İlhan Berk, şiir ve resim dünyasıyla çağdaş sanatın farklı arayışlarını bir araya getirerek alışılmışın dışında bir bağlamlandırma sürecini tartışmaya açıyor. Borusan Contemporary, Çağdaş Sanat Koleksiyonu’na katılan yeni eserleri, İlhan Berk’in şiirleriyle birlikte ele alarak farklı bir yorum getirmeyi hedefleyen ve Necmi Sönmez küratörlüğünde gerçekleşen “Yazıt” sergisiyle 19 Şubat tarihine dek sanatseverleri ağırlıyor.
İlhan Berk, her şeyden önce, hatta kendisinden de önce, bu demektir ki İlhan Berk olmaktan da önce ve öte, bir yazıcıdır. Yazmaya gelmiştir. Yalnızca bir 'anlatı doymazı' değildir bu yüzden, bir 'yazma sapkını'dır da. Enis Batur'un, resimlerinden hareketle tanımladığı 'sapkın nakkaş'tır o. Sapkınlığı, ona göre 'kağıdı bile ten sandığı'ndan ileri gelir. İlhan Berk'in tüm yapıtını, yaşamını düşününce, doğrusu Enis Batur'un sözü fazla edepli kalır. Çünkü İlhan Berk sanıldığından da daha sapkındır. Ve bunda yalnızca sapkınlıkla yakın bir sözcük olduğu için değil, fakat harflerinden sözcüklerine, çizgilerine sızmış bir çapkınlık da vardır. Elias Canetti'nin son kitabı olan Kulak Misafiri-50 Karakter'deki “Kağıt Ayyaşı” gibidir İlhan Berk. Kimin kimi baştan çıkardığı ise bilinmez. Kağıt mı İlhan Berk'i yoksa şair mi kağıdı baştan çıkarır! Bilinen, Berk'in bu dünyayı, evreni ve her şeyi bir kağıt, bir boşluk, doldurulması, yazılması gereken başka bir dünya, başka bir evren, hatta başka bir gövde ve ten olarak gördüğüdür.
İlhan Berk gördüğünü yazar, yazdığını görür. Ve şöyle der: “Ben resmi bütün vücudumla yaparım. Fırça kullanmadım ben. Kullandığımı söyleyemem. Başparmağımla boyarım bu resmi. Büyük ustam Chardin gibi. Araya(gövdemin kendisinin dışında) hiçbir şey sokmam, boya hariç. Şiirle, resimle sevişirim ben.”
Bu sevişme şiirde cehennemi bir yangın, resimde ise mutluluk kaynağıdır. Şiir kalkışma, resimse bir yatışmadır İlhan Berk'te. Dişi kentler gibi bakar ikisine de, tıpkı Lizbon'a da böyle baktığı gibi. 'Cebinde güneşle dolaşan' çılgın bir aşık, sapkın bir nakkaş ve çapkın bir şair. Şiirlerindeki kösnüllüğü resimlerine taşımaz, hayır. Sözcükler şiirden taşar ve şiirle resmin buluşmasında bu kez de 'taşkın' bir adam karşımıza çıkar. Resimleri de bu yüzden şiirleri gibi 'müstehcen'dir. Cemal Süreya'nın dizesindeki:“Dondurma yiyen gürbüz bir kız gibi müstehcen”.
'Seyir hali'nde bir şair' diye nitelemiştim onu. Seyr-ü cefası şiir, seyr-ü sefası resim olan. Bu seyir, şairin sözünü olduğu gibi resmini de özgürleştirir, çünkü doğal bir biçimde bakar ve doğal olan laiktir. Bu laik tutum imgelemi de özgürleştirecek ve küratör Necmi Sönmez'in dediği gibi “şiirsel imge ile resimsel imge arasında” bir 'akışkanlık' yaratacaktır.
'Akışkanlık' çok yerinde bir kavram. Bilhassa İlhan Berk'i düşünürken. Çünkü onun aykırı ve aşırı ve sapkın ve çapkın ve taşkın bir şair olarak, Türk şiirine getirdiği hareket, kattığı enerji ve 'alışkanlığa' karşı duruşu, yani başta şiir olmak üzere tüm yapıtı 'akışkanlık' kavramı ve eylemiyle yetkin bir tanıma kavuşur.
İlhan Berk, “Paul Klee'de uyanmış”, bir daha da uyuyamamış bir adamdır. O güzel uykusuzlukla sözcükleri boyamış, resimleri yazmış ve aslında ne kağıda ne tuvale, dünyaya ve doğaya yazmıştır.
Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu’na katılan yeni eserleri, İlhan Berk’in şiirleriyle birlikte ele alarak farklı bir yorum getirmeyi hedefleyen “Yazıt” sergisi, 19 Şubat tarihine dek Borusan Contemporary’de görülebilecek.