Yazar ve akademisyen Murat Erdin ile itfaiye teşkilatının 400 yıllık tarihine odaklanan İstanbul'da İtfaiye - Yangın Olur Biz Yangına Gideriz adlı kitabı üzerine konuştuk.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, kentin kurumlarına, tarihine, kültürüne ilişkin kitaplar yayımlamaya devam ediyor. Geçtiğimiz aylarda okurla buluşan, yazar ve akademisyen Murat Erdin'in hazırladığı itfaiye teşkilatının 400 yıllık tarihine odaklanan İstanbul'da İtfaiye - Yangın Olur Biz Yangına Gideriz adlı çalışma da şehrin hafızasına ışık tutuyor. Bu kadim kent tarih boyunca deprem ve yangınlarla mücadele etti. Kitapta teşkilatın modernizasyonuna kadar geçirdiği evreler, tarih boyunca kaydedilen büyük yangınlar, basında, edebiyatta, kültürel alandaki yansımaları işleniyor. Kemalettin Kuzucu, Sabri Koz, Feridun Andaç, Emin Nedret İşli, Önder Kaya, Prof. Dr. Serdar Öztürk, Dağhan Dönmez, Erdinç Akkoyunlu, Murat Erdin ve Çayan Özvaran'ın yazılarının da yer aldığı İstanbul'da İtfaiye kitabı üstüne Murat Erdin ile konuştuk.
Ateş, yangın, itfaiye… İtfaiye teşkilatının 400 yıllık tarihine farklı bir bakış açısıyla odaklandığınız İstanbul’da İtfaiye kitabını hazırlama düşüncesi nasıl oluştu? Antik çağdan günümüze bir kurumu anlatıyorsunuz. Nasıl bir araştırma süreci yaşadınız?
Sizin de bildiğiniz gibi İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları bir süredir önemli referans kitapları yayımlıyor. Bu kitaplar tamamıyla İstanbul’u temel alan, kentin bilinmeyenlerini ortaya çıkaran, kadim tarihini oluşturan her şeyi ciddi bir bakış açısıyla ele alan kitaplar. İBB’ye bağlı bir organizasyon olan İstanbul İtfaiyesi de kentin en eski ve önemli kurumlarından biri. Böylesine eski kurumlar kendilerine ait bir gelenek oluşturur, bir kurumsal benlik meydana getirirler. Biz de bu kitapta İstanbul İtfaiyesi’ni her açıdan ele almaya çalıştık. Hepsi alanında çok yetkin 11 yazarın makaleleriyle oluşturduk kitabı. İtfaiyenin tarihi, İstanbul’u mahveden büyük yangınlar, basın ve süreli yayınlardaki etkileri, edebiyat ve sinemadaki yeri ve akıllarda kalan anılarla büyük bir itfaiye kitabı yaptık. Araştırma ve yazım süreci bir yıldan fazla sürdü. Kenti yangın ve doğal afetlerden koruyan çok önemli bir teşkilata sahipler. Üstelik sadece İstanbul’a değil Türkiye’nin her yanına yetişiyorlar. Kahramanmaraş merkezli depremlerden hemen sonra İBB İtfaiyesi hemen Hatay’a intikal etti ve orada onlarca canı kurtardı. Sahip olduğu tecrübeyle diğer kurtarma ekiplerine yol gösterdi. Kitapta sadece yangına ilişkin çalışmalar yok, deprem ve sel gibi diğer doğal afetlerde İBB İtfaiyesi’nin yaptığı kurtarma çalışmaları da var.
İtfaiye teşkilatında askeri yapıdan sivil yapıya hangi aşamalardan geçildi? (Yeniçeriler, tulumbacılar, itfaiye alayı, mahalleliler, teşkilatın modernizasyonu…)
Osmanlı sultanı İkinci Mehmed, Konstantinopolis’i fethettiğinde şehir sur içinden ibaretti ve nüfusu 100 bin kadardı. İstanbul büyüdükçe sorunları da büyüdü. Eskiden saray ve bazı devlet binaları hariç tüm yapılar ahşaptandı. Bu durum kenti yangınlara karşı daha savunmasız yapıyordu. Arka arkaya çıkan büyük yangınlar vardır İstanbul tarihinde. Orhan Pamuk İstanbul kitabında biraz bahseder bunlardan. Yangına karşı duyulan merak, yanan bir şeyi seyretme zevki, mahalleleri yok eden şehir yangınları... Tamamen ahşap olan evleri korumak için Osmanlılar ordusunu kullanmışlardır. Yeniçeri Ocağı içinde kurulan tulumbacılar gönüllülerden oluşuyordu ve güçlü kuvvetli, atletik gençlerin yardımıyla yangınlara koşuluyordu. Kendisine has “tulumbacı kültürü” böyle doğmuştur. Kendilerine ait manileri vardı ve yangına giderken yüksek sesle bu maniyi söylerlerdi. Onların siren sesi buydu ve duyanlar hemen yoldan çekilirdi. Bu öylesine büyük bir kültürdü ki destanlara bile konu olmuştur. Yazarlarımızdan Sabri Koz bu destanları çok güzel anlatıyor kitapta. Zamanla tulumbacılar profesyonel bir itfaiye teşkilatına dönüştü. Dönüşmek zorundaydı. İstanbul gibi bir kentte modern bir itfaiyenin varlığı çok önemlidir.
İstanbul İtfaiye Teşkilatına 50 yıl süresince hizmet veren Szechenyi Paşa’nın kurum açısından önemine değinir misiniz?
Çok önemli bir şahsiyettir. Bugünkü İstanbul İtfaiyesi geleneğini, kurumlarını, idare şeklini, profesyonelliğini ona borçludur desek abartılı konuşmayız. Aslında askerdir. Aldığı eğitim sayesinde ülkesi Macaristan’da da itfaiye teşkilatının temelini o atmıştır. Macar İtfaiyesi ile İstanbul İtfaiyesi’nin kuruluş tarihleri birbirine yakındır. Geçen yıl Kont Ödön Szechenyi Paşa’nın ölümünün 100’üncü yılıydı. Hayatının 48 yılını İstanbul’da geçirmiş ve çok sayıda hizmet ve onur madalyası almıştır. İstanbul onun adını yaşatmalı.
Tarih boyunca bu kadim şehir pek çok büyük yangınla sınandı. Bu büyük yangınlar şehirde ne gibi sorunlar, dönüşümler yarattı?
Büyük travmalar yaşattı. Eski yıllarda sigortacılık hizmeti olmadığı için yangının kül ettiği şeyleri geri getirmek mümkün olmuyordu. İnsanların ömür boyu çalışıp kazandığı, güçlükle satın aldığı eşyalar, borca girip başını soktuğu evler yarım saat içinde yok oluyordu. Kadim bir şehir olarak İstanbul hem ahşap evlerden oluşuyordu. Mahalleler plansızdı ve yollar çoğunlukla yukarı doğru uzayan dar sokaklardan oluşuyordu. 1569, 1633, 1660 ve 1755 yangınları korkunçtu. Alevler kenti cehenneme çevirmişti ve yüzlerce insan diri diri yanmıştı. 1782 yılında Balat Fenerkapı Mahallesi’nde başlayan yangın denizden bile görülüyordu. O yıl şehirde birkaç yangın birden çıkmıştı. Tüm bu yangınlar modern İtfaiye Teşkilatı’nın kurulmasının ne kadar gerekli olduğunu ortaya koymuştur.
Yangınları tetikleyen unsurlar günümüze kadar ne gibi değişiklikler göstermiştir?
Yangın tehlikesi hep olacaktır. Geçmişte insanlar evlerinde sobalarla, mangallarla ve ocaklarla ısınıyorlardı. Evlerde nargile ve çubuk içiliyordu. Yatarken bunlardan birinin söndürülmemesi zaten ahşap olan evin bir anda cayır cayır yanmasına neden olurdu. Günümüzde betonarme binalarda oturuyoruz. Bu da deprem için bir hassasiyet yaratıyor. Ahşap evler yangına karşı zayıf ama depreme karşı güçlüdür. Yani her dönemin kendine has olumsuzlukları var. Günümüzde en çok yangın çıkaran cihazların başında fişte bırakılan mobil telefonlar geliyor. Elektrik kaçakları, ormanlık alana söndürülmeden atılan sigara izmaritleri, piknikçilerin dikkatsizlikleri yangın başlatıyor.
Yangınlar konusunu ele alan bir kitapta yangın kulelerinden söz etmemek mümkün değil. Yangın kulelerinin itfaiye tarihi açısından yeri nedir?
İstanbul’da çok güzel, ikonik yangın kuleleri var. En bilineni benim de mezun olduğum İstanbul Üniversitesi’nin bahçesinde bulunan Beyazıt Yangın Kulesi’dir. Galata Kulesi de yangın kulesi olarak kullanılmıştır. Haberleşme olanağının kısıtlı olduğu zamanlarda yangın kuleleri birer erken uyarı sistemi gibi çalışıyordu ve pek çok yangın bu kuleler sayesinde büyümeden söndürülmüştür. Yazarlarımızdan Önder Kaya bunları çok güzel anlatıyor kitapta.
İtfaiye teşkilatının günümüzdeki dönüşümünü; yangınların yanı sıra sel, deprem gibi doğal afetlerde de görev almasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu çok önemli bir konu. Dünyanın her itfaiye teşkilatı sadece yangınları söndürmekle yetinmiyor. Ağaçta mahsur kalmış bir kediden bir gökdeleni yok edebilecek yangına, sel felaketinden depreme ve kasırgaya kadar insan yaşamını olumsuz etkileyebilecek türlü musibetlerde itfaiye teşkilatları görev başında oluyor. İtfaiye birimleri bilimsel yöntemler kullanarak enkaz altında kalanlara ulaşıyorlar. Yangını çıkmadan engellemek için okullarda eğitim veriyorlar, yangın bilincini topluma yerleştirmek için seminerler veriyorlar. Medya organlarında yayımlanan kamu spotlarında mutlaka yangın ve diğer doğal afetlere karşı alınabilecek önlemler de olmalı.
İtfaiyecilerle sözlü tarih çalışması olarak yaptığınız konuşmalarda dikkatinizi çeken detaylar oldu mu?
Aklımda kalan en önemli konu eski itfaiyecilerin yangına bakışıyla yeni neslin farkıydı. Eskiler yangına karşı daha gözü kara davranırken yeni nesil daha bilimsel ve teknik yaklaşıyor. Ortak özellikleri cesaretleri. Güçlü ve cesurlar. Birbirlerini kolluyorlar. Kurum kültürüne daima sahip çıkıyorlar. Hepsinin ortak şikayeti dar sokaklar, dikkatsizce park eden araçlar ve İstanbul’un korkunç trafiği. Hâl böyleyken vatandaşların yangına geç kaldınız tepkisiyle karşılaşıyorlar ve bu tepkiler onları üzüyor.
Sabri Koz’un âşık destanları üzerinden yangınları ele aldığı bir dosyasında yer alan çalışmalar yangınlarla ilgili geçmişten günümüze ne gibi bilgiler sunuyor?
Bunlar destansı metinler oldukları için bilgi vermekten öte edebi metinler olarak okunabilir.
Antik Yunan’dan günümüze felsefe, edebiyat, kültür sanat alanında verilen yapıtlarda imge olarak “ateş” güçlü bir yer tutuyor. Platon’dan Nâzım’a, Oruç Aruoba’dan Yaşar Kemal’e ateşin izini sürecek olursak neler söyleyebilirsiniz?
Ateşi tanrılardan çalarak insanlara veren Prometheus, Zeus’un cezasına razı olmuştu. Ateş insanlığın uygarlaşma sürecinde önemli bir araçtır. Ateşin ehlileştirilmesi yani insanın hizmetine girmesi yemeğin pişirilerek yenmesinin yani insanın hayvandan farklı beslenmesini ve kışın donmadan yaşamasını sağladı. Bu yüzden ateş ve yangın destanlarda, masallarda, edebiyatta, şiirde ve sinemada hem asli bir unsur olarak hem de metafor olarak kullanılmıştır. Yaşar Kemal, Bu Diyar Baştanbaşa kitabında yangınlarla kül olan ormanlarda geçirdiği günleri anlatır. Nazım Hikmet’in “Yangın” adında şiiri vardır ve bazı şiirlerinde ateşten söz eder. Orhan Pamuk, İstanbul yangınlarını anlatır.
Türk sinemasında yangın son bölümünü oluşturuyor. Lütfi Ö. Akad’tan Ceylan Özgün Özçelik’e sinemada yangın temsilini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yangınlar ve alevler yüzlerce filmde görünürken itfaiye ve itfaiyeciler her filmde görünmez. Örneğin yönetmenliğini Baki Çallıoğlu’nun yaptığı 1956 yapımı Yangın filminde alevler her yanı sarmışken itfaiyeci görmeyiz. Yönetmenliğini Atıf Yılmaz’ın yaptığı ve başrollerinde Ayhan Işık, Necla Nazır ve Fikret Hakan’ın oynadığı 1977 yapımı Yangın filminde alevler bir gemiyi yutarken itfaiye araçlarına rastlamayız. Ekmekçi Kadın (1965), Avare Kız (1966), Gül Ağacı (1967), Kınalı Yapıncak (1969), Cambazhane Gülü (1971), Ekmekçi Kadın (1972), Gecekondu Rüzgarı (1972), Canım Kardeşim (1973), Talihsiz Yavrum (1974) ve Doktor (1979) filmlerinde yangın sahnelerine rastlarız. Ayhan Işık’ın başrolünde oynadığı Yangın Var filminin yapım yılı 1960’tır. Lütfi Akad’ın yönettiği film tamamen tulumbacılara adanmıştır ve bu ithaf filmin başında izleyiciye bir yazıyla duyurulur. Bu ithaf kitabı hazırlarken hepimizin dikkatini çekmişti. Başka Türk filmlerinde de yangın ve ateş sahneleriyle, itfaiyeci tiplemeleriyle karşılaşırız.