14 ŞUBAT, SALI, 2017

"İnsanın Yapı Taşları Çocukluğunda Örülür"

Kültürel eleştiri, özellikle yetişkinlere yönelik metinlerinde çoğunlukla ‘kadın olma’ sorunsalını irdeleyen ve çocuk edebiyatı üzerine de ürünler veren bir yazarımız. Kimi oyunları sahneye konulan; eleştiri ve çocuk edebiyatı alanında birçok ödül alan Tülin Tankut ile çocuk kitapları üzerinde söyleştik.

Edebiyatın çeşitli dallarında ürünler veriyorsunuz. Çocuk ve gençlik romanları yazarken en çok nelerden besleniyorsunuz, etkileniyorsunuz?

Yazmaya geç başladım. Çocuk yetişkin ayrımı yapmadan iç ve dış mekânlardaki gözlemlerim, yazılı basın, televizyon ve yakın zamanda da elektronik medyanın haberleri, farklı kesimlerden insanlarla iletişim; tüm bunlar duyarlılığımı arttırarak beni yazmaya yöneltti. Aynı nedenle sosyal projelerde yer aldım. Çocuk ve İlkgençlik Edebiyatı Araştırma Derneği (ÇİKEDAD) kurucu üyelerindenim. Küçük Çekmece’de, ‘Bir Milyon Kitaba Koşuyor’ etkinliğinde, yaklaşık yirmi okulu ziyaret ettim; söyleşiler benim için önemli bir deneyim oldu. Çocuk ve gençlere yazarken duyarlılığın yanı sıra sorumluluk duygum da güçleniyor. Bir de belki size tuhaf gelecek ama yurt dışı gezilerimden sonra hemen bir kitap yazıyorum. Bunda gezi izlenimlerimi okurla paylaşmanın rolü olsa da daha çok gezi olanaklarından yoksun çocuklara karşı ayrıcalıklı biri olmanın ‘kefaretini’ bu şekilde ödüyorum duygusuna kapılıyorum.   

Kitaplarınızdan ilke olarak yazınla yaşamın bağını koparmamaya özen gösterdiğiniz anlaşılıyor. Bu ilke ayrımlı anlatım türlerini içeren kitaplarınızda da değişmiyor. Usuma hemen ödüllü kitabınız Kelebek Olabilir Miyim? geliyor. Alegorik anlatımı kullanmışsınız kitapta. Ana izlek değişim. Tırtıl adlı genç, roman boyunca oluşan bir kişilik süreci içinde görünüyor. Kitabı yazarken neler düşünüyordunuz?

Tırtıl’ın, edimlerinin sorumluluğunu yüklenen bireyi temsil etmesini istedim. Kuşkusuz bu, onun yapısındaki bir genç için hiç kolay değildi. Kötüler karşısında çaresiz ama umutlu; umudu ve direnci yaşamında ilke edinmiş ve hedefine ulaşmak için mücadele azmini yitirmemiş bir genç olarak şekillenmeliydi. Alegorik anlatım, gerçek’in sesini daha güçlü duyurur, anlayışını benimserim. Metni ‘çocuğa görelik’ ilkesine göre oluşturmayı düşünürken ‘rüya atmosferi’ işimi kolaylaştırdı. Ancak ortalama çocuk okurun, metni ‘düz anlamıyla’ okuyacağı kuşkusu içindeydim: Örneğin Tırtıl, olayın olduğu yere vardığında, ‘ailenin gizemini- olayın kendisini’- sorgulamaz, aileyi bulduğu biçimiyle kabul eder. PPN’ler alegorisini tüketim ideolojisinin, tutucu değerlerin simgesi olarak tasarlamıştım; bu da algılamada zorluk yaratabilirdi. Ayrıca ‘kötüler’, masallara özgü kötülerin tersine, koşulların zorlamasıyla harekete geçen, dolayısıyla değişim geçiren varlıklardı. Metne dansı hevesle koydum. Dansın evrenselliği beni etkiler. Barışçıl, birleştirici, kaynaştırıcı bir sanat dans; dil engelini aşıyor, insanlar arası iletişimi sağlıyor.

©Nazlı Erdemirel

Kitaplarınızdan üçünde ortak bir figür birbirine eklemlenerek ve büyüyerek yürüyor. Kınalı ile Kocaçam adlı oyununuzda, masal dünyasında yaşayan, kolları çiçek dalları gibi incecik, yalnız ve yoksul çocuk yaştaki ‘adsız kız’; Gelincik Arkadaş Arıyor’da dokuz yaşlarında olmasına karşın yaşlı bir kadını andıran, kentin varoşlarındaki bir gecekonduda annesi ve kardeşiyle yoksul bir yaşam sürdüren Çiçek; Kumsaldaki Kız’da yine yoksul bir çevrede yaşayan, okula gidemeyen, o yaşta evin tüm yükünü taşıyan on iki yaşlarında çocuk işçi Fatma… Bir yazar olarak yaşadığınız çağa/ döneme bir tanıklık yaklaşımıyla özellikle insansal ve toplumsal sorumluluğunuzu yüksek bir duyunç muhasebesiyle kız çocuklarına odakladığınız görülüyor. Bir rastlantı mı bu üçleme?

Sorunuzu yanıtlamadan önce küçük bir not düşmeme izin verir misiniz? Sizin de bildiğiniz gibi, yıllardır kadın hakları savunucusu çevrelerle yakın ilişki içinde olduğumdan teorik ve ampirik bilgilerim, gözlemlerim sürekli etkileşim halinde. Kitaplar aracılığıyla, dünya nüfusunun yarısını ilgilendiren evrensel nitelikteki cinsiyet ayrımcılığını sorgulamanın, okuru eğitirken kadınlara ait çarpıtılmamış gerçeklerin ortaya çıkarılmasının da edebiyata zenginlik getireceği düşüncesindeyim. Takdir edersiniz ki, kitap cinsiyet ayrımcı öğeleri içeriyorsa yazınsal değerinden de kaybeder. Kitaplarımdan örnekler verdiğiniz kız çocukları da kadın –erkek eşitliğinin tam olarak gerçekleştirilemediği – ki ülkemiz bu konuda istisna değil- bir toplumda insan olma sınavı vermektedirler. Bugün dünya genelinde giderek yaygınlaşan, kız çocuğunu geleceğin annesine indirgemeye yönelik bir yaklaşım var. 12 Haziran'ın "Dünya Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Günü" ilan edilmesinin yanı sıra, 11 Ekim'in de "Dünya Kız Çocukları Günü" ilan edilmesi boşuna değil.

Bu saptayımımdan yola çıkarak önce Kınalı ile Kocaçam’ı ele almak istiyorum. Oyununuzda kentin bir parkındaki yaşlı ve genç iki çam ağacının tanıklığında gelişen toplum ve doğa yaşamına değin güzel -çirkin, iyi -kötü, doğru -yanlış değer yargılarının karşıtlamsal bütününde kimi olaylar süregelmektedir. İlginç olan doğanın -bu iki çam ağacının-, çevresinde olagelenlerden insanlardan daha çok ayırdında olması. Oyun alegorik biçemde sürse de aslında bu iki çam ağacının duyumları, duyumsadıkları, bilimsel olgularca da öngörüldüğü üzre bütünüyle gerçek… Doğanın tanıklığında süregelen olaylarda; meteliğe kurşun atan yoksul ama duyarlı adam, saf yürekli köylü, ranta kurban edilen doğa kıyımı, doğaya salınan kimsesiz köpekler, toplumun sorunlarından kendini soyutlayıp kendi dertlerine düşen hastalık hastaları, zayıflama delileri, bitkilerin de acı çekebileceği ya da duyguları olabileceği bilimsel gerçeği, doğanın güzelliğini ayırd etmeden gönül eğlendiren duyarsız gençler, doğayı yarattığı kirliliği ile boğan sanayileşme, börtü böceği, doğayı yıkıma götüren insan, devlet savsaklamalarından doğan yangınlar, orada burada yükselen çöp dağları, denizde süregelen acı mülteci yıkımları- ki kitabınızın basıldığı yıllardan günümüze gönderilen şaşırtıcı bir öngörü- , imlemelerim bağlamında başat figür; hayallerinin peşinde koşan kelebek inceliğindeki yoksul küçük adsız kız ve bu olgulara kulaklarını tıkayan, gözlerini yuman toplum duyuncu vb… Kimi tiratların Shakespearevari süren oyunda olayları, durumları çocuk pedagojisinde yorumlayabilmek zor olsa da bu dramatik kimi zaman da traji komik olgular duygu sömürüsü yapılmadan kaleminizden bir projeksiyon gibi yaşam sahnesine yalın bir dille  akıyor. Sevgili Tankut, bu oyununuzdan ne gibi dönütler aldınız?

Yazar- okur buluşmalarını yayınevleri düzenliyor. Kınalı ile Kocaçam'da bu buluşma gerçekleşemedi. Ancak Kültür Bakanlığı kitaptan beş bin adet bastığı için olsa gerek, bazı okullarda sahneye konduğu haberini aldım. Eğitimci ve yazar arkadaşlardan beğenenler oldu; özellikle kuşak çatışması; Kocaçam’ın Kınalı’yı suçlayıcı bir tavır takınmadan, yapıcı, ikna yöntemiyle deneyimlerini aktararak bilgilendirme girişimi gibi. Finaldeki “Yaşasın Sanat” iletisi, halk edebiyatımızın zenginliğinin okura Aşık Veysel ile hatırlatılması, sanırım bunlar kitaba ödül getirdi. Bu arada bir sırrımı sizinle paylaşayım; hoş, bu birçok yazarın başına, çoğu kez gelmiştir. Kocaçam’ın şu repliğini yazarken ağlamaktan bir süre bitirememiştim: “Kulak gerekmez işitmek için. Göz gerekmez görmek için. Âşık Veysel misali, görmeyen gözleri elleriyle dokunarak görür bizi. Türkü yakar sazıyla bizim için, eşi bulunmaz, dizi dizi…Ah beni kendimden geçiren anılar…” 

©Nazlı Erdemirel

Sözümü Gelincik Arkadaş Arıyor’la sürdürürsem; kahramanınız varlıklı evin sevimli kedisi ‘Gelincik’, -yediği önünde yemediği arkasında- her türlü olanağı olmasına karşın mutsuzdur. Çünkü kahramanımız sevgi ve ilgi açlığındadır. Özgürlükten de yoksundur. Oysa o arkadaş edinme, özgürlüğünü doyasıya yaşama ve paylaşma isteği ve tutkusu içindedir. Bu yüzden rahat ve lüks evinden kaçar ve romanın uzun soluklu serüvenine -alegorik olmayan ancak hayvan davranışları bağlamında ‘davranış bilime’ uygun bir yapıda adımlar. Ne ki kahramanımızın neliğine başka bir gözle bakmak da olasıdır. Verilmek istenen iletiyle bu görüngüler Gelincik’in görünürde olan özelliği, yapısı olmasına karşın başka bir olgu gibi gözüküyor. Kahramanınız Gelincik aslında bir simge olarak toplumsal gerçekliğin gözü, duyuncu gibidir. Kedimizin –bir bakıma sizin- keskin bakışlı gözleri bir kamera gibi kentte, özellikle varoşlarda dolaşarak okuru çeşitli yaşam kesitlerinden haberdar eder.  Toplumcu İran sinemasında ses veren Ayneh filmi gibi… (Yönetmenin Tahran sokaklarında kaybolmuş bir kız çocuğunun peşinden doğaçlamayla kamerayla gitmesi ve çeşitli insan görünümlerini, konuşmalarını izleyiciye taşıması…) Kentin trafik keşmekeşi, hava ve çevre kirliliği, toplumun alt katmanlarındaki –arsızı hırsızı, temizi pisi, neşelisi suratsızı- arasındaki acımasız yaşam savaşımı, insan ilişkilerindeki kimi sahici kimi ironi adına yürüyen hoyratlıklar, kentin üretim artıklarıyla beslenmeye çabalayan varlıklar (insanlar, hayvanlar), emeğin değeri- değersizliği, hayvan hakları, popüler kültürün, göz boyayıcı reklam çağının insan, toplum gerçekliğini perdeleyen, yok eden yönlendirmeleri (yoksul kızların artist olmayı hayal etmeleri gibi) vb. olguların göstergeleri; sonunda romanın esas kahramanımız dokuz on yaşlarındaki “Çiçek” üzerinde odaklaşması...  Asıl ulaşmak istediğiniz de sanki toplumsal sistemin tüm çarpıklıkları ile kuşatılan -çekilen yokluklar yetmezmiş gibi aile içinde de ezilen- Çiçek üzerine…  Tüm bu acıklı, kara ironi yapısallıktaki olagelenlere karşın kaleminizden umut, yaşam sevinci akıyor. Yine ilginçtir roman, yeni bir arayış ve keşif serüvenine göz kırparak sonlanıyor. Sanki Çiçek, Kumsaldaki Kız romanınızdaki on iki yaşındaki “Fatma”ya yükleniyor gibi…

Yukarıdaki son derece doyurucu analizinizden sonra bana söyleyecek söz kalmıyor. Ancak , Gelincik Arkadaş Arıyor için bir ekleme yapmama izin verin. Emine Hanım’ın Gelincik’e hazırladığı uyku sepeti, “gelin yatağı gibi süslüdür” tümcesi,  bu yaşını başını almış hanımefendinin gizli kalmış gelin olma hayalini ima eder. Kedinin adı da bunu çağrıştırır zaten. Dolayısıyla Gelincik arkadaş arayadursun, onu bulmak için yollara düşen Emine Hanım da bu vesileyle dış dünyaya açılma olanağı bulur. Nitekim bu vesileyle hayvan hakları konusunda bilgilenirken bir kadın olarak da daha önce tatmadığı özgürlük duygusunu yaşar. 

©Nazlı Erdemirel

Odaklandığım üçlememdeki son romanınız Kumsaldaki Kız’da içinizi döküp salt gerçekçi anlatıma dönüyorsunuz. Romanınızda; annesinin bebekken terk ettiği, babası ve akrabalarıyla daracık bir mekânda iç içe yaşayan, işe koşulduğu için okula gönderilmeyen devlette kaydı bile olmayan on iki yaşındaki Fatma’nın dramatik öyküsünü okuyoruz. Kitabınızın başlangıç bölümüyle sonu arasındaki bağlantı, roman tekniği bağlamında sinematografik özelliği barındıran yapısıyla ürününüzü tekleştiriyor. Varoşlarda süregelen sözde yardımsever insanların bağışlarıyla soluk almaya çalışan -ne ki gittikçe edilgenleştirilmeye çalışılan- yoksul insanlar, açık- kapalı tacizlere karşı korumasız çocuklar, dengesiz aile içi ilişkiler, ensest, toplumsal düşüncelerimizde daha kabul görmemiş bir yara olarak; toplumca dışlanma korkusundan umarsız kalmış annelerin bebeklerini cami avlularına bırakmalarının düşündüren, iç burkan; sorunun daha insanca çözülmesinin çok uzak zamanlara atılmış yaşanagelen dramları, çocukların uyuşturucu batağına her an kapılmaya uygun koşullar, koruyucu anneliğin ideal tanım ve yapısallığından uzak ‘bir bakıma evlatlık kurumuna benzeyen’ denetimsiz sahiplenmelerin insan onuruna ne derecede uygun olabilirliğinin sorgulanması (romanınızdan: “Başkalarının evinde yaşamanın zorluklarını iyi bilirim. O sahte güvenlik duygusunu… Sana bir şey armağan edilir ama karşılığında itaat beklenir.”), romanda geçen daha nice fısıltılarla atılmış çığlıklar ve tüm bu toplumsal yıkıma tanıklık eden sayfalar arasından olagelenleri perdeleyen yükselen ezan sesleri… Roman kahramanınız Fatma, romanın sonunda kitabınızın önsözündeki söyleminiz gibi, “Çocuk olmak güzel şey,’ diyebileceğimiz bir gelecek özlemiyle” dileğinizi içselleştirmiş bir bilinçle, “Dalgalara karşı yüzmeli, dalgalardan korkmadan, dalgaları aşarak’ diyerek suya dalar. Onca yüksek dalgalarla savaşımın sonucu romanın birinci bölümde açımlanır. Sonucun yarattığı dramatik etkisiyle bireysel ve toplumsal duyunçta  karşılık bulmasını amaçlar gibi. Roman toplumsal sorunlarımıza ayna tutan yapısallığı ile tıpkı Hasan İzzettin Dinamo’nun Sübyan Koğuşu öyküsü gibi belki geniş katmanlı okuru olmayacak ne ki yazınımızın toplumbilimsel uzamında bir başyapıt olarak var olacak, diye düşünüyorum. Sevgili Tankut, ‘toplumsal gerçekliği’, ‘çocuk gerçekliği’ ile örtüştürme çabanızın arka planındaki -toplumun alt katmanlarındaki çocukların acımasız sarmalındaki yaşantılarını imleme ve her şeye karşın umudu barındıran- sesinizi, çığlığınızı alabilir miyim?

Çocuk ucuz iş gücü. Eğitim hakkı elinden alınmış. Çocukluğunu yaşayamıyor. Bir çocuk olarak yaşamını yönetemez. Çevresi onun yoksulluğunu, eğitimsizliğini istismar edebilecek kişilerle dolu. Ne diyor Fatma? “İş için yaş sorulmuyor.” Bu söz toplumumuzun çocuğa bakışını özetlemesi açısından önemli. Oysa insan yaşamında çocukluk çağı çok önemlidir, diye biliriz. İnsanın yapı taşları çocukluğunda örülmüştür. Kitaplarımda çocuk işçi ile aile arasındaki bağa dikkat çekmeye çalıştım. Çocuğun bakımı ve yetiştirilmesi konusunda anne yalnız bırakılıyor. Aile içinde kız çocuğuna, kadına karşı işlenen suçlar gizli kalıyor. Bu koşullar altında anneliğin de tadına varılamaz. Arzu edilen dünya çocuklarının eşit haklara sahip bireyler olarak yetiştirilmeleri. Ancak çocuk sorunları yalnızca yoksul kesime özgü değil. Yoksulluk çekmeyen ailelerin çocuklarının, örneğin Fatma’nın kaldığı sitedeki İdil gibilerinin de beklentileri karşılanamıyor. Kuralların baskısı, sürekli denetim altında tutulma… İdil’e de çocuk gerçekliğini yaşamasında sınırlama getirilmiş. Çevresinde itilen kakılan Fatma, kişiliğini korumak için düşlerine sığınırken, İdil de zamanının çoğunu siber dünyada geçiriyor; oraya sığınıyor. Gerçek dünyada kuramadığı bağları orada arıyor. Hangi kesimden olursak olalım, biz yetişkinlere düşen, sorunları altında bunalan tüm çocuklarla etkili bir iletişim kurmak, onların özgüven duygusunun artmasına yardımcı olmaktır. 

0
8396
0
Fotoğraf: Nazlı Erdemirel
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage