Yaşlanmak böyle bir şey galiba, her şey anılarıyla seçiliyor, ayrıcalık kazanıyor. Bir filmse, filmin kendisi kadar, nerde ne zaman, kimlerle izlediğin, bir şarkıysa hangi yaşta hangi duygularla dinlediğin, bir şehirse nasıl gittiğin ve nasıl döndüğün, bir kitapsa dili, konusu, anlattıkları, yazarı kadar onun çağrıştırdıkları, hatırlattıkları da etkili oluyor sevginde, özleminde, ilginde.
Burcu Aktaş'ın Çarpık Ev ve Durmayalım Düşeriz kitaplarını kızım Nar'ın kitaplığı için almıştım, 0rtaokul-lise çağlarında okur diye. Orasından burasından derken, oturup önce ben okudum, sonra da İstasyonda Vals (Kırmızı Kedi, Nisan 2014) yayımlanınca, resimleyen de Mehmet Güreli olunca, aldım, bir solukta okudum.
İstasyon Meydanı'nın insanlarını anlatıyor Burcu Aktaş. Sessiz ve siyah-beyaz filmler oynatan sinemasını, sessizlik siyah-beyaz değil midir hem, 'kendine has tatlı ve kurabiyeleri'yle olduğu kadar, romana yayılan limonatasının lezzetiyle de meşhur pastanesini, ve büyük-küçük herkesi mutlu eden lunaparkını, bir de 'neşeli ve üzünlü bir gün'e benzettiği orkestrasını. Bir anlamda 'düğün ve cenaze müziği' çalan orkestrayı.
Her şey İstasyon Meydanı'nda olup bitmektedir, bir cennettir orası. Mavi takım elbiseli, sanırım açık mavi ya da göğün rengi, beş adam, sinemada oynayan sessiz, siyah-beyaz filmlere hem hayat vermekte hem de renklendirmektedir. Buster Keaton'ın başrolünü oynadığı Sherlock Jr. filmi başlar, orkestra ise perdenin altındaki çukurda filmin ritmine göre hızlı, yavaş, gergin, coşkulu, yumuşak, ağır, zarif, şakacı müziklerini çalarlar. Canlı müzik film boyunca sürer.
Kemancı Cemi'nin sesi kemanının sesine çok benzer. Kontrbasçı Cevdet'in elleri çok güzeldir. Klarnetçi Kenan'ın klarneti, “uzaktan bakıldığında, siyah smokin giymiş biri” gibidir. Trompetçi Saffet'in “enstrümanını çalarken şişen yanakları bile” ona çok yakışır. Bilgece lafları olan Salih'in akerdeonu ise “üzerinden hiç çıkarmadığı bir yelek gibi” durmaktadır.
Sessiz film merakı Film Yaşar'dan mirastır. Onun hikayesi daha da ilginçtir. Yaşar, Lumiere Kardeşler Kudüs tren istasyonunda Kudüs'ten Ayrılış adlı filmi çekerlerken oradadır ve trene el sallayanlar içindedir. Yani filmde de oynamıştır. Sonra kafayı sinemaya takar. İşte beş müzisyen onun mirası olan bu sinemada canlı 'film müziği' yaparlar. Bir gün Kemancı Cemi'nin yaptığı bir yanlış anlaşmayla şehirdeki bir AVM'ye müzik yapmaya giderler. Ve mutsuzluk başlar. Başta orkestra üyeleri, İstasyon Meydanı'nın insanları, pastanenin müdavimleri, sinema seyircileri, lunapark müşterileri, çocuklar, kediler, köpekler, kuşlar...
Başa dönüyorum:Bu dokunaklı hikayeyi okurken ben de kendimi istasyon insanlarından saydım. Ortaokula gittiğim yıllarda, Eskişehir'in İstasyona giden Doktorlar Caddesinin başında Kılıçoğlu Sineması vardı. Şehrin en eski ve en güzel sineması, Mavi Askerler'den Mektepli'ye, Motosikletli Kız'dan İrlandalı Kız'a, Rosemary'nin Bebeği'nden Blow Up'a, unutulmaz filmleri orada izlemiştim. Pazar günleri saat 12'deki film gösterimleri ise unutulmazdı, 1968 ve izleyen yıllarda orkestra çıkardı ve yarım saat süreyle Cem Karaca'dan Barış Manço'ya, Fikret Kızılok'tan Moğollar'a, Anadolu Rock'ın en sevilen şarkılarını çalarlardı. Orkestra üyesi 'abi'ler de zaten uzun saçları, bıyıkları, bazen sakalları, işlemeli yelekleri, bizim ora işi mintanları, ve mutlaka ispanyol paça pantolonlarıyla, adlarını andığım efsanelerin benzerleriydi.
Burcu Aktaş'ın İstasyondaki Vals'inde 'cennet çocukluğu'nuzun izlerini bulurken, mahalle kültürünün, dayanışmanın güzelleştirdiği yaşamı da ilgiyle okuyacaksınız.