Hayal, hikaye, rüyalar, bizi çok etkiliyor ve var olma mekanizmamızın içinde çok önemli bir rol oynuyor, ama onları yok sayıyoruz. Hayal gücü de, anda kalmak da gerçek bir yetenek ve etkin bir yöntem. Planlama, kontrol eden zihin bizi boğuyor. Peki biz, burada olmayan, ama burada olmasını istediğimiz şeyi hayal ederek dünyayı değiştirmeyi düşünsek?
Masal anlatıcısı Judith Liberman ile bir söyleşi...
Ailelerin ortak odada bir araya geldiği, sosyal medyanın olmadığı bir düzenden, ellerde telefonlar kendi kutularımıza kapanmaya evrildiğimiz bir yaşama geçtik. Mantıklı bireyler olarak yaşamak gerektiği fikriyle sürekli oradan oraya koştururken, sınırlarımız gittikçe netleşmeye, bizi içine sıkıştırmaya başladı. Tam da bu aralar, yetişkinler olarak farklı bir şeylere ihtiyaç duymaya başlamış olacağız ki, masal anlatıcılığı gittikçe daha çok ilgi gören bir trend olarak karşımıza çıkıyor. Masallar neden tekrar gündemimize girdi?
Toplum olarak en büyük sorunumuz bireyselleşmiş olmamız. Masal, bireyselleşme hareketine karşı dengeleyici. Bir araya gelmeye, bir arada hayal etmeye ihtiyacımız var. Masallar geri geliyor, çünkü meselenin evrensel bir boyutu var. Herhangi bir metin değildir, bir masalı, yüz bin kişi anlattı ateş başında, yüz bin kişi yazdı. Değişerek, damıtılmış, filtrelenmiş bir şekilde bize ulaştı. Geçmişten gelen öykü türleri bizi birleştiriyor. Hikayenin malzemesi bağlaç, yaptığı görev bağlamak. Bir grup bir araya geldiği zaman uyumlanıyor ve herkesin hayalleri daha renkli, daha güçlü, daha derin oluyor. Ortak yarattığımız bir şey bu. Masal bir iptir. Sözlü paylaştığın zaman o ip dolaşıyor odayı ve odanın içinde olan bütün insanları bağlıyor. Bir de toplumu bağlıyor, toplum hikaye yaratır. Ortak bir kültür yaratır.
Masal dinlemek ve masal anlatmak neden önemli?
Yedi sene önce İstanbul’da başladığım zaman, ‘Modern insanlar olarak neden masala ihtiyacımız var?’, ‘Ne tür bir yoruma ihtiyacımız var?’ ve ‘Kimler bir araya gelecek?’, kendime sorduğum sorulardı. Aslında benim sanatım, bir araya gelmek. Masalcılıkta bütün fark bir kişiye mi anlatıyorsun, yüz kişiye mi anlatıyorsun, orada. Önümdeki insanlar kim, yorgun mu, aktif mi, bugün çok mu gülüyorlar, ülke zor birgün mü geçiriyor, duygular çok mu yoğun, bütün bunlar hikayeyi değiştiriyor. Hikaye anlattığınız zaman anlatıcı yüzde 50, dinleyici yüzde 50 üretiyor.
Dinleyici ile masal ve anlatıcı arasındaki etkileşim nasıl gerçekleşiyor?
Ben ona sessizliği dinlemek diyorum. Bu bir diyalogdur. Ben sözle bir diyalog yapıyorum, dinleyici hayal ederek bir diyalog yapıyor. Hayal gücü gerçekten hissediliyor bir oda içinde. Örneğin oda daha sıcak oluyor. Bir masalcı var kitabında diyor ki "Masal geçmediği zaman sahnede üşüyorum" çok ince bir hissiyat. Ölçemediğimiz, ispatlayamadığımız için yok saydığımız, ama her gün deneyimlediğimiz bir şey. Masalcılar şöyle diyoruz: ‘Hissedersen hissederler.’ Bir şey anlattığım zaman, gözümün önünde canlanıp canlanmadığı, bedenimle hissedip hissetmediğim geçecek. Masalcılık, trans-formasyonel bir sanattır. Dinleyenleri hafif bir trans haline geçirir.
‘İnsanların her gün duyduğu hikayeleri değiştirebilirsek, dünyayı değiştirebiliriz’ diye bir sözün var. Masal anlatmanın değişime etkisi nedir?
Masalcı olarak hedefimiz şu, hayal o kadar büyüsün ki, gerçekliği geçsin. O zaman, olmayan şeylere inanmaya başlıyor ve dünyada bir değişim yaratabiliyorsun. Masal dinlemek, yoğun ve güçlü bir şekilde hayal etme yeteneğini geliştiriyor. Burada olmayanı zihnimiz yaratabilir. Birçok şey önce masallarda oldu, şimdi dünyada var. Hayal edilmeseydi yaratamazdık, ben buna inanıyorum. Bir şeyi güçlü hayal ediyorsak, bir tohum atılıyor ve buradan değişim geliyor. Bizde bir hayal etme gücü var, bu bir tesadüf değil. Yalnızca keyifli akşamlar geçirelim diye yok bu, sebebi vardır. Deneyim edinmek ve değişim yaratabilmek için var.
Hayallerinle değişim yaratabileceğine inandığında, rüyalarla ve hissiyatınla bağlantın da artıyor. Hayal gücünün hayatımızdaki etkisi nedir?
Çok rasyonel olduğumuzu düşünüyoruz, ama aslında değil. Çoğu kararımızın arkasında bir hikaye var ve bu rasyonel fikirlerden daha güçlü. Hayal, hikaye, rüyalar, bizi zaten çok etkiliyor ve var olma mekanizmamızın içinde çok önemli bir rol oynuyorlar, ama onları yok sayıyoruz. Etkisini yok etmiyoruz, yalnızca doğru ve iyi kullanamamış oluyoruz. Hayal gücü de, anda kalmak da gerçek bir yetenek ve etkin bir yöntem. Bunları açıkça konuşalım ki üzerindeki yargı kalksın. Planlama, kontrol eden zihin bizi boğuyor. Yaratıcılık boğuluyor. Peki biz, burada olmayan, ama burada olmasını istediğimiz şeyi hayal ederek dünyayı değiştirmeyi düşünsek?
Masallarda kahramanlar anda kalıyor, anı yaşıyor. Biz, hayatımızın kahramanları olarak, anda kalabiliyor muyuz?
Geçmişi düşünmek kıyaslamaya, geleceği düşünmek planlamaya yol açıyor. Bunlar, kontrolde olduğun hissini veriyor, ama anda olamıyorsun. Gösteri öncesi bir planım, bir masalım oluyor. Sahnedeyken bazen hissediyorum, bir masal ‘beni anlat’ diyor. Böyle günlerin sonunda hep biri gelir ve der ki, ‘o anlattığınız masal tam benim içindi.’ Bir atölye sonrası bir katılımcı şöyle dedi: ‘Dün gece anlattığın masala inanamadım. Ninemin bir kayıp masalı vardı, onu anlattın.’ Masalların da isteği var, dinleyicinin de. Garip bir inanç bu, rasyonel değil. Ama bana şunu hatırlatıyor: Kontrolü bıraktığımız zaman inanılmaz mucizeler oluyor. Belki de daha etkin oluyoruz. Ama bunu bilmiyoruz. Hiçbir zaman öğrenemiyoruz, çünkü kendimizi doğaçlamaya açmıyoruz.
Marianne Williamson’ın bir sözü var, ‘En derin korkumuz yetersizlik değildir. En derin korkumuz haddinden fazla güce sahip olmaktır.’ Korkular kontrol etme ihtiyacı doğuruyor, buna karşı ne yapabiliriz?
Sorgulamıyoruz, bildiğimizin doğru olduğuna inanmaya devam ediyoruz. Oysa ki buna çok enerji gidiyor. Kendimizi korumak için çizgiler çiziyoruz. Bazı deneyimler, çizgileri kaldırıyor, o zaman rahatlıyoruz. Bazı kahkahalar, çizgilerin, zincirlerin kırılma sesi. Sanat bizi özgürleştiriyor, hayal bizi özgürleştiriyor. Bir de beklenmedik, planlanmamış bir şekilde, bir şeyler cuk oturduğu zaman, o da bizi özgürleştiriyor. Çünkü bu bize ‘O kadar da planlaman gerekmiyor, biraz da güvenebilirsin, hayatın bir planı var’ diyor. Biraz korun, ama biraz güven. Hassas bir denge, herkes için de farklı, ama cesaretle özgürleşiyoruz.
Masallar pek çok farklı duygu, olay anlatıyor. Bunlardan çocukları korumalı mıyız? Anlattığımız masalları nasıl seçelim?
Masal simgesel bir yolculuktur. Çocuklar bu simgeselliğe çok açıklar. Onlar için seçerken masalın iyi bitmesine dikkat ederim. Masallar diyor ki, hayatta başına bir çok şey gelebilir. Ama güçlüsün, akıllısın, dirençlisin, dönüş yolunu bulursun, cadıyı fırına atarsın, kurdun içinden kendi makasınla çıkarsın. Çözümü bulursun, cesaretli ol, yürü. Bu, hayatla dans edebilecek çocukları yetiştirmeye yardım eden bir şey. Anlatan yetişkin buna inanmıyorsa ve korkuyorsa o zaman çocuk da korkar. O anlamda, rahat etmediğin bir masal anlatma. Korku, bastırılmış şekilde çocuğunuzun içindeydi. Bu masal o korkunun açığa çıkması ve onu ifade etmesi için çocuğa simgesel bir dil veriyor. Cadı bir arketip, bir enerji. En sonunda onu yok ettiğimizde, içimizdeki hırs, içimizdeki şiddet eğilimi, ötekileri yeme, sınırlarını aşmayı isteyen enerjiyi yok ediyoruz.
Yaralarımız, deneyimle öğrendiklerimiz, hissettiklerimizi ve hissettirdiklerimizi etkiliyor. Bunun için ne yapmalı?
Birçok sefer kalbimizi açtık, yara aldık ve fark etmedik. Duygularımızı çok fazla yok sayıyoruz. Çok açık bir kalple başlıyoruz ve yara aldığımız zaman iyileştirmeye bakmıyoruz. İyileştirmek lazım, fark etmek lazım, söylemek lazım, ‘bu bir yaraydı ve acıdı’. Hak vermek, sonra affetmek lazım. Birçok hikayemizin dibinde fark etmediğimiz, tanım koyamadığımız bir duygu var, çok bastırıyoruz. Hep mutlu olalım, pozitif olalım meselesine inanmıyorum, bütün duygulu olalım. Üzüldüğün zaman üzül, sinirlendiğin zaman sinirlen. Biz yetişkin olarak ölümle barışmadık. Kaybetmekle, kaybolmakla, yutulmakla barışmadık. Yaraları kapatmadık, gömdük. O yüzden anlatamıyoruz, çünkü bize acı veriyor.
Küçükken sevdiğimiz masalların, unutamadıklarımızın hayatımıza bir etkisi var mı?
Radyo programımda konuklarıma soruyorum. Günümüze kadar en iyi hatırladığı masal neyse, o kişinin bugünkü hayatına çok bağlı oluyor. O kadar çok örneğini gördüm ki. Belki kendi kendimize anlattığımız masallar bizim masalımız, bizim hikayemiz oluyor. Waldorf okullarının kurucusu, masallar mutlaka çocuklara verilmeli diyor. Çünkü çocuklar onları hap gibi, sorgulamadan, kesmeden biçmeden yutuyorlar. Bu, insanın içinde sihirli kraliyetler oluşturuyor. Yetişkinken başına kötü şeyler geldiği zaman ve dirence ihtiyacı olduğu zaman, bu sihirli kraliyetler ona kendini tazelemek ve direnebilmek için bir güç verecek.