Yıllar oldu, “dergi çıkarmak eylem yapmaktır” cümlesini kurmuş bulundum. İster bir hevese dayansın, ister bir gereksinmenin karşılığı olsun, her dergi serüveninin altında, “mevcût”tan ayrılma isteği vardır. Eylemi bu hazırlar.
Fol
Bir gün oturup Fol dergisinin başlangıç ve bitiş öyküsünü yazmalıyım — ilk sayısının, çıkamayan ‘son’ sayısının yayın yönetmeni olma sıfatıyla bana düşer o iş; bir de, kurul toplantısında Engin Altaş’ın kurduğu bir cümlenin içinden sözcüğü avlayarak derginin adını önerdiğim için tabiî: Madem ki yumurta vardı elimizde, pekâlâ Fol olabilirdi. Bundandır, ‘son’, çıkamayan sayıyı, kavramın Batıdaki ve Doğudaki karşılığı üzerine oturtmuştum — her şeyiyle hazır o sayı dağıldı gitti sonuçta: Yollar tıkanmıştı.
Ben, ilk sayı henüz basımevinden gelmeden yayın kurulundan ayrıldıydım, her biri dostum, arkadaşım olan kurul üyeleriyle derginin oluşumu ve güzergâhı konusunda anlaşmazlığa düşerek. Her sayının farklı bir hazırlayıcısı olma durumu o nedenle doğdu — önerimi kabullenmekte zorlandılar önceleri, zaman içinde çözüm yolunu benimsediklerini gözlemledim.
Fol’un yaratıcıları, özel konumumu göz önünde tutarak benim için iki ayrıcalık belirlediler: Derginin her sayısında yer alan tek yazar ben oldum, bir; ‘son’ sayı çıkamayınca, konusu “durmak” olan bir minyatür-sayı hazırlığına giriştiler: Fol’a özgün katkıda bulunmuş yabancıların (Greenaway, Sottsass, Tadao Ando, Baudrillard vb) işlerinin yanında tek yerli imza olarak benim yer almamı istediler, iki — yaklaşımlarının beni en hafifinden gönendirdiğini söyleyebilirim.
Türkiye’nin yayın yaşamında, dergicilik tarihinde, sahiden de özel bir sayfa açtığına inanıyorum Fol’un. Engin Altaş’ın çılgın girişimi; Hakkı Mısırlıoğlu’nun uçuk kaçık tasarımı; Samih Rifat’ın, Ulusel’in, Serhan Ada’nın, Nevzat Sayın’ın delifişek önerileri; editörlerin ve yazarların uçuş denemeleriyle adına yaraşır bir iş çıktı ortaya. Dili ve üslûbuyla, Türkiye bağlamında, benzersiz bir örnekti Fol — bana ondan kalan en tatlı anı, Greenaway’in derginin bir sayısını karıştırırken Gaudi fotoğraflarıma baktığı sırada Ahmet Elhan tarafından çekilmiş bir fotoğrafı oldu: Samih’e, “büyük fotoğrafçı hemen dikkat çeker” diye takılmamı sağladı o kare!
Neyse ki, aslında, fol yoksa yumurta da yok diye bir şey yok: İnsan’a yapabildikleri yetmemiştir, yapmayı düşledikleri onu alır, taşır.
Geceyazısı
Yıllar oldu, “dergi çıkarmak eylem yapmaktır” cümlesini kurmuş bulundum. İster bir hevese dayansın, ister bir gereksinmenin karşılığı olsun, her dergi serüveninin altında, “mevcût”tan ayrılma isteği vardır. Eylemi bu hazırlar. Kültür tarihimizin dergilere ayrılan mezarlığı geniştir gerçi, ne ki çoğu genç ölmüş projelerin arkasındaki ışık kaybolmuş olduğu için, hayata tam ne kattıklarını kavramak kolay olmaz. Onca düşün, saf arayışın doğru dürüst bir kataloğu olsun yapılmamıştır.
Geceyazısı’nı yayın hayatına geçirme fikri 2002 yılında ortaya çıktı. Sel Yayınları bünyesinde, yılda iki ya da üç kez yayımlanacak biçimde öngörülen derginin ilk sayısı 2003 yılının Ocak ayında okurla buluştu. Dört yıl sonra, (s)onuncu sayısına doğru, sahneden çekildi Geceyazısı.
Dönüp bakıldığında, bir dizi ilk imzaya yer açmış olmakla birlikte, derginin bir “kadro” ürünü olduğu söylenebilir sanırım. Tanım aşamasında, son çeyrek yüzyılda ağırlığını duyuran dergilerin bir çoğunun ortak özelliği olan “dosya” hazırlamak, tanıtıma yer açmak, haber vermek, görsel dil kurmak türünden bölümlülüğe yanaşmamıştık: Yazınsal ürünün, bir başına, komşularıyla yan yana geleceği, sunulmayacağı, çerçevelenmeyeceği, kapaktaki düzen dışında hiyerarşize edilmeyeceği bir formüle dayandı Geceyazısı: Ürünü okura, dergi olarak öne çıkmaksızın sunmak bir tercih oldu.
Geceyazısı, dokuz sayı boyunca süren hayatını, bundan böyle, dar bir ölçekte, koleksiyon parçası olarak sürdürecek herhalde. Gürültülü bir ortamda, sessizce dolaşmış bir dergi sayılsın ileride; bunu dilerim kendi payıma.
Ortaya ne koyabilmiştir?
Olsa olsa sıkı şiirler, metinler, firarî ışıklar.
Yoluna böyle devam edemez miydi?
Şüphesiz edebilirdi. Gelgelelim, bazı kanatlılar kısa ömürlü olur — sonra, yerleştikleri raflarda, rengârenk sırt, bir süre daha kalacaklardır.
Şairin dediği gibi, nasıl olsa “kımıldar gece”.
Görseller Aaron Tilley'e aittir.