Hakan Kökcü ile bambaşka, sıradan ve bir o kadar tanıdık hayatların hikâyelerine ses verdiği öykülerinden oluşan ilk kitabı Kemikler ve Komşuluklar üzerine söyleştik.
Hakan Kökcü ile yapacağımız bu söyleşide hem Epona Yayınlarından çıkan Kemikler ve Komşuluklar’dan hem de Hakan Kökcü’nün yazarlık yolculuğunun önemli anlarından konuşacağız. Öncelikle bu kitabın editörü olduğum için çok mutluyum. Benim de ilk editörlük deneyimimdi. Umarım sen de benden razısındır. :) Okurlarımıza bir giriş olması için ilk önce seni biraz tanımakla başlayalım. Yazar, performans sanatçısı ve sanat tarihçisi bu üç penceren bakıldığında Hakan Kökcü kimdir?
Ben İstanbul’da doğdum, büyüdüm. İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi bölümünde okudum. Aslında kendime performans sanatçısı demekten imtina ediyorum, çünkü bu amaçla yapılmış işler değildi hiçbiri. Bu nedenle performatif araştırma demeyi tercih ediyorum. Bir deneyimi, özellikle yazma eylemi üzerine yaşanan deneyimi, izleyiciyle paylaşmanın yolunu aradım sadece. Özellikle yazma eylemi içinde bir paylaşım mümkün mü diye düşündüm. Bir şekilde de hep bunun arayışı içine düştüm. Farklı formlar, teknikler ya da gösterim biçimleri üzerine çalıştım. 13. İstanbul Bienali’nde 40 gün süren bir yazma eylemi, form araştırması olan Hubris performansını gerçekleştirdim. Artist2016’da parçalara bölünen metinlerle boşluk üzerine çalıştım ama öykü kendimi başka bir yerden bulmamı sağladı hep. Bu arada, razıyım tabii ki. :)
Peki neden Kemikler ve Komşuluklar? Bu ismin bir hikâyesi var mı?
Bu isim dosyanın oluşmasını da sağlayan “Öğle İblisi” öyküsünden bir alıntı. Gün ortasında sizi ele geçiren melankoli hâline eski çağ azizleri öğle iblisi adını vermişler, ben bütün dosyayı bu ilkel tanım üzerine kurdum. Öyküler hep gün ortasını, o vakitte yaşanan içsel devrimleri anlatıyor. Kemikler ve Komşuluklar ismi ise öyküde, bayram sabahı dağıtılmak üzere mutfak tezgâhına dağıtılmış etlere verilen isimlerden geliyor. Çorbalık etler, kavurmalıklar, kemikler ve komşuluklar gibi. Tabii öte yandan da kemiğin insanla olan malum ilişkisi ve kültürel öğretimiz olan komşuluğu, yakın çevreyle ilişki üzerine düşündüm. İnsan ve onun dar çemberi üzerine çalıştım. Dosya hem bütün öykülerin aynı çatıda toplanmasından dolayı bu ismi aldı hem de o dar çemberi daha görünür hâle getirmek için.
Biraz da öykülerdeki karakterlere değinelim. Öykülerinde toplumsal sınıf farkını hayatının her alanında yaşayan birçok farklı kadın karakter var. Bu kadın karakterler tabii ki hayatımızın her alanında, bazen komşumuz bazen bir akrabamız ve bazen de biz olarak karşımıza çıkıyor. Peki sendeki konumları nedir?
Kadın karakterler konusu, kitaptan aldığım en büyük dönüşleri oluşturuyor. Biraz şaşkınım bu konuda. Herkesçe tanınan kadınları yazmama rağmen insanlar, kadın gözü gibi bir kavramla ilgili sorular soruyorlar. Kadın gözünden anlatmışsın diyorlar mesela. O göze yakınlığımı bir iltifatmış gibi bırakıyorlar önüme. Bu biraz garip geliyor bana. Kadın gözü, erkek gözü diye bir şey olduğunu yeni öğreniyorum.
Hangi ekonomik ve sosyal seviyede olursa olsun her insanın kulağına gelen, gözüne değen hikâyeler hepsi. Bu tanıdıklık da bu yüzden. Böyle erkek ağızla beylik laflar ediyormuş gibi gözükmek istemem ama tanıdığım, izlediğim kadınları biraz karıştırdım sadece. Adını değiştirdim. Ölü annesini dirilttim, diriyi öldürdüm. Hepsi bu. Hepsi tanıdık, hepsi herhangi bir sokağın, bir köşesinde, alelade hikâyelerinin geçiciliğini yaşamaya devam ediyor.
Son dönem Türkçe edebiyattaki metinlerde yemek tariflerine çok rastlamamıştım ancak Kemikler ve Komşuluklar bu rastlantıyı bize ziyadesiyle sağlıyor. Bunun özel bir nedeni var mı?
İtiraf etmeliyim bunu çok düşünüyorum yazarken. O yüzden hep bir yerlere kaçırıyorum yemekleri. Birini yazdığımda bir önceki akşam ne yemek yedi, buzdolabını açtığında içinde ne vardı gibi sorular soruyorum kendime. Mutfakla ilgiliyim evet, yemek kültürü üzerinden insanlarla bağ kurmak, fikir yürütmek eskiden beri kendi kendime yaptığım bir şey. Eskiden insanları tanımamı kolaylaştıran bir oyun gibiydi ama şimdi bu sorular öyküyü, karakteri ve evi görmemi sağlıyor. Tabaktaki dolma üzümlüyse başka, salçalıyla başka biri gibi düşün.
Öykülerin genelindeki çatışma “aile” olgusu üzerine kurulu. Bu olgunun temeli karakterlerin birey olma çabası mı yoksa gelenekselliğin dışa vurumu mu?
Galiba kendi çatışmam bu. Bu olguyu, büyüdükçe hem genişletiyorum hem daraltıyorum kendi içimde. Bu bir birey olma çabası mı dersen aslında karakterleri yazarken bunu hiç düşünmedim. Hepsinin asli sorunu birey olduklarını fark etmiyor olmaları. Hiçbirinin herhangi bir eyleminde de çaba ya da mücadele olduğunu düşünmüyorum. Bütün karakterlerin çekip gitmeye güçleri var ama ne yazık ki haberleri yok. O sebeple çaba yok. Akıntıda, suyun peşi sıra unutmak ya da hatırlamak var.
Geleneksellik kısmı ise beni hep daha fazla düşünmeye itiyor. Önce bu kavramı düşünüyorum uzunca. Cümle içindeki yerini ve varabileceği anlamları. Çünkü bilirsin ki bu kavram devşirilmeye çok müsait. Biz insanlar, tıpkı kitaptaki karakterler gibi o çatı altına beter davranışlar, haksızlıklar sığdırmaya alışığız. O yüzden temkinli konuşacağım. Karakterlerde geleneksellik çokça var evet ama söylemeliyim ki bütün davranışları batıl ile inanç arasında sıkıştığı için bu ismin çatısı altına giriyor.
Benim bu soruya tam ve kaçak bir cevap vermem gerekirse, Kemikler ve Komşuluklar’ın karakterleri eylemsizliği mücadele sanan, geleneğe haddinden çok mana sığdıran insanlar diyebilirim.
Öykülerindeki erkek karakterlerden bahsedelim biraz da. Erkek karakterlerde gördüğümüz bir kendini keşfetme ya da kendini yok sayma durumu var. Bu aradaki uçurumun bir nedeni var mı?
Bir şey olmak üzerine doğuyoruz biz erkekler. Bir şey olabildiğimiz de söylenemez etrafa bakınca ama tam olarak “olma” hâline düşüyoruz. Öykülerde farklı yaştan erkekler “olamamak ile olmak” arasında dönüp duruyorlar. Bu bizim sürekli tecrübe ettiğim bir hâl. Kimi olmak için önce annesini bırakıyor ki bu zorlu bir yol, kimi sevgiyi, kimi en zoru sevememeyi bırakıyor. Tam oluyor sanıyor, olmuyor. Olamama hâli uçurum mu dersen, evet bence uçurum ama nedenini henüz ben de bilmiyorum.
Peki son olarak üzerine çalıştığın yeni bir dosya ya da proje var mı?
Kemikler ve Komşuluklar’da günün ortasını, öğle ve sonrasını anlatmaya çalıştım. Şimdi günü parçalara bölüp, bir üçleme yapma fikri üstüne düşünüyorum. Öte yandan hayalini kurduğumuz bir Artbook projesi üzerine çalışıyoruz. Öyküyü farklı disiplinden sanatçılarla ve özellikle desenle nasıl bir araya getirebiliriz görmek, bizi heyecanlandırıyor.