdi. Bu yüzden bunları romanlarımda, gençlerin ruh sağlığını etkileyecek ve iç dünyalarında yaralar açılmasına neden olabilecek ayrıntılardan arındırarak, anlattım. O romanlar da gençler tarafından o kadar sevildi ve benimsendi ki, bu kez de ülkemi okurlarımla buluşmak için dolaşıyorum zaten.
Öykü dalında yetişkinlere yönelik Yaşamı Kırk Beş Geçe (2007) öykü kitabınız yanında dergilerde yayımlanan birçok öykünüzle “2005 Eskişehir Sanat Derneği Öykü Yarışmasında mansiyon”, “2005 Özgür Pencere Kadın Öyküleri Yarışması, Mansiyon”, “2005 Aykırısanat Kısa Öykü Yarışması Jüri Özel”, “2005 Samim Kocagöz Öykü Yarışması Cengiz Yörük Özel”, “2006 Aykırısanat Kısa Öykü Yarışması Birincilik” ödülleri ile taçlandırıldığınız; yetişkinlere olduğu gibi çocuklara yönelik örneğin; Sokak Çocuğu, Uçurtmalar Düşmesin, Gökyüzü Yolculuğu, Kara Bulut, Yıldızları Süpürelim, Kuşlar Nereye Gitti?, Camdan Can'a Öyküler öykülerinizle de yaşamın içinden kesitler verdiğiniz görülüyor. Camdan Can'a Öyküler kitabınızda örneğin “cam”ın görkemli serüveni kitap boyu öykülerce dip damarlarda ortak bir izlek olarak akıp duruyor. Çocukta yaşam sevinciyle birlikte çevre bilinci de oluşturan “cam” olgusu nice çağrışım ve bağlamlarıyla yeni öykülere eşik oluyor. Bir öyküye nasıl soyunur ya da bu serüven sizde nasıl başlar sevgili Ayşe Yamaç?
Siz de bilirsiniz, Sevgili Büyükmeriç, yaşamdaki her nesne, her olgu ya da olay, yazan insanda farklı çağrışımlar oluşturabilir. Ben bir yetişkinim. Yetişkinlerle empati kurmak, onların duygusal ve düşünsel dünyalarını tanıyıp öyküye aktarmak ya da yaşamda tanık olduğum gerçeklerden birer öykü çıkarmak pek güç değil. Ülkemde ve dünyada yaşanan olaylardan, yaşanması gerektiği hâlde yaşanamayanları düşünür, etkilenirim. Bazen öyle bir durum ya da olaya tanık olurum ki, Sait Faik’in dediği gibi yazmasam çatlarım. Çocuklara yönelik yazmak ise yetişkinlerinki kadar kolay olmaz, çoğu zaman. Çocukların düşünsel ve duygusal dünyasına seslenebilmek için, onların hayal gücüne ve düşünce yapısına sahip olmanız gerekir. Ben de o güce ulaşmak için çabalarım. Bir çocuğun düşüp yaralandığı sırada gözünden akan iki damla kadar, gökyüzündeki bir bulutun değişik şekillere girmesi, suyun süreğen yolculuğu, rüzgârın savurduğu yapraklar ya da kırılan bir bardak da benim belleğimde bir öykü çıngısı oluşturabilir. Değişen ve hızla kirlenen dünyamızda, yararlandığımız kaynakların verimli kullanımından çevre kirliliğine kadar pek çok alanda sorumluluklarımızın olduğunu düşünürüm. Payıma düşen sorumlulukları da öykülerimde, didaktik olmadan, öğretmenliğe soyunmadan, çocuğun büyüklerin küçültülmüş bir kopyası değil ayrı bir birey olduğunu unutmadan yerine getirmeye çalışırım. Bu ülke de bu dünya da hepimizin çünkü ve onu çocuklarımıza yaşanır bırakmak da en büyük sorumluluğumuzdur.
Ödüllü İncili Kavak romanınızdan sonra dizi roman olarak ürettiğiniz Gezegenler Arasında (1-3), Güneşin Anahtarı (1-4) ve Anka’nın Kanatları (1-4) gibi kitaplarınızla fantastik çocuk yazını alanına birçok kitap armağan ettiniz. Selahattin Dilidüzgün, “Birçok fantastik çocuk kitabında başkişi rolündeki çocuğun, kişinin bulunduğu yerden uzaklaştığı – örneğin Güliver’in Gezileri, Bitmeyecek Öykü, Pinokyo, Alis Harikalar Ülkesinde, Uzunçorap Pipi gibi- görülür. Bu kaçış kimi kitapta farklı bir mekâna, kimi kitapta ise çocuğun kendi içine kaçışıdır” der. Dört kitaplık dizi romanınız Anka’nın Kanatları kitabınızda roman kişisi Zeynep’in, söylensel bir figür Anka Kuşu/ Simurg ile okurunu da ardına katarak serüvenden serüvene koşuyor. Bu geziler boyunca okur, -roman kişisi Zeynep’le birlikte- Galile ve onun Orta Çağ karanlığında bir ışık gibi parıldadığına; İlk Çağ’daki Yunan söylenlerinin tanrı ve tanrıçalarının katına çıktığına; uzaya uzanıp cüce gezegen “Ceres”te” yine söylensel varlıklarla karşılaştığına; kendini bir şaman toplumu “Eskimolar” içinde bulduğuna tanık oluyor. Sevgili Yamaç, bu düşlemsel serüvenlerde kuşkusuz siz de kahramanınız ile özdeşlik kurarak coşkulu bir yolculukta buluyorsunuz kendinizi. Yapıtlarınızda görülüyor ki, siz de kendinize özgü çağcıl nitelikte söylenler yaratıyorsunuz. Özellikle Anka’nın Kanatları roman dizileriniz sürecek mi?
Benim yazın anlayışım, nasıl yazdığınız kadar ne yazdığınız da önemlidir, düşünce temeline dayanır. Bu yüzden ister fantastik, isterse bilimkurgu olsun, okuru olabildiğince gerçeklerle hayallerin harmanında dolaştırmaya çalışırım. Yaşamımız da bu ikisinin harmanı değil midir? Örneğin Gezegenler Arasında Yolculuk ve Güneşin Anahtarı serileri, çocukların hayal dünyasını merkeze alan, çevre bilinci ve farklılıklara saygı temelli romanlardır. Anka’nın Kanatları biraz farklıdır. Her dönemde (bizim günümüzde bile) toplumsal karanlık, bilime düşmanlık, inançla bilimin çatışması yaşamımıza etkileri anlatmazsam kendimi eksik duyumsayacağım konuların başında gelir. O dizide, hem bilim insanlarının (özellikle Galileo’nun) çalışmalarının güçlüğü, önlerindeki toplumsal ve inançsal engelleri aşmada yaşadıkları sorunlar, hem de tarihsel ve bilimsel gerçeklikler işlenmiştir. Örneğin, cüce gezegen Ceres, gerçekte yeni bulunmuş bir astreoid kuşağındadır ve 2015 yılında, Nature Astronomy dergisinde bu gezegenle ilgili yaşamsal olabileceğine dair fotoğraflar ve bulgular yayımlanmıştır. Günümüzde Eskimoların yaşadığı bölgelerde ise gaz yüzünden o insanların yaşamı gerçekten yaşanmaz kılınmıştır. O dizide, mitolojik bilgilerimin yanı sıra bu bilimsel bulgulardan da yararlandım. Bilimkurgu romanı yazıyorsam, bilimsel bilgileri temel almaya çalışırım.
Sevgili Yamaç, bir aydın sorumluluğu ile kaleme aldığınız, toplumsal sorunlarımıza mercek tutan, Türkiye gerçeklerinin yüreklere vuran çığlığı niteliğindeki kitaplarınızla pek de işlenmeyen alanları duyarlıca irdeliyorsunuz. Örneğin, Mihrican Vurgunu romanınızla erkek egemen toplumun dayatmalarına tek başına karşı koyan bir çocuk gelinin öyküsünü; iki kitaplık Yazgülü romanınızla Anadolu’da bir kız çocuğunun yeni bir yaşam kurmak için gelenek, görenek törelerle savaşımında ödediği bedelleri; Sokaklar Düş Yangını romanınızla günümüz yaşamında gözle görülür ne ki alışılmış bir göz teması durumuna düşmüş sokak çocuklarının umutlarının, sevgilerinin eksiltilmesine neden olan toplumsal olguları, kurgulanmış öykülerle değil, gerçek yaşam kesitleriyle işliyorsunuz. Gözlem gücünüzle dağarcığınızda biriken bu olgularla okurun duygularını değil duyarlılığını kabartıyorsunuz. Keşke bu romanlarınız senaryolaştırılsa diye düşünüyorum.
Değerlendirmeniz için teşekkürler Sevgili Büyükmeriç. Daha önce de yazdığım gibi, Anadolu’yu adım adım gezerken tanık olduğum olaylar, ülke gerçekleri, olumsuzluklar beni can evimden vurdu. Hepsi de “yazmasam çatlayacaktım” dediğim türdendi. Yazınsal süzgeçten geçirerek yazdığım, yalnızca çıkış noktalarının gerçek olduğu, içine edebi birikimimi, felsefi anlayışımı ve yaşama bakışımı da ekleyerek ortaya çıkardığım bu kitaplar, kitap olarak kalsa daha iyi olur sanırım. Çünkü filmlerde bize belli karakterler dayatılıyor ve hayal gücümüz sınırlandırılıyor, diye düşünüyorum. Okurken belleğimizde canlandırdıklarımızla bize ekranlardan sunulan öyle farklı ki!.. Daha önce ustaların romanlarından uyarlanan film ya da dizilerde hayal kırıklığına uğradığımdandır belki de. Usta bir senarist ve yapımcı elinden olursa ancak olur; hatta belki de güzel olur, bilemiyorum.
Sevgili Yamaç, siz Anadolu’yu karış karış gezen bir yazarımızsınız. Yanında yurt dışı gezilerinizi de sosyal medyadan izliyorum. Her gittiğiniz yöreden yaşam kesitleri yüklenip bir kitapla yazınımıza sunuyorsunuz. Bunlardan biri de beni çok heyecanlandıran Andaman Denizi’nin Gizemi adlı fantastik romanınız. Elimden bırakamadan okudum bu kitabınızı. İlginçtir ben de Yergök fantastik romanımda bu denizi işlemiştim. Ancak bir farkla; siz bu denizi gördükten sonra, bense harita üzerinde ve yöresel incelemelerimden sonra yazmıştım. Bir yapıt bağlamında yazın kardeşliği kurmanın heyecanı ile sormak isterim; gezi yazıları yazmayı düşünüyor musunuz?
Sizinle zaten yazın kardeşiyiz. Bu da beni onurlandırıyor. Uzak okyanusları, denizleri, ülkeleri gezerken gördüklerimi, izleyip yaşadıklarımı bir roman kurgusu içinde anlatmayı seviyorum. Gezi yazısı şeklinde de sosyal medyada, kısa kısa yazıp oraları yetişkin okurlarıma tanıtıyorum zaten. Bu yazıları bir gün toplar mıyım, bilmiyorum. Kafamda o kadar çok roman taslağı var ki, ona sıra gelmez sanıyorum. Ölümsüz de olmadığıma göre… :-)
Okurlara bir iletinizi alabilir miyim?
Her kitap, yaşamımıza açılan aydınlık bir penceredir. O pencereden yaşamımıza dolan aydınlığı solumak istiyorsak, kitaplar en büyük ışık kaynağımız. Yeter ki o kaynakların kapaklarını kaldırıp içlerine dalabilelim!
İllüstrasyonlar Geraldine Sy'a aittir.