Kalabalıkları dolaşarak, belki yolculuklara çıkarak, en çokta İstanbul'u denizin alnında dolaşarak merhaba demek istediğim bir şair, Edip Cansever. Bugün Edip Cansever'in kalabalıkları, şiirlerini adımlattığı Kapalıçarşı dükkanını, yolculukları, İstanbul'u, aşkları ve hüzünleri bırakıp gittiği günün 28. yıldönümü. İlk tanışmam, “Ölü Sirenler” şiiriyle oldu. Okuduğum zaman “deniz kuşları umutsuz”luğu üzerine düşünüp, kırlangıç hüznüne düşmüştüm. Daha sonra “Gelmiş Bulundum” şiirinin bulunduğu sayfa aralığına bir gazete küpürü ilikledim. O günden beri “Sonrası Kalır” kitabını her aralayan o sayfanın gözünde zaman zaman umudun, zaman zaman umutsuzluğun peşine düşer. 28 Mayıs 1986 tarihli; “Şair Edip Cansever öldü”, haberinin 10. sayfada ve elinde sigarasıyla -karşısında Tomris Uyar yoktur, ama bu bakışı “fazla şiirden”dir- dedirten bir fotoğrafın olduğu bir gazete küpürü.
Edip Cansever'in hayatı alımlayışında yazmaktan daha çok şiir yaşamanın, şair olarak bakmanın bir yer tuttuğunu görebiliriz. Kapalıçarşı'da antikacı dükkanında asmakattaki çalışma odasının şiirsel bir giz olduğundan bahsetmektedir: “Otuz yıllık (iş) yaşamımın çoğu, burada geçti. Asmakattaki çalışma masamla, hemen üstümde gökyüzüne açılan, yazın yapışkanotları fışkıran penceremi unutamam. Mavi, dört köşe bir göz gibi bakardı yukarıdan yukarıdan.” (Sandal Bedesteni, No:32) 1954'te çıkan Kapalıçarşı yangını sonrası Edip Cansever'in ortaklığı sadece Jack'la değildir. Tepe penceresi gökyüzüne bakan asmakattaki yazı makinesiyle, masasıyla ve iskemlesiyle kurduğu ortaklık ona dokuz kitap yazmıştır. Şiirin Kapalıçarşı'ya olan borcu da buradan gelir: “dükkanım yanmasaydı, şiir filan yazamazdım.” Bu noktada mesleklerin insanların üzerinde içsel ve dışsal kendi meselerini yarattığını söyleyebiliriz. Bir şairin mesleğinin güdümü içinde şiir işçiliğine tutulması veya bir maden işçisinin kömür karası elleriyle evine ekmek götürmesi de insanın kendine olan borcunu belki de “fazla şiir” veya kömür karası bir yara edinmesini göstermektedir. “Mendilimde Kan Sesleri” şiirinin sürüklediği devinim dahil, “insan yaşadığı yere benzer” ve “o çocuklar büyüyecek” dizeleri aslında okuru yolculuğa benzer bir eşikten geçirmektedir. Haydar Ergülen,
“Sonsuzluğun Şiiri: Edip Cansever” yazısında “Cansever'in şiiri uzun bir yolculuğun şiiridir” diye yazmıştı. Bu yolculuğun gar hüzünlerine ıslık çalan ve aynı zamanda yaralayan bir tarafı da vardır. Edip Cansever, bir şiirde yolculuğun bitmesinin mutluluk olduğunu ve bu bilincin bütün bir mutluluk tanımının içinden geçebileceğini söylemektedir. Edip Cansever'in şiiri tanışıklığın ve sohbetin içinde ansızın rastlanan eski bir dost gibidir. Yitmeden ve yitirmeden yeni tanışlara el uzatmasını ve “beklemek gövde kazanması zamanın” gerekliliğini de kendine yol edinmiştir. Bu yolculukta okurun kendi haritasını edinme gayretinin yanında acıyla umudun, umutla umutsuzluğun düğümlerini de çantalarına atmaları gereklidir.
Geçtiğimiz yıl Milli Eğitim Bakanlığı'nın bir ders kitabında “Masa da Masaymış Ha” şiirini sansürlediği hatırıma düştükçe Bozcaada'da bir kilisenin bulunduğu sokakta duvara şiirin yazılmış hali gözümün önüne geliyor. “Masa da Masaymış Ha” şiiri Edip Cansever'in “yaşamım boyunca kurtulamadım” dediği bir şiirdir. O şiirin duvardaki varsıllığı beni çok etkilemişti. Buradan yola çıkarak gülümsemeyle; Edip Cansever sansürden çok ders kitabında o şiire yer verilmesine -benim başka şiirlerim de var- diye tepki verildi, sanıyorum. “Eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da”..
Tomris Uyar, Edip Cansever'in kendisine “bitmeyen tek aşkın gerçek ve lirik bir dostluk olduğunu” öğrettiğini; Cemal Süreya ise günlüklerinde “Edip'le iç içeydik. İçki içmeyi de o öğretti bana” diye yazmıştı. Dostoyevski hayranı iki şairin dostluğuna bir de Cemal Süreya'nın yazdığı “Edip Cansever” ağıtı eklenince yüreğimizin kalabalığı sessizlikte kalakalıyor ve gözlerimiz kısılıyor. 28 Mayıs'ta, ölümünün 28. yıldönümünde kendinizi içinde Edip Cansever'in olduğu bir güne taşımanızı öneriyorum. Degüstasyon'da, Çiçek Pasajı'nda, Hatay Meyhanesi'nde bir beyazlık edinmenizi. Edip Cansever'le uzun bir yolda yürüme şansına sahip olmuş olmak için şiiriyle kalabalıklara karışıp, çok sevdiği Çaykovski'nin ezgilerini dinlemenizi de. Hadi! Biraz olsun geç kalın, evinize, yalnızlığına, sevgilinize.. Bir karanfil düşürün içinize.