Meryem Gültabak ile hem tanıdık hem de yabancı bir evrende geçen, her şeyin ortasında kibriyle, zaaflarıyla, içgüdüleriyle, inancıyla, merakıyla, şüpheleriyle insanın yer aldığı yeni romanı Bütün İyiler Öldü’yü konuştuk.
Meryem Gültabak’ın geçtiğimiz aylarda İthaki Yayınları’nın Pangea Kitaplığı'ndan çıkan yeni romanı Bütün İyiler Öldü aslında daha çok iyiliklerin dolaşımda olması gerektiğine vurgu yapıyor. Gültabak ile yeni romanı odağında konuşurken yaratılmış olan yeni evrenden bahsediyoruz fakat ne olursa olsun yaşanılabilir kılınmaya çalışılan dünyamızı tamamen unutmadan da gerçekleştiriyoruz söyleşimizi. Bütün iyiler ölmüş olabilir mi gerçekten? Yeni evrenlere, insan yaşamının sürdürülebilirliği için bu yüzden mi ihtiyaç duyuluyor?
Çeşitli internet sitelerinde içerik editörlüğü, sinema ve televizyon sektöründe de birçok yapım için senaryo yazarlığı yapmışsınız. Roman yazma, edebiyat içerisinde yol alma nasıl dahil oldu bu süreçlere?
Öncelikle bu soruyu sorduğunuz için çok teşekkür ederim. Emeğin fark edilmesi çok onur verici. İdealim hep yazı ile ilgili işlerdi ama iş hayatım bu alanda başlamadı. İlk işimi acilen maaş almam gereken bir dönemde bulmuştum. Oyuncak tasarlayan bir firmada tasarım asistanı olarak çalışıyordum. Yazacak vaktim yoktu, daha doğrusu ben olmadığını düşünüyordum. Birinci ayın sonunda yazmayı çok özlemiştim. Sabah çok erken kalkıp, geceleri geç yatarak, yavaş yavaş sonradan ilk romanım olacak hikâyemi yazmaya başladım. Sabah düzeni zamanla oturdu. Yazıyla ilgili işlerim olduktan sonra da devam etti. Sabahları çok erken saatte kalkarım, koşarım ya da yürürüm sonra, herkes uyurken, telefonum çalmaya başlamadan önce, iki saat kadar, o anda ilgilendiğim romanımla uğraşırım. Çok çalışmam gerekiyor mesleğimden dolayı. Şov hep devam ettiği için pek tatil imkânı da tanımıyor. Benim tatilim romanımla uğraştığım o iki saatler.
Yeni romanınız Bütün İyiler Öldü’yü yazma sebeplerini sorarak romanın içeriğine doğru giriş yapmak istiyorum. Neydi size romanı yazdıran meseleler?
Şahsi sebep olarak bir nevi orta yaş krizi diyebilirim aslında. Eşim karamsar bir insandır, ben ise bardağın dolu tarafını gören biriyim. İkimizin de evden çalıştığı bir dönemde, eşimin karamsarlığına inat, kendi iç dünyamın geniş bir versiyonu olacak bir ütopya yazmak istedim. Yazdım da. Okudum ve benim ütopyamın ben de dahil pek çok insanın distopyası olabileceğini fark ettim. Bu, kendimle yüzleşmeme demeyeyim de, en azından kendimi sorgulamama yol açtı. Benim içimdeki zorba, hikâyenin geçmişine ilham oldu ve ben de lanetlediğim karamsarlığın hikmetlerini keşfetmeye başlayarak kahramanlarımı şekillendirdim. Şahsi bir meseleydi aslında ama öyle kalmadı.
Kitabın ismini bir cümle olarak düşündüğümüzde aslında gündelik hayatımızda –dünyada olup biten, tüm yaşananlara istinaden aslında– sıklıkla telaffuz ettiğimiz bir cümle diyebiliriz. Hiçbir şey eskisi gibi değil, her şey değişti ve bütün iyiler öldü. Bu yeni evren neden yaratıldı, neye ihtiyaç duyularak var edilmek istendi?
Gerçekçi olmam gerekirse gelecek çok aydınlık görünmüyor. Giderek daha da totaliterleşen yönetimler, gezegenin, “karşı karşıya olduğu” bile diyemeyeceğim, içinde olduğu çevresel felaketler… İnsanlığın şu anki yuvasının sabrını cidden zorluyoruz ya da belki taşırdık bile. Üstelik; yine sık telaffuz edilen bir cümle söylemek isterim: “Tarih tekerrürden ibaret.” Yani ders almıyoruz, başkalarının hakkına kast eden taraflarımızı değiştirmiyoruz ya da belki, tanımıyoruz kendimizi insanlar olarak. Bütün bunları düşündüğüm zaman gözümde canlanan gelecek kitaptaki gibi: İş işten geçtikten sonra yaşanılabilir kılınmaya çalışan bir dünya…
İçinde yaşadığımız dünya tarihi, insanın varlığıyla yön değiştiriyor aslında. İnsan – bilim kurgusal düzeyde farklı evrenler yapılandırılsa da – önemli bir faktör olarak hep var. Romanın iki ana karakteri Elma ve Dal’ı biraz bu önemlerine vurgu yaparak konuşmak isterim sizinle. İki karakteri yaratırken olayların buraya geleceğini düşünmüş müydünüz yoksa onlar kendiliğinden mi hikâyelerini yarattılar?
Senarist olmamdan da kaynaklı olabilir, planlı bir yazarımdır. Yazmaya başlamadan önce önümdeki aşamaları, elimdeki malzemenin tamamını görmek isterim. Romana başladığımda başını, ortasını ve sonunu biliyordum. Sonradan bazı değişiklikler yaptım ama Dal ve Elma’nın yolculuklarına da genel hatları ile hakimdim. Elma ve Dal’ın ikili ilişkisini, kurduğum dünyanın küçük bir temsili olarak kurgulamak istedim. Zaten hikâye boyunca benzer ikilikler tekrar ediyor. İki zaman var, iki rehber kitap, kitaptaki geçmiş zamanda tartışılan iki fikir, çekişen iki karakter ve kitabın şimdiki zamanında da, farklı iki fikri tartışan Dal ve Elma var… Bu ikili mücadelelerde, hep taraflardan biri diğerini asimile ederek, içine alarak ya da domine ederek baskın çıkıyor, kazanıyor. Kazanmış görünüyor demek daha doğru. Elma ve Dal’da bu iç içe geçmeyi daha yakından incelemek istedim. Döngüleri de isimleri ile bağlı. Dal, Elma’yı taşıyor; Elma da içinde yeni Dallar yaratabilecek bir çekirdek… Yok edildiği zannedilen hiçbir fikrin aslında yok olmadığını, güçlenerek beklediğini bu yolla anlatmak istedim. Bence aşk da, dünya da, insan da, tarih de böyle işliyor.
Romanın başından itibaren ve roman boyunca “İyilik Kitabı” ve “Küçük Yaratıkları Tanıma Rehberi” bize eşlik ediyor. “Küçük Yaratıkları Tanıma Rehberi” daha tartışmalı diyaloglarla yolunu alırken “İyilik Kitabı” daha sakin bir patika belirliyor sanki kendine. Kurgu içerisinde birbirine el vererek, birbirinin içinden geçiyorlar aslında, ne dersiniz?
İki kitabı da insanlığı uyarmak için yazılmış metinler olarak kurgulamak istedim. “İyilik Kitabı” daha dayatmacı, “Küçük Yaratıkları Tanıma Rehberi” ise daha tartışmacı dediğiniz gibi. Biri insanlığa çocuk gibi davranıp onu terbiye etmeye çalışıyor, diğeri insanlığın çocuk olduğunu kabul ediyor. “İyilik Kitabı” büyük cümlelerin, bağıran yüksek seslerin, sloganların kitabı, “Küçük Yaratıkları Tanıma Rehberi” ise özünde bir masal. Biri katı, biri esnek, biri sakin, kabullenici, biri taşkın, öfkeli… Aynı ikilik Elma ve Dal’ın karakterlerini de tarif ediyor. Bu kitaplar bir anlamda onların iç sesleri. İç rehberleri. Kitaptaki geçmişte, bir adamın doğaya ve aslında kendisine olan aşkı “İyilik Kitabı”nı ortaya çıkarıyor, kitaptaki şimdiki zamanda da Elma ve Dal’ın aşkı “Küçük Yaratıkları Tanıma Rehberi”ni. Yani aşk gelip fikirleri, amaçları, inançları her şeyi birbirine karıştırıp bütünü yaratıyor. Gerçekte de böyle olduğunu düşünüyorum.
Odysseus ve İkarus... Bu evrende iki farklı araç olarak karşımıza çıkıyorlar ama mitoloji adına önemli iki karakterler aslında. Böyle bir bilim kurgusal evrenin içine bu iki mitoloji karakterini yerleştirmeye nasıl karar verdiniz?
Odysseus ve İkarus birer kaşifler aslında. Odysseus dünyayı keşfediyor bir anlamda, İkarus ise uzayı hedefliyor. Tıpkı hikâyedeki Dal’ın mücadelesini dünyada vermesi ve Elma’nın bir uzay kaşifi olması gibi… Bu iki mitolojik karakteri Elma ve Dal’ın kökleri gibi düşündüm. Çıkış noktam bu oldu. Kitaptaki sürprizleri bozmadan bu kadar yorum yapabiliyorum…
“Limon suyu ile yazılar mı yazıyordu Elma’nın babası?” Yazı edimi, yazmak, ifadelendirmek, edebiyat, sırlar, aile… Çok çağrışımlı yapısı ile birlikte büyüleyici bir tarafı var sanki bu cümlenin.
Bu yazı biçimi için çok düşündüm. “Herkese bana göründüğü gibi görünür mü acaba?” diye düşünerek çok da tereddüt ettim kitaba dahil ederken. O sebeple bu sorunuz içimi rahatlattı aslında. Limon suyu ile ancak ışık değişimi ile görülebilen yazılar yazmak, ta çocukluğumda, “Küçük İzci El Kitabı”’nda okuduğum bir hile idi. O zaman çok büyüleyici gelmişti. Hâlâ öyle geliyor. Bir kere tüm yazı biçimlerinden bir boyut daha fazlasına sahip; kokusu var… Bu yöntemin somut olarak bir sırrın kokusunu alabilmeyi mümkün kıldığını düşündüm. Hikâyedeki işlevi dışında, bana en cazip ve büyüleyici gelen tarafı buydu.
Elma’nın uzay boşluğuna bırakılmış ölülere bakarak düşündüğü sahneler de çok önemli. Sadece ütopik değil tam anlamıyla distopik bir yapı inşası.
Aslında bir yandan da sembolik. İnsanın hem ölümlü hem de bilinçli olmasını hiçbir zaman anlayamadım. İnsanı hiç tanımasam, biri bana bunu anlatıyor olsa, “Bu canlılar öleceğini biliyor ama yine de yaşama dört elle sarılıyorlar.” dese, bir mantık hatası olduğunu düşünürüm. Oysa öyle değil. Yaşamın sınırlı olması insanın yaşama azmini körüklüyor hatta. Öyle anlıyorum. Bilinci ile lanetlenmiş ve kutsanmış insanın en sihirli tarafı bu bence. Uzaydaki ölüler bunun bir sembolü aslında. Ölüm çepeçevre bizi sardığı hâlde, tepemizde sürekli var olduğu hâlde, o kadar büyük bir şeyi kendimize unutturabiliyoruz. Belki de bu yüzden sürekli aynı hataları tekrarlıyoruz, tarih bu yüzden tekerrür ediyor.
Ve hikâyedeki zaman kavramı, zamanda geri dönmeler, sıçramalar veya gelecekten bildirmeler kurguda önemli bir işlevle karşımıza çıkıyor. Bir rakam atarak yıllar arasında yol alıyoruz. 218, 219, 220… Başlı başına bir atmosfer yaratma hususunun en önemli parçası gibi kullanıyorsunuz zamanı böylelikle.
Amacım buydu. Romanda utanılan ve kurtulmaya çalışılan, pişmanlıkla örülü bir uzak geçmiş, insanlığın yeniden inşa edildiği bir yakın geçmiş ve bir de kahramanların yaşadığı şimdiki zaman var. Hepsi de birbirine doğru akmaya devam ediyorlar hikâye içinde. En sonunda da bir spiral gibi kapanıyor zaman… Zamanı bir taraftan da kültür ve kültür ürünlerinin zamanla uğradığı deformasyon, değişim üzerinden takip etmek istedim. Bu yolla atmosfere katılsın istedim bir yandan da. Umarım başarabilmişimdir.
İklim krizi, ekolojik krizler, pandemi, savaş, ekonomik krizler… Dünya yenilenebilecek mi ya da tüm bunlar bir yenilenme süreci mi ve kültür sanat, edebiyat dünyasının bu yenilenmelerdeki rolü ne olacak sizce?
Dünyanın yenilenmesi, insanın yenilenmesi ile; insanın yenilenmesi ise kendisini gerçek anlamda tanıması ile mümkün olabilir diye düşünüyorum. Dolayısı ile; bir insan olarak kendimden yola çıkarak söylüyorum, çok da umudum yok. Ama bir taraftan da kültür, sanat ve edebiyatın, insanın kendisini değerlendirebilmesinin, anlayabilmesinin nadir araçlarından olduğuna inanıyorum. Hatta belki de tek aracıdır. Yani aslında yenilenmeye dair zaten az olan umudumun tamamını kültür sanat ve edebiyata yatırıyorum diyebilirim.