Zülfü Livaneli, Elia Kazan ile göreceli uzun bir yolculuğa çıkıyor ve bu yolculuğu M. K. Perker şahane illüstrasyonlarıyla görsel bir belleğe dönüştürüyor. Elia ile Yolculuk kitabı üzerine bir inceleme.
“…
Hiç aklından çıkarma İthaka'yı.
Oraya varmak senin başlıca yazgın.
Ama yolculuğu tez bitirmeye kalkma sakın.
Varsın yıllarca sürsün, daha iyi;
Sonunda kocamış biri olarak demir at adana,
Yol boyunca kazandığın bunca şeylerle zengin,
İthaka'nın sana zenginlik vermesini ummadan.
Sana bu güzel yolculuğu verdi İthaka.”
Konstantinos Kavafis
(Çeviri: Cevat Çapan)
Elia Kazan 1909’da İstanbul’da Kayserili Rum bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Dört yaşındayken ailesiyle beraber New York’a göçtü ve burada aldığı eğitimler ve başarısı sonucunda 20. yüzyıl Hollywood sinemasının yaratıcılarından biri oldu. Rıhtımlar Üzerinde, İhtiras Tramvayı, Amerika Amerika gibi unutulmaz filmlere imza attı. Marlon Brando, Montgomery Clift, Julie Harris ve Karl Malden gibi dönemin efsaneleşen oyuncularının yetişeceği Actors Studios’u kurdu. Kazan, Arthur Miller ve Tennessee Williams’ın eserlerini de başarıyla beyazperdeye taşıdı. Sinemada dünya çapında bir üne sahip olan Kazan, 1950’lerde baskıcı McCarthy dönemindeki hataları ve Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi (HUAC) ile olan ilişkisi nedeniyle yaşamının kalan kısmında “işbirlikçi” etiketiyle yaşamaya mahkûm edildi. Aldığı üçüncü Oscar’ı bile üzüntüyle kaldırdı.
Geçtiğimiz günlerde Karakarga Yayınları etiketiyle yayımlanan Zülfü Livaneli’nin kaleme aldığı M. K. Perker’in illüstrasyonlarını yaptığı Elia ile Yolculuk, Elia Kazan’ın geçmişine ve anayurduna dönüşüne olan yolculuğunu anlatıyor. Güneşli bir nisan sabahında New York’un birinci caddesinde başlayan yolculukta okur, Livaneli’nin adımları üzerinde yürüyor ve onun gözleriyle çevreyi görüyor.
Livaneli, kitap boyunca gerçekleşen tüm olayları ve etrafında var olanları, insanların fizyolojik durumlarından mimiklerine kadar olan tüm ayrıntıları betimliyor. Bu sayede kitapta sayfaları geçerken gerçek bir yolculuk hissine de kapılmadan edemiyor okuyucu. Eserlerinde olayları ve karakterleri, duygu durumlarını anlatış tarzındaki başarı, dilinin oldukça akıcı olması Livaneli’nin her eserinde okumanın lezzetini doyasıya çıkarmamızı sağlıyor.
Zülfü Livaneli, Elia Kazan’la Yaşar Kemal sayesinde tanıştığını söylüyor, düşünsenize ne harika bir tanışma. Livaneli, Kazan’ı bu kitapta yazmadan önce ona pek çok anı kitabında ve Sis filminin ufak bir bölümünde oyuncu olarak yer vererek onu okuruna hatırlattı. Bu kitapta artık başrolde olan Kazan’ın anılarını, üzüntülerini, başarılarını anlatırken bunları yaratan coğrafyalardan ve tarihten de bahsediyor. Bunu yaparken de Livaneli’nin hayatı Kazan’ın hayatıyla sıkça kesişiyor. Ve biz bir yandan Elia ile yolculuğumuza devam ederken Livaneli’nin anılarına da birçok açıdan şahit oluyoruz.
Kitabın arka kapağında Elia Kazan’ın kendini ne bir Amerikalı ne de bir Yunan gibi hissettiğini, kendini Anadolulu gibi hissettiğini yazıyor. Hatta kitapta Türkçeyi bir Anadolulu gibi şiveli konuştuğunu, pek çok oyuncuyu da birlikte çalışmaya “Anadolu gülüşüyle” ikna ettiğini yazıyor. Livaneli, Anadoluluk meselesini Elia’da bulduğu pek çok harekette bir kez daha ortaya çıkartıyor. Kazan, oğlunu kaybettiğinde Livaneli ona bir mektup yazıyor ve başına “Kara Haber” yazıyor, çünkü Elia’nın içini kanatan bu acıyı bu Türkçe deyim anca karşılıyor. Bunun devamında “Çünkü o bir Anadoluluydu. Ruhunun derinliklerindeki en büyük sevinçleri ve en büyük acıları böyle bir kimlikle yaşıyordu. Yıllar sonra onu annesinin köyüne götürdüğüm zaman, daha derinden kavradım bunu” cümlelerini kuruyor Livaneli. Onun kendini Anadolulu olarak görmesine rağmen aslında gerçek bir New Yorklu olduğu gerçeğini de ortaya koyuyor. Ee tabii, dört yaşında gittiği New York’ta, tüm çevresi Amerikalı ve İngiliz olan biri bu kültürden ne kadar kendini koruyabilirdi ki. Bu noktada Ben&Jerry dondurmasına olan düşkünlüğü ile ufak bir ışık çakıyor.
Sayfalarda sadece Elia Kazan ve Zülfü Livaneli’yle değil zaman zaman Tennessee Williams, James Dean, Martin Scorsese, Robert de Niro ve elbette Marilyn Monroe ile karşılaşıyor ve onlara dair ufak anılar okuyoruz. Yolculuğumuz da bir Amerika’da bir Türkiye’de, bazen bir vapurda doğduğu semte geçerken bazen de arabada ana yurduna dönüşte devam ediyor. Ankara’dan Kayseri’ye yaptıkları yolculukta artık bir dileğin gerçekleşmesi, bir hasretin sona ermesinin kilometrelerini sayıyoruz. Yoldaki molalar, yüce dağı görmenin mutluluğu derken varmak için uğraştığı yeri bulduğunda umutlarını karşılayıp karşılamadığı sonucunda yaşadığı şüpheli bir mutluluğu ve iç hesaplaşması sonucu erdiği huzuru hissettiriyor. Ardından, kaçınılmaz sona yaklaşıldığında, son görüşme olup olmadığı bilinmeyen bir vedalaşma ile sona eriyor kitap.
Elia ile Yolculuk, Zülfü Livaneli ve Elia Kazan’ı, kurdukları dostluğu, basıp geçtikleri yolları daha yakından görmek ve anlamak açısından samimi bir eser.