Elfriede Jelinek’in kendine has üslubuyla kadınlığı ve evlilik kurumunun ekonomik güvenceyle ilişkisini irdelediği açık sözlü romanı Âşık Kadınlar üzerine bir yazı.
Elfriede Jelinek, 2004 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü almasıyla pek çok tartışmaya konu olan bir yazar. Fakat maalesef ülkemizde çok tanınmıyor, bunda yayımlanan kitaplarının sansüre uğraması da etkilidir muhtemelen, yıllar içinde diğer kitaplarının baskıları tükenmiş ve tekrar basılmamış. Şimdilerde Anıl Alacaoğlu’nun çevirisiyle Âşık Kadınlar romanını, İthaki Yayınları’nın İthaki Modern serisinden okuma fırsatı bulduk. Yazarın daha önce çevrilen Piyanist romanı ise “aşırı” ve “ahlaksız”bulunmasından dolayı sansürlenmişti ancak o da yine İthaki Yayınları tarafından Süheyla Kaya’nın çevirisiyle geçtiğimiz mayıs ayında yayımlandı.
Öncelikle Elfriede Jelinek bir feminist, şair, roman ve oyun yazarı, hatta daha çok yazmış olduğu oyunlarla bilinen bir yazar. Âşık Kadınlar’ı okurken tüm bunların yansımasını romanda görüyoruz. Romanın çevirmeni Anıl Alacaoğlu’nun da önsözde belirttiği gibi, Jelinek, metinlerini bildiğimiz romanlar gibi kurgulamıyor, hem dil hem de teknik olarak kurallarla oynamayı seviyor. Roman boyunca dili geniş zamanla kullanıyor, ayrıca Elfriede Jelinek romanı küçük harflerle yazıyor, bilinçli olarak tamamını büyük harfle yazdığı birkaç kelime hariç. Fakat bu durum beni hiç rahatsız etmedi.
Her ne kadar romanın ismi Âşık Kadınlar olsa da romanın teması âşk ya da âşık kadınlar değil, aksine kadınların âşktan ne kadar uzak olduğunu gözler önüne seriyor. Brigitte ve Paula’nın hayatlarını anlatıyor Jelinek, onların hayata bakışını an be an sergiliyor yazar. İşçi sınıfından gelen bu iki kadının kendileri için hayal ettiği yaşamlar ile yaşadıkları arasında farklar, gönül ilişkileri, cinselliğe bakış açıları anlatılıyor. Fakat bundan daha çarpıcı olanı Jelinek, toplumun kadınlara bakışına dair bir mercek tutuyor ve bu mercek okuru gerçeklerle baş başa bırakıyor.
Brigitte, bir fabrikada sütyen diker ve hayali Heinz’la evlenmektir. Çünkü Heinz’ın bir geleceği vardır, bir dükkân açabilirler, daha çok para kazanabilirler, daha büyük bir evde oturabilirler. Brigitte, Heinz’la evlenmezse eğer istediği, hayal ettiği hiçbir şeye ulaşamayacağını düşünür. Paula ise terzi olmak ister, ailesini güç bela eğitimi için ikna ettikten sonra Erich’le tanışır, peki bu aşk mıdır? Paula, mopedine herkesten ve her şeyden çok değer veren Erich’le beraber olur. Fakat Paula gebe kalınca Erich’in zevk aldığı o seks zorluğa dönüşür ama tabii ki sadece Paula için bir zorluğa. Paula ailesinden dayak yer; Erich ve ailesi de onu istemez ta ki bebek doğana kadar.
İki kadın da topluma tutunmaya çalışıyor aslında, özellikle gebe kalan Paula’nın yediği dayaklardan sonra tek bir çaresi vardır o da Erich’le evlenmek. Artık terzi olamayacaktır, aslında elinde olan tek gelecek alternatifi toplumun zihnine attığı tohumlarla bozar. Terzi olmak yerine Erich’in karısı olur.
Kadına bakışın bu şekilde olduğu toplumlarda, kadının değersiz, kullanılacak bir mal, bir obje olarak görülmesi durumunda kadın da kendini bu şekilde görebiliyor ve hatta âşık olmaktan çok uzak, tutkularından, sevgiden çok uzak bir şekilde yaşama tutunmak için bir erkeğe tutunmak, onunla kendini var etmek durumunda kalıyor. İşin acısı kadınlar da kendilerini bu şekilde görüyorlar ve yaşamak için bir erkeğe tutunmaya çabalıyorlar. Jelinek, tüm bunları lafı hiç dolandırmadan anlatıyor. Yazarın üslubu ise okurken biraz sert, biraz üzücü gelse de Jelinek kısa cümlelerle akan bu romanda gerçekçi bir yaklaşım sergiliyor.
Jelinek’in kadın karakterlerinin de pek olumlu özellikler taşımamasıyla ilgili Cemile Akyıldız Ercan’ın yazdığı Cinsiyetin Toplumsal Roldeki Yeri isimli kitabında durum şöyle aktarılıyor:
“Yazar bir kadın olmasına ve kadını ezen toplumu eleştirmesine karşın, aslında kadınlarla pek dayanışma içinde değildir ve bu konuda da okuyucularının tepkilerini alıyordu. Jelinek ise, insanları mutlu edecek olumlu şeyler yazamadığını ve kadın erkek ilişkilerini karamsar gördüğü itirafında bulunur ve bu durumun değişmesini umut ettiğini belirtir.”
Zaman zaman Jelinek’in yazar olarak varlığını hissettirip de dediği gibi, bu Paula’nın romanı. Romanı kapatırken Paula’nın yaşadıklarını başından sonuna kadar zihninizde değerlendiriyorsunuz. Ahlaki yargılardan bağımsız, doğru ya da yanlışın ötesinde, Paula’nın yaşamı farklı olabilir miydi diye düşünüyorsunuz.
Jelinek, ilginç bir yazar. Okuduğumun bir roman, bir kurgu eser olduğunun farkındayım ama teknik açıdan bunun bir romandan farklı olduğunu söyleyebilirim. Öncelikle önsözünde çevirmeninin de bahsettiği üzere Jelinek geniş zaman üzerinden bir dil oturtmuş. Bu bazen okuyana bir oyun okuyormuş hissi veriyor. Tasvirlerden arınmış, tespitler ve gerçeklerin çarpıcı ve yalın bir şekilde sunulmuş hâli bu roman.
Jelinek, Paula’ya sınırların dışına çıktığı için bir ceza vermeyi tercih ediyor. Brigitte ise girdiği garip savaşı kazanıyor. İki kadından biri başarılı olurken, her geçen gün güçlenirken, diğeri çocuklarından ayrı düşüyor, toplum tarafından dışlanıyor, yalnız kalıyor, bir iş olarak, en düşük seviyede işi yapıyor. Hâliyle feminist bir yazarın neden eril bir cezalandırmaya gittiğini sorguluyoruz. Sanırım bu Jelinek’in gerçeklik çizgisinde kalma isteğinde saklı. Anlatırken didaktik bir şekilde, öğretici bir üslupla yazmıyor. O bir anlatıcı, bize olanı aktarıyor. Bu toplumsal cinsiyet rolleri üzerine kurulmuş bir roman. Gönül isterdi ki Paula farklı bir hayat yaşasın, gönlünden geçtiği üzere terzi olsun. Ama Jelinek, Paula’nın neden hayallerine ulaşmadığı üzerine düşünme görevini okura bırakıyor, en azından toplumsal cinsiyet rolleri üzerine düşünmeyi kendine görev bilmiş okurlara.
Brigitte’in savaşından da söz etmek gerekir elbet, bu bir kadın olarak kendini var etme savaşından çok başka bir şey. Kendini bir erkeğin, geleceği olduğunu gördüğü bir erkeğin yanında konumlandırıp, güç kazanmak, sahip olmak, maddi hırslar üzerine kurulu bir savaş bu. Bu yüzden aslında Heinz’ı kendine bir sevgili adayı olarak bile görmeyen Susi ile kıyasıya bir mücadele içine giriyor. Burada sınıf ayrımı daha keskin. Susi bir öğrenci, farklı, Heinz’ın ve Heinz’ın ailesinin ötesinde hayalleri var ve tabii bu hayalleri ona sağlayan bir sınıftan gelen ailesi. Brigitte âşık değil, sevdiği adamı elde etmek için uğraşıyor fakat bu romanda hiçbir kadın âşık değil.
Romanla ilgili söz etmemiz gereken başka bir konu da, ataerkil sistemin bu kadar yoğun işlendiği bir romanda kadınların yaşadığı zorbalığın büyük kısmını yine kadınlardan görmesi. İki karakterin de destek aldıkları tek bir kadın yok, ne bir anne ne bir arkadaş. Bu sanırım çoğu kadına yabancı gelmiyordur. Bu kadınlar hem gücü elinde bulundurup hem de ataerkil toplum yapısının yanında yer alıyorlar ve yine kadınlara baskı ve güç uyguluyorlar. Kısacası erkek egemenliğin sözcüsü oluyorlar. Elfriede Jelinek bu konuda çok eleştirilir ve cevaben gerçek hayatta da bu durumun kitaplarında bahsettiği gibi olduğunu savunur, bir gün bunlar değiştiğinde daha iyimser romanlar yazabileceğini ifade eder.
Romana geri dönersek, Brigitte hayallerine kavuşsa da aslında onun yaşamı bana biraz acınası geldi. Toplumda bir yer edinmek için, para için, bir hayat için sevmediği biriyle beraber oluyor, günlerini, aylarını, yıllarını bunun için harcıyor. Yazarın Paula ve Brigitte üzerinden yaptığı karşılaştırmalardan birini biz de yaparsak eğer, Paula’nın yaşamının çok daha karanlık, çok daha zor olduğu bir gerçek. Tabii bu kısmını okumayı okura bırakıyoruz.
Edebi açıdan değerlendirirsek Âşık Kadınlarciddi mesajları olan fakat tekdüze anlatıma sahip bir kitap diyebiliriz. Bu bir edebiyat okurunu rahatsız eder elbette ama kitabın çevirmeni, yazarın bu dili bilinçli bir şekilde kurduğunu önsözde belirtir ve Cemile Akyıldız Ercan da bunu destekler:
“Sürekli aynı şeylerin aynı düşüncelerin tekrar edilmesi tekdüzelik gibi görünse de, Jelinek yazarak işçi sınıfına ait olan iki genç kızın durumunu daha iyi ifade etme şansını yakalar. Onların içinde bulundukları yaşantıyı daha iyi ifade etmek ve okuyucunun onlarla empati kurabilmesi için yazarın bilinçli bir tercihidir bu.”
Sonuç olarak, biz Âşık Kadınlar’da feminist bir yazarın âşk üzerinden toplumun kadına verdiği değerin, bakışın gerçekçi bir yansımasını okuyoruz, roman aynı zamanda ciddi bir toplum eleştirisi. Sınıf ayrımını daha ilk satırlarından başlayarak sonuna kadar hissedeceğiniz, çarpıcı, kapattığınızda sizi üzerine düşündürecek kuvvetli bir roman bu. Yazarın neden Nobel Edebiyat Ödülü aldığını daha iyi anlayacağınız bir roman. Dileriz Elfriede Jelinek’in diğer eserleri de basılır ve kütüphanelerimize dahil olur.