Aslı Tohumcu'nun erkeklerin değil kadınları egemen olduğu yapıdan söz ettiği, ve "iktidar" anlayışını eleştirdiği yeni kitabı Sevil de Sevme! üzerine konuştuk.
Aslı Tohumcu, yeni kitabı Sevil de Sevme!’yle tersine bir dünya kuruyor. Erkeklerin değil, kadınların egemen olduğu bir yapıdan söz ediyor. Elbette kadınların daha iyi bir dünya kuracağına dair inancımız var. Aslı Tohumcu’nun temel derdi “iktidar” anlayışını sorgulamak. Bunu kadınlar üzerinden vurgulamasının haklı gerekçeleri var. Kadının yaşadığı dışlanmışlığın altını yeniden, ısrarla çiziyor ama bunu ters köşe yaparak anlatıyor. Bu anlamda farklı bir yöntem kullanıyor, gücü elinde tutanlara anladığı dilden cevap veriyor Tohumcu. Ve tehlikeli sulara giriyor; aşk gibi, cinsellik ve haz gibi. Bir kadına yakıştıramadıkları ne kadar güzel hareket varsa, hepsini yapıyor, hiç sakınmadan. Üstelik Seyhan Argun da kitapta nefis çizimleriyle bu hikâyeyi tamamlıyor. O halde Aslı Tohumcu’ya kulak verelim…
Sevil de Sevme! kitabında tersine bir dünya kurmuşsun. Erkeğin değil, kadının egemen olduğu bir yapı var. Ama yöntem değişmemiş. İktidarda olan, diğerini ezip geçiyor. Şöyle sorayım; genellersek eğer ezilen, hor görülen taraf bunun rövanşını alır mı mutlaka?
Ezilmenin, hor görülmenin rövanşı alınabilir mi, rövanşı olur mu bilmiyorum açıkçası. İçimdeki, doğru olmayı, doğru davranmayı isteyen kız, bu rövanşın ancak ezen, hor gören tarafa inadına “adil” davranılarak alınacağını söylüyor. Ancak yıllar içinde ezilmekten, hor görülmekten bıkan, bu mücadelenin yazmakla, yürümekle, dayanışmakla kazanılmadığını gören ve umutsuzluğa kapılan içimdeki ilkel kız “alıversek ya intikamını en pisinden!” diyor.
Kitabında bu hesap sorma meselesi kadınlar üzerinden kurgulanırken aslında ters köşe yapıyorsun, alt metni başka türlü okumak mümkün. Kadın burada tüm dışarıda bırakılmışları da temsil ediyor. Geçmişe bakıyorsun ama gelecekten bugüne dönen bir bakış da hâkim, öyle mi?
Çok güzel bir saptama; bugüne gelecekten bakmaya çalıştım Sevil de Sevme!’de. Kendi toplumcu gerçekçiliğimden, kendimi tekrar etmekten bıktım bir kere, ondan da sıyrılmak istediğim için yaptım bunu. Ama tabii “egemen” olma meselesi açısından baktığımızda metne, orada işler karışık biliyorsun. Efendi sandığımızın aslında köle, köle sandığımızın aslında efendi olabildiğini hayatın içinde tekrar tekrar deneyimliyoruz. Sevil de Sevme!’de de bunun kuvvetli bir yansıması var. Rövanş üzerine kurulu rejimde iktidar, kendini geçmişin korkusunun kölesi kılıyor dersek yanlış konuşmuş olmayız sanırım.
O halde “başka bir dünya mümkün” hayaliyle oyalandık mı? Özellikle içinde bulunduğumuz çağa baktığımızda büyük bir karanlık var her anlamda. Oysaki dünya tarihinde insanlık adına en gelişmiş çağdayız diye avunabilecek referanslarımız varken; yani teknoloji, bilim bu kadar ilerlemişken, insanlık niye geride kaldı ki?
İnsanlığın niye geride kaldığı sorusu çok zor, beni aşıyor. Uygarlığın anlamını yanlış bildiğimizden mi acaba?! Dinimiz, imanımız güç ve para olduğundan mı?! Mayamızdaki bir bozukluktan mı ya da?! Başka bir dünya mümkün hayaliyle oyalanma meselesine gelirsek... Oyalanmayıp da ne yapacaktık ki. Ha, buldum, çıldıracaktık! Oturduk yazıyoruz şimdi hepimiz bir taraftan çıldırmamak için.
Her ne kadar modern çağda yaşıyor olsak da efendi köle ilişkisi üzerine kurulmuş bir sistem var; ekonominin dönmesi için. İkili ilişkilerde de bu böyle çoğu zaman. Aşkın içinde de pek eşitlik yok. Sevil de Sevme! biraz buna da gönderme…
Aşk da hayata dair, o yüzden eşitlik barındırmıyor herhalde. Kabulle değil de hep tavizler, alttan almalar üzerinden yürütmeye çalıştığımız için aşk ilişkilerimizde de eşit olamıyoruz. Bundan da önemlisi hep ahlakla el ele yürüyen bir şey aşk. Ahlak da sistemin bireyleri boyunduruğu altına almak için ürettiği bir kavram sonuçta. Oysa biz ne diyoruz kadınlar olarak, ahlakınız batsın!
Senin yazdığın her kitap çok sert. “Ölü Reşat” hariç ki onda bile eğlenceli üslubun koyu bir hüzünle buluşuyordu. Sevil de Sevme! de konu itibariyle sert bir kitap. Ama aşk da var içinde. Daha doğrusu aşık kadın görmeye alışık değiliz senin kitaplarında. Buna karşın aşkı da bir aldanma olarak işliyorsun. Kitabın adına ilham olan Sevil de Sevme şarkısında geçen “O bir gölgedir, varlık sanırsın” sözü öykünün kurgusunda o yanılgıyı hissettiriyor. Bazen öyle mi olur? Aşkla var olma veya aşkla yok olma konusunda konuşsak mı?
Haklısın, kitaplarımda bugüne kadar aşk hiç olmadı çünkü yaşadığımız hayat buna izin vermedi. Ne yaşarken ne yazarken... Bunu vicdan ve mantık sahibi her insan kabul edecektir diye düşünüyorum. Ama kişisel olarak öyle bir noktaya geldim ki yazmak bir lanete, bir depresyon kaynağına dönüştü benim için. Yazma becerimi hep insanların içini kaldıracak hikâyeler anlatmak için kullanmıştım. Ölü Reşat, bu anlamda bir ilk oldu; hüznüne rağmen komedisi ağırlıkta bir romandı. Sevil de Sevme!’ye gelirsek aslında bir yanıyla aşka dair, bir yanıyla iktidara dair bir hikâye olarak okunabilir.
Ama tabii şöyle bir şey de var, ben de kendimi aşık görmeye alışık değildim, ne zaman ki ben aşık oldum, o zaman ben de aşk üzerine kafa patlatmaya başladım. Hikâyeme adını veren şarkıya katıldığım gün de oldu, katılmadığım gün de. Sevil de Sevme! kahramanının aşkla ve aşk yüzünden mahvolduğu bir hikâye, dolayısıyla isim annesinin hakkını veriyor diyebiliriz, yani umarım veriyordur.
Cinsellik de senin meselelerinden biri. Diğer kitaplarından farklı olarak burada hazza yer vermişsin. Kadınların hazzını anlatması pek de hoş karşılanan bir durum değil. Üstelik bunu anlatma biçimin, üslubun da pervasız, çekincesiz. Bu sadece erkekleri rahatsız etmiyor bence, galiba kadınlar da pek hoşlanmıyor böyle anlatılmasından. Bunu neye bağlıyorsun?
Evet, ilk defa olarak hazza yer verdim bu kitapta. Bundan epey haz da aldım açıkçası, yalan değil. Bir kere, kadına dair her şeyi erkeklerin anlatmasından bıktım, bıktık. Hedefim daha da pervasız ve çekincesiz olmak, bakalım. Özgür sevişme her iktidarın korkuya kapılmasına neden olmuştur, hâlâ da oluyor. O yüzden özellikle kadının arzusuna sızmak, onu ele geçirmek önemlidir iktidar için. Sevil de Sevme!’de kurulmaya çalışılmış Cennet’te bile bunun korkusunu, sonuçlarını görüyoruz. Ahlak hangi amaçla üretilmiş bir kavram, hangi amaçla dayatılıyor düşünürsek, kadın bu “mahalle baskısı”nın en öncelikli kurbanı, o yüzden normaldir bazı kadınların bundan hoşlanmaması. Ama yine de erkekler bence daha çok korkuyorlar. Kadınların cinsellikleri ve cinsellik hakkında konuşmalarından, yazmalarından, kendilerine karışanlara hayır demelerinden öyle korkuyorlar ki...
Sevil de Sevme’de sınırı geçme çabası da var. Sınırı geçince kurtulacağız fikri. O sınır nedir? Sınırı geçmek ütopyaysa biz şimdi distopyada mı kaldık?
Sonu gelmeyen distopya yapmışlar, içine de bizi oturtmuşlar yaşayalım diye, gibi gelmiyor mu bazen sana da! Bizi derken bütün bütün bütün ötekileri kastediyorum... Sınır birlikte yaşamayı öğrenmek bence, başka ne olabilir, en azından şimdilik bir fikrim yok!