Gitmeden, görmeden, bilmeden âşık olunacak – Mekke’den sonraki – dünyadaki ilk şehir İstanbul’dur.
İstanbul bir “kitap”tır; her okunuşunda büyüsü ve gizemi artan, her okunuşunda başka başka yönleri fethedilen, bir “bin bir gece masalı”dır.
İstanbul başlı başına bir “hayat”tır; bir insanın yirmi dört saatleri toplamıdır: Süleymaniye “bayram namazı”dır, Sultanahmet “cuma”, bütün camiler “beş vakit”tir, Eyüp “dua”. Beyoğlu “volta”dır, Ortaköy “seyir”. Üsküdar “misafir odası”dır, Piyerloti “kahve içimi.” Hayata şöyle bir “yukarıdan” bakmak isterseniz, buyurunuz Çamlıca’ya. Cerrahpaşa “tedavi”dir, Bakırköy “muvazene”, Fatih “tesettür”dür, Taksim “coşku”. Harbiye “üniforma”dır, Elmadağ “radyo”. Galata “banker”dir, Karaköy “sermaye”. Kasımpaşa “tersane”dir, Mahmutpaşa “ticaret”. Vefa “boza”dır, Kanlıca “yoğurt”. Adalar “tenezzüh”tür, Galata Kulesi “teneffüs”.
İstanbul’un her semti bir ayrı kitap, her semti bir ayrı roman, he semti bir ayrı şehir, her semti bir ayrı ansiklopedidir.
İstanbul tek başına “ülke”, tek başına “dünya”, tek başına “devlet”tir.
İstanbul’u anlamaya, İstanbul’u anlatmaya bir ömür kâfi gelmez, gelemez.
İstanbul’suz bir Türkiye “hasta”, İstanbul’suz bir Türkiye “fakir”, İstanbul’suz bir Türkiye “mutsuz”dur. İstanbul Türkiye’nin “kalbi”, İstanbul Türkiye’nin “beyni”, İstanbul Türkiye’nin “mide”sidir; İstanbul’la “yer”, İstanbul’la “düşünür”, İstanbul’la “yazar”ız; hatta Türkçemiz bile “İstanbul Türkçesi”dir.
İstanbul “heves” İstanbul “hayat”, İstanbul “huzur”dur; İstanbul “gizem”, İstanbul “gamze”, İstanbul “görgü”dür.
Her şey zıddıyla kâimdir de: İstanbul “gayyâ”dır, “garez”dir, “gaflet”tir de yerine göre.
Türk futbol tarihi neredeyse tek başına “İstanbul”, İstanbul futbol tarihi de neredeyse tek başına “Galatasaray”dır; “Fenerbahçe” seyirci, “Beşiktaş” coşkudur.
İstanbul dünyada “ne aranırsa bulunacak” tek şehirdir; ölüme çare hariç her aranan bulunur onda.
Uçurumlar da ondadır, zirveler de; dramlar da ondadır, vuslatlar da; zira her şeyin zirvesi İstanbul’da mevcuttur.
Lugatımızdaki bütün kelimelerin yaşadığı, yaşatıldığı, yaşanıldığı şehrin adıdır İstanbul.
“Adalardan bir yar gelir”ken sizlere, sorardınız “kız sen İstanbul’un neresindesin?” diye, “sazlar çalınırken Çamlıca’nın bahçelerinde”, siz “Leyla”nızı da alır, “Heybeli’de mehtaba çıkar”dınız biliyoruz; tüm Türkiye, tüm Rumeli de biliyor bunu.
Bütün bir Türk dünyası İstanbul’la “yatar”, İstanbul’la “kalkar”, İstanbul’la “ağlar”, İstanbul’la “güler”; zira İstanbul “sinema”dır, “tiyatro”dur, “televizyon”dur; İstanbul “kitap”tır, “gazete”dir, “iletişim”dir.
Aslında İstanbul, bir mutluluk fotoğrafının gerçek hikâyesidir.
İstanbul Der-Saadet’tir, mutluluklar ülkesidir.
Kısacası İstanbul “hayat”tır, hayatın ta kendisidir.
İstanbul Türkiye’dir.