Chris Vuklisevic’in aile olmaya, kız kardeşliğe, paylaşılamayan sevgilere ve koparılamayan bağlara dair fantastik öğelerle bezeli romanı Kayıp Ruhlar İçin Çay Saati üzerine bir yazı.
Çay içme rutini bizim coğrafyamız için önemli bir eylemdir. Günümüzde şehirde yerini kahveye bırakmaya başlasa dahi hâlâ evlerde akşam yemeklerinden sonra, sabah kahvaltılarında ya da gün içinde herhangi bir konuk ağırlama sırasında çay hazırlanır. Çay güzel bir sohbet eşlikçisidir. Uzak Doğu’dan eski kıtaya kadar pek çok milletin de çaya dair kendi ritüelleri var. Japonların çay demleme ve içme ritüelleri turistlerin ilgisini her daim çeker, bunu duymuşsunuzdur. İngilizlerin yüzyıllar öncesinden gelen bir alışkanlıkla gün içinde bir aktivite olarak sosyalleşme aracılığına dönüştürdüğü rutinleri de çayın evrensel bir içecek olduğuna dair çok şey söylemiyor mu?
Chris Vuklisevic de Timaş Yayınları tarafından Türkçede yayımlanan kitabı Kayıp Ruhlar İçin Çay Saati’nde bu kıymetli içeceği metnin odak noktası hâline getiriyor. Ancak çay içip de içini dökenler farklı… Bununla beraber Provence’ın kitapta şairane bir şekilde anlatıldığı tepelerinde doğan iki ikiz kız kardeşin büyük bir aile sırrını çözme yolculuğunu da kitabın bir başka başat noktası. Félicité ve Agonie, doğumlarından itibaren birbirlerinden farklı yollarda ilerleyen, ancak annelerinin ölümüyle otuz yıl aradan sonra yeniden bir araya gelen iki kardeş. Peki ikizler neden ayrılmıştır, ne olmuştur da otuz büyük yıl birbirlerini görmemiştirler?
Anne ve babaları çoban olan kardeşlerin, hikâyesi olaylı doğumlarıyla başlıyor aslında. Geç doğuyorlar, tastamam bir ay. Félicité doğarken zorluk çıkarmasa da Agonie öyle zorluklar çıkartıyor ki hikâyede aykırı karakterin kendisi olacağını böylece anlıyoruz. Ebe isyan edip uğraşmaktan vazgeçince kendi kendine doğuyor Agonie. Ağlamıyor, sızlanmıyor. Ağzından açtığında kelebekler uçuşuyor. Babanın ölümüyle bu iki farklı çocukla ilgilenmek zorunda olan anne bir süre sonra bazı şeylerin sinirini Agonie’den çıkarmaya başlıyor. Félicité’nin narinliği, güzelliği büyüdükçe ortaya çıkıyor ancak diğeri için bunu söyleyemiyoruz. Giderek hırçınlaşan, hırçınlaştıkça da anneleri tarafından koyunlarla uyumaya zorlanan, onların memesinden beslenen bir çocuk. Félicité onun tek arkadaşı, onunla iletişim kuran tek canlı. Félicité fark ediyor ki kardeşinin bazı özel yetenekleri var. Sinirlendiğinde fırtınalar çıkıyor, ortalığı sel boran götürüyor. Annesi de bu hareketleri nedeniyle onu banyoya, ahıra ve benzeri yerlere kilitliyor. Agonie yalnız bir çocuk olarak büyüyor. Bununla beraber tek arkadaşı Félicité de liseye giderek onu terk ediyor. Tam otuz sene boyunca görüşmüyorlar. Çocukluklarından beri farklı görünmeleri ve farklı muamele görmeleri nedeniyle aralarında var olan gerilim ve sessizlik duruyor ve büyüyor.
Félicité, lisede tanıştığı kütüphane görevlisi tarafından bir çay ustası olarak yetiştirilmeye başlanıyor. Hangi çayın hangi ruha iyi geldiğini, hangi derde derman olduğunu ve ne için kullanılmaması gerektiğini yavaş yavaş öğrenmeye başlıyor. Bu esnada Félicité fark ediyor ki kardeşi gibi kendisinin de bazı yetenekleri var, ruhları görebiliyor. Gördüğü ruhlarla iyi geçinmek için de çay ritüellerini ve çayların esrarengiz etkilerini kullanma noktasında zamanla ustalaşıyor.
Félicité, annesini köyünde ziyaret etmeye karar verdiğinde öğreniyor ki annesi ölmüş. Bundan haberi olmamış. Kendini çok suçlu hissediyor çünkü annesini yalnız bırakmıştır. Bununla birlikte cep telefonuna gelen sesli mesajlarda annesinin söyleyemediği, tam duyulmayan bir şeyler vardır. Félicité yeteneklerini kullanarak annesinin ruhuna ulaşmaya deniyor fakat bunun için kardeşi Agonie’ye ihtiyacı oluyor. İki kardeş böylelikle otuz yılın ardından bir araya gelmeye mecbur oluyor.
İki kardeş, bir anne, iki farklı hayat. Hikâyenin temel izleği çocukluk döneminde yaşanılanların yetişkinlikte yarattığı kişilikler, kimlik arayışı ve yok görülmenin yıkıcılığı üzerine. Annelerinin birini sevip diğerini reddettiği iki kızın hikâyesi üzerinden aile bağlarının karmaşıklığı ve insan ilişkilerindeki derin yaralar hakkında derin bir inceleme sunuyor.
Kayıp Ruhlar için Çay Saati sadece bir aile hikayesi değil; fantastik yönleriyle hikâyenin anlatıldığı aynı zamanda kimlik kavramı, hafıza, söylenmemiş ya da yapılmamış olanın üzerine bir roman. Kendi okuma deneyimimde başlangıçta hikâyenin anlatıcı tercihleri ve yaratılmaya çalışılan fantastik donelerin bize yeterince açıklanmadığı hissiyle mücadele ettim. Neyin neden gerçekleştiğini anlamakta zorluk çıkaran bir dil var gibi gelse de ilerleyen sayfalarda hikâyenin ritmi beni yakaladı (nadiren) ve nedenleri çözebildim. Buna okurken demlediğim çayın faydası olmuş olabilir. İyi okumalar diliyorum.