Bir blog açarak yola çıktınız şimdi ise kitaplarınız var. Sözleriniz sosyal medyada ve sokaklarda bir çok yerde yer alıyor. Böyle bir çoğunluğa ulaşabileceğinizi tahmin edebiliyor muydunuz?
Evet her şey el yordamıyla açtığım dünyanın en amatör bloguyla başladı. Ve işlerin bu noktaya geleceğini asla tahmin etmiyordum. Anlamadığım bir hızla gelişti süreç. Tamamen can sıkıntısından, kendi kendimi oyalamak için açtığım blog, bir buçuk milyona yakın tıklama almış durumda şu an ve ben bu duruma hala tam olarak inanabiliyor değilim, sanki biri benimle kafa buluyor gibi…
Okurlarınız ile çok samimi bir ilişkiniz var. Nasıl sağladınız bu samimi ilişkiyi?
Öyle mi gerçekten bilmiyorum. Yani bu içeriden çok kolay anlaşılabilecek bir şey değil. Eğer öyleyse bunun tek bir cevabı var. Hiç! Hiçbir şey yapmadım bunun için. Yani bunun için bir şey yapsaydım o zaman samimiyetten uzak olurduk zaten. Gerçek bir samimiyet, samimi olmak için çaba göstermemekle başlar çünkü.
Sait Faik’in pasaportunda meslek hanesinde “yok” yazıldığını çoğumuz biliriz. Peki, sizin pasaportunuza mesleğiniz yazılmak istense öğretmen mi yoksa yazar mı yazılmasını isterdiniz?
Kesinlikle öğretmen. Kendimi yazar ya da şair olarak görmüyorum. Ben Ali Hoca’yım. Eskişehir’de bir lisede felsefe öğretmeniyim. Zaman zaman gittiğim söyleşilerde ismimin altında şair yazar falan yazdıklarını görünce canım sıkılıyor biraz. Buradan duyurmuş olalım madem lafı açıldı. Hocayım ben. Ha bir de dük, o kadar.
Ah Musin Ünlü profillerinden sonra Ah Ali Lidar profilleri görülmeye başlandı sosyal medyada ve birçok şairin şiirleri isimsiz olarak paylaşılıyor bu profillerde. Bunlar sizi rahatsız ediyor mu?
Valla ediyor diyemem ya. Beni rahatsız eden o kadar çok şey var ki memlekette bu kadar küçük şeylere sıra bile gelmez inanın. İnternet böyle bir ortam, yapacak bir şey yok. Gerçek okuyucu neyin kime ait olduğunu araştırıp bulur zaten. Buna ihtiyaç duymayanlar da varsınlar önlerine sunulduğu gibi bilsinler bence bir problem yok.
Sosyal medya edebiyatımızı ne derece etkiliyor?
Buna tek bir cevap verilemez bence. Olumlu etkilerinden de bahsetmek mümkün olumsuz etkilerinden de. Sosyal medyanın en büyük avantajı dinamizmi ve sürati. Normal şartlarda ismini duyurmakta, yazdıklarını insanlara ulaştırmakta hayli zorlanacak pek çok kişi, internet sayesinde okuruna kolaylıkla ulaşabiliyor. En büyük dezavantajı ise edebiyatı gittikçe daha kolay tüketilen bir ürün haline getirmesi. Artık her şeye ulaşmak çok kolay ve bunun yol açtığı ciddi bir okuma tembelliği seziyorum git gide. Allah hayır etsin sonumuzu.
Küçük Prens’e olan ilginizi biliyoruz. Peki, şu an koleksiyonunuzda kaç dilde/kaç adet Küçük Prens bulunuyor?
Sevdiğim ve etkilendiğim bir kitap Küçük Prens. En azından başlarda öyleydi fakat artık ve sevmeyi ve etkilenmeyi aştı tutkuya dönüştü. Farklı dillerde basılmış Küçük Prens’leri, farklı yayınevlerinden çıkan baskıları ve Küçük Prens’e dair bulabildiğim her şeyi biriktirmeye çalışıyorum. Şu an 100 civarında dil ve lehçede 400 civarında kitap var elimde. Ve dostlarımın sayesinde her gün büyüyor koleksiyonum. Uzun vadede Eskişehir’de bir Küçük Prens müzesi kurabilmek en büyük hayallerimden biri.
Beğendiğiniz başka kitap, film ya da albüm koleksiyonları var mı?
İmzalı ilk baskı kitap koleksiyonu, yumurtalardan çıkan oyuncak koleksiyonu (1200 farklı oyuncağa ulaştı sayı), taş plak koleksiyonu yapmaya çalışıyorum. Biriktirmeyi sevdiğim için koleksiyon yapmak beni çok heyecanlandırıyor. Ama tabii Küçük Prens koleksiyonun yeri çok ayrı ve özel.
Eskişehir’de yaşıyor ve öğretmenlik yapıyorsunuz. İlerleyen süreçlere baktığımızda hep Eskişehir’de mi kalmayı düşünüyorsunuz yoksa yaşamak istediğiniz başka şehirler var mı?
Allah beni şehrimden ayırmasın diye dua ederim ben hep. Çok seviyorum Eskişehir’i. Sevmekten de öte tutkuyla bağlıyım diyebilirim. O yüzden kendi isteğimle başka bir yerde yaşamak isteyeceğimi hiç sanmıyorum. Tabii ilerde ne olur ne biter bilinmez; bunlar şimdiki düşüncelerim.
Geçmişteki röportajlarınızın birinde “Kitap yazmak gibi bir isteğim olmadı hiç” diyorsunuz, nasıl oldu da değişti bu fikriniz?
Aslında fikrim hiç değişmedi. Küçük hikayeler, şiirler, parçalar yazmayı seviyorum sağa sola. Ama kitap fikri oldum olası soğuk geliyor bana. Eğer yayınevinin ve editör arkadaşımın yoğun ısrarı olmasaydı hiç bulaşmazdım kitap işine. Bloguma ve dergilere yazmak yetiyor çünkü. Kitap daha profesyonel bir iş ve bende de mevzuya profesyonel bakmama engel olan ciddi bir ciddiyet problemi var. O yüzden de editörüm fedakârca yazdıklarımı toparlamaya devam ederse yeni kitaplar da çıkar. Yok “Ben sıkıldım artık uğraşamam bunlarla” derse böyle kalır.
Kitaplarınız çıktıktan sonra size öğretmen değil de şair/yazar gözüyle bakmaya başlayan öğrencileriniz oldu mu hiç?
Hiçbir şey değişmedi diyemem tabii. Ama sağ olsun çocuklarımın da yardımıyla öğretmen olan benle sağa sola yazılar yazan adamı sınıfta birbirinden ayırabiliyoruz.
Tesirsiz Parçalar ve Alengirli Şiirler ile okurlarınızdan beklediğiniz tepkiyi aldınız mı?
Muazzam tepkiler aldım. Hala inanamadığım kadar çok okura ulaştı her iki kitap da. O yüzden de şaşkınlıkla izliyorum gelişmeleri bakalım nerelere kadar gidecek iş...
Yakın zamanda çıkmasını planladığınız bir kitabınız var mı?
Yukarda da anlatmaya çalıştığım gibi benim öyle bir hevesim yok aslında. Ama hem okurların hem de arkadaşlarımın gazıyla birkaç proje daha şekillendirdik gibi. Yıl sonuna kadar bir hikaye kitabı, yaza doğru da ikinci şiir kitabı çıkacak sanırım. Bakalım artık hayırlısı.
Beş film önermenizi istesek hangi filmleri önerirsiniz?
Geleceğe Dönüş 1-2-3
Star Wars 1-2-3-4-5-6
Yüzüklerin Efendisi 1-2-3
İndiana Jones 1-2-3
Huzurum Kalmadı-Ferdi Tayfur