19. yüzyıl metinleri bugün dahi bizi etkilemeye, bize yeni şeyler söylemeye devam ediyor. Yapılan yeni çalışmalar, bize bu konuda yeni veriler sağlarken metinlere bakış açımızı da değiştiriyor. Biz de bu konuda yapılan son çalışmalardan biri olan Yeni/den Yeni: 19. Yüzyılı Yeniden Yazmak üzerine Seval Şahin ve Tevfika İkiz ile konuştuk.
Seval Şahin ve Tevfika İkiz, Yeni/den Yeni: 19. Yüzyılı Yeniden Yazmak adlı çalışmalarında birçok çağdaş yazar ve akademisyenle birlikte hareket ediyor ve 19. yüzyıl metinlerini yeniden gündeme getiriyor. Yeni/Den Yeni: 19. Yüzyılı Yeniden Yazmak kapsamında Niyazi Zorlu ve Melisa Kesmez, Namık Kemal’in İntibah’ını; Ayşegül Devecioğlu ve Murat Uyurkulak, Samipaşazade Sezai’nin Sergüzeşt’ini; Mine Söğüt ve Hüseyin Kıran, Nabizade Nazım’ın Zehra’sını; Şebnem İşigüzel ve Engin Türkgeldi, Recaizade Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası’nı; Cihan Aktaş ve Kaya Tanış ise Halit Ziya Uşaklıgil’in Mai ve Siyah’ını yeniden yazdılar. Buna paralel olarak çalışmada araştırmacılar Aslı Erkan, Behice Boran, Bengi Düşgör ve İrem Erdem Atak ise bu metinlere psikanalitik yaklaşımlarda bulundular.
Tevfika İkiz:
Kolektif çalışmalar okur için şüphesiz birçok açıdan çok önemli ve zengin bir içerik sunuyor. Yeni/den Yeni de bu türden bir çalışma. Peki sizin için bu kitabın hikâyesi nedir ve süreç nasıl gelişti?
Öncelikle belirtmeliyim ki bu bizim Prof. Seval Şahin Hoca ile gerçekleştirdiğimiz ikinci çalışmamız. İlk kitabımız Aşk Mektupları’ydı. Ben İstanbul Psikanaliz Derneği’nin üyesi olarak dernekteki diğer meslektaşlarımla beraber 10 yıldır A2IP’nin (Uluslararası Psikanaliz Etkileşimleri Derneği) İstanbul grubu olarak belirli konular üzerinde düzenli seminer ve sonrasında da toplantılar yapmaktayız. Paris’te önce Psikanaliz Tarihi olarak kurulan ve devamında Psikanaliz Etkileşimleri Derneği olarak devam eden çalışmaların adından da anlaşılacağı üzere psikanalizin diğer bilgi alanları ile etkileşimi amaçlanmaktadır. Bu eksen “Uygulamalı Psikanaliz” olmamakla birlikte, beşeri bilimler için bilinçdışının Freudyen keşfinin etki ve sonuçlarını değerlendirmenin yanı sıra, bu modellerin bu alanlara özgü etkilerinin, bir tedavi yöntemi ve kuramı olarak psikanaliz üzerine olduğunu da dikkate almaktadır. 2 yıl boyunca belirli konular etrafında çalışıp sonunda uluslararası katılımlı toplantılar düzenliyoruz. Bunlar sırasıyla 2012 yılında “Küçük Farklılıkların Narsisizmi”, 2014’ te “Psikanalitik Açıdan İnanma İhtiyacı”, 2016’da “Muhafazakârlığa Psikanalitik Yaklaşım”dır. 2016-2018 yılları arasında ise “Aşk Mektuplarından Sosyal Medyaya” isimli bir grup çalışmasına başladık. Çalışmalarımızda her disiplinden alana hâkim kişiler geliyor, beraber düşünüp fikirlerimizi zenginleştiriyorduk. Edebiyat söz konusu olunca Prof. Seval Şahin hocayı çağırdık ve o toplantıda ilk kitabımızı oluşturma fikri ortaya çıktı. A2IP-İstanbul grubu olarak hâlâ üzerinde çalıştığımız yersiz/yurtsuz konulu toplantımıza tekrar Seval Hoca’yı davet edip edebiyatta yersiz yurtsuzluk üzerine düşünürken ikinci kitabımız doğdu.
Aslında daha önceki çalışmalarınızda da edebiyat ve psikanalizi bir araya getiriyorsunuz. Peki sizce bu iki disiplin arasında ne tür bir ilişki var? Edebiyat ve psikanaliz birbirini nasıl besliyor?
Öncelikle edebiyat benim için kişisel olarak okumaya başladığım andan bugüne kadar gelişen ve zenginleşen bir alan. Psikanalize eğilmeden çok önceleri var olan bir tutku diyebilirim. Edebiyat ile psikanalizi bir araya getirmemin temel taşları S. Freud’un edebiyat, yazarlar, yaratıcı süreçler ve psikanalizin diğer dallarla olan ilişkisi üzerine yazdıkları ile başladı denebilir. Bildiğiniz gibi S. Freud sadece klinik açıdan değil birçok farklı disiplin ile birlikte düşünmektedir. 1908’de yazdığı “Edebi Yaratıcı ve Düşlem” isimli makalesinde yazardaki yaratma sürecini irdelemiştir bu da bizim onun çocukluk dönemini açıklamada düşünce ve yaratmanın nasıl birlikte geliştiğini anlamamıza yol açtığını göstermektedir. Büyük edebiyatçıların hayatlarına ait çalışmaları vardır örnek olarak 1928 yılında yazdığı “Dostoyevski ve Babayı Öldürme” şeklinde çevirebileceğimiz çalışması. Bu yazı da S. Freud’un Dostoyevski’nin sanatçı yanı ile hayat hikâyesi arasındaki bağı inceleyip, ayrıntılı bir şekilde hastalıklarını açıklamaktadır. Bir önemli çalışması da 1913’te yazdığı “Psikanalizin Yararı” makalesidir. Orada başka disiplinlerle beraber yeni düşünme yollarının nasıl açılabileceğini anlatır. Aslında yapmak istediğim her iki disiplinde de kavramların karşılıklı olarak iç içe geçmelerini bilgi alanlarının özgüllüğünü koruyarak bu etkileşimlerin olası yanlarını ve aynı zamanda da sınırlılıklarını birlikte görmektir. Psikanalizin ne denli geniş alanlara yayılabileceğini tarih, felsefe, edebiyat, yani insan bilimleri ile bilinçdışının etki ve yankılarını dikkate alan iç içe geçmeler.
Yeni/den Yeni ile 19. yüzyıl romanlarına psikanaliz açıdan yeni ve ilgi çekici bir bakış getiriyorsunuz. Peki sizin için bugünden 19. yüzyıl metinlerine bakmak nasıl bir duygu? Bu konuda ne düşündünüz?
Beş kanonik metnin bazılarını çok önceleri gençlik yıllarımda okumuştum tabii bilmediklerim de vardı aralarında. Tekrardan okumak geçmişe yönelik hoş bir tat verdi öncelikle. Metinlerin Türkçeleştirilmiş hâllerine bakarken yazarların ve gazetecilerin yoğun olduğu bir ortamda büyüdüğüm için ve çok okuyan bir çevreninde katkısıyla eski dilde yazılanları anlamada zorluk çekmediğimi görmem biraz da kendi bilgilerimi yeniden gözden geçirmeme neden oldu. Yanı sıra Araba Sevdası’ndaki Fransızca kelimeler bir frankofon olarak beni eğlendirdi. Kişisel olarak özellikle de pandemi döneminde bu metinlere dönmek, temel konuların aşk, kıskançlık, nefret gibi hayatta hep var olduğunu bilmenin -her ne kadar yüzyıllar sonra formları değişse de- güven verici bir yanı da vardı.
Kitaptaki dört değerli yazının da aslında “annelik” ve “kadınlık” temelli olduğu hemen dikkatleri çekiyor. Bu günümüzde de çok tartışılan bir konu, hele ki son günlerde. Peki bu projeye hayat verirken özellikle bu konuya eğilmek gibi bir düşünceniz var mıydı yoksa her bir yazar kendi metnine eğilirken birbirinden bağımsız olarak ortaya böyle bir sonuç mu çıktı?
Aslında buna kısa yanıt verebilirim. Annelik, kadınlık gibi kavramlar zaten psikanalizin temel ilgi alanları. Değişen dünyada bu iki kavramın her disiplin açısından sorgulandığını ve çalışıldığını görmekteyiz. Bizim bunu özellikle seçmemiz söz konusu olmadı, grupta çalışma yaptığımız meslektaşlarımızın daha spesifik olarak çalıştıkları konular annelik ve kadınlık üzerineydi. Kitapta sadece annelik ve kadınlık değil psikanalizin önemli kavramlarından olan dönüşmek üzerine de bir grup üyemizin çalışması bulunmaktadır. Belki burada şunu eklemeliyim. 10 yıldır yaptığımız bu çalışmalarda seçilen konuya göre grup oluşturulmakta yani esnek bir ortam, konu ile ilgilenen psikanalist üyeler ile çalıştığımızdan iki yıl ne çalışılacaksa ilgisini çeken meslektaşlarımız katılmaktadır. Bu kitap içinde oluşan grubumuzda annelik/kadınlık konuları ile ilgili olanlar çoğunlukta olduğu için üç yazı da bu şekilde oluştu.
Her fırsatta Sigmund Freud’a yeniden dönmekten, onu yeniden okumaktan söz ediyorsunuz. Bu, edebiyat bağlamında da şüphesiz çok önemli bir konu. Peki, gerek bu kitap gerekse genel olarak Freud’u bu kadar özel kılan nedir? 19. yüzyıl metinlerine yeniden bakarken Freud size ne söyledi?
Evet benim inandığım bir durum bu. Hayatımızın çeşitli dönemlerinde kanonik olarak adlandırılan metinlere yeniden dönmek ve geliştirdiğimiz bilgilerle tekrardan onları okumak, geleneksel olanın yeniden okunmasının dönüşüme neden olacağına inanmamla ilgili. Freud’un metinleri temel ve psikanalizin kuruluş metinleri. Hedef her seferinde o metinlere dönüp Freud’u haklı çıkarmak değil bu son derece kısıtlı bir düşünce olurdu. Psikanalizin 100 yıl sonra bile hâlâ geçerliliğini koruması ve okunmasının nedeni de temel önermelerinin günümüz kavramları ile yeniden okunabilmesi. Genelde gençlik dönemlerimizde neredeyse 60.000 sayfanın üzerinde çok verimli bir yazar olan Freud’u vakit çokluğundan okumak bir başlangıç ama benim inandığım, zaman zaman tecrübelerimizin daha doğrusu kliniğimizin gelişmesi ile beraber daha farklı kavramlar geliştirebilmek için temel metinlere bakmak. Kendimden örnek vermem gerekirse 10 yılı aşkın süredir psikosomatik konusu ile ilgilenmekteyim. Buna dair Freud’un temel bir metni yok ama metapsikolojisi temel alınarak bir psikosomatisyen olarak külliyatını tekrardan okumak hem klasik metinlerin önermelerini ele alıp hem de yeni deneyimleri ona katarak ilerlemek ötekini anlamamı zenginleştirecektir. Geleneksel olan ile yeni kavramları bir araya getirmek bunu Freud’un eserleri ile yapmamız olası. Lacan’ın Freud’a dönme düşüncesi, J. Laplanche’ın keza baştan çıkarılma kavramına bakışı gibi örnekler verebiliriz; kitapta girişte de söylediğim gibi hedef Freud’un kavramlarından mesela Ödipus’u her analizanda onu yeniden keşfedip yorum üzerine yorum yapmak değil, analizanla çalışarak yeni kavramlar bulunmasına olanak sağlamak olabilir.
Peki, sizin için son bir soru olarak, kitap ekseninde ortaya çıkan metinlerde sizi en çok şaşırtan ne oldu?
Kitap çıktıktan sonra yaptığımız iki günlük Zoom toplantısında hissettiğim ve paylaşmayı istediğim bir durum vardı onu burada anlatabilirim. Öncelikle yazarların içinde takip edip yazma biçimlerine aşina olduklarım ama aynı zamanda tanımadıklarım da vardı. Bu süreçte hemen hemen 10 yazarın yazılarını ve kitaplarını okuma fırsatım oldu bu çok zenginleştirici bir süreçti. Öyküleri elimize geldiğinde ise kendi yazı biçimlerini kanonik metinlere uyarlamalarında hepsinin ne kadar farklı ve yaratıcı olduklarını gördüm. Ama benim için asıl sonrası çok etkileyici oldu. Beş metin bir erkek ve bir kadın yazara verilerek oluşturulduğu ve yazarların öyküleri birbirini tanımadan yazdıkları düşünüldüğünde, Zoom toplantılarında bir araya gelindiğinde ortaya belirgin ortak konuların çıkması hayret vericiydi. Bu da tabii yazarların eserlerdeki temel sorunsalları sezmeleri ve şemsiye diyebileceğimiz kavramları kendilerinden katarak anlatmaları sonucunda olabilir. Kanonik metinlere yeni yaklaşımla bakan yazarların ortaya çıkan öyküleri sanırım Seval Hoca ile bundan sonra üzerine düşüneceğimiz bir alan oluşturdu bize.
Seval Şahin:
Kitabın açılış yazısında da belirttiğiniz gibi çeşitli vesilelerle daha önce yazılmış metinlere tekrar dönmek, onları yeniden ele almak çok önemli. Bunun dünya genelinde de Shakespeare ve Holmes gibi çeşitli örnekleri var. Peki sizi 19. yüzyıl metinlerine tekrar götüren ne oldu? Bu fikir nasıl oluşup şekillendi?
Bu fikir, Tevfika Hoca’nın da belirttiği gibi Yersiz/Yurtsuzluk üzerine bir sempozyumda birlikte ne konuşabiliriz üzerine kafa yorarken çıktı. Metinlerin de kendilerine ait bir zaman ve mekânları var mı, bu da yersiz/yurtsuzlukla birlikte düşünülebilir mi diye kafamdan geçirirken biraz da sesli düşüncelerle kanonik metinlere yeniden başka bir gözle bakmak nasıl olur fikri zihnimde uyandı. 19. yüzyıl hakkında öğrendiklerimiz her geçen gün artıyor. Bu artışta arşiv çalışmaları, yeni araştırmalar vb. varken günümüz yazarlarının onları tekrar yazmalarında da yeni şeyler ortaya çıkacağını düşündüm.
Yeni/den Yeni’de ele alınan metinler orijinallerinde roman türünde kaleme alınmış eserler. Aslında bunları hikâye formunda ele almak bile başlı başına ilgi çekici bir konu. Günümüzde süregiden form/biçim tartışmalarını da düşünürsek bu form değişikliğinin anlamı ve sizin için karşılığı nedir?
Benim kafamda bu biçim değişikliğinin doğrudan bir karşılığı yok. Ama bunlar roman olarak da neden yazılmasınlar, tabii ki yazılırlar ve onları okumak da çok heyecan verici olur.
Kitap kapsamında birçok farklı edebî çizgi ve kuşaktan yazarı bir araya getiriyorsunuz. Peki bu isimlere nasıl karar verdiniz ve bu yazar kadrosu nasıl oluştu?
Bu oluşumda belirttiğiniz gibi hem birden farklı kuşağın bir arada olmasını hem de bir metnin hem kadın hem erkek yazar tarafından yazılmasını önemsedik.
Yine bir önceki soruyla bağlantılı olarak şunu sormak istiyorum: Kitaptaki metin-yazar eşleşmelerini nasıl yaptınız? Kimin hangi metni ele alacağına nasıl karar verildi?
Yazar ve metin eşleşmelerinde, bu iki yazar konuşsa nasıl bir diyalog ortaya çıkar diye düşündüğüm yazarları bir araya getirdim.
Aslında bu kitap özelinde sizin yaptığınız çok özel bir şey daha var ki bu da kitabı diğer çalışmalardan ayırıyor. Her bir metin iki farklı yazar tarafından kurgulanıyor ve biz, aynı metne çağdaş iki yazarın aynı anda nasıl farklı bakabildiklerine şahitlik ediyoruz. Bu da bir yerde geçmişten günümüze üçlü bir bakış açısını beraberinde getiriyor. Peki bu durum üzerine ne söylemek istersiniz?
Böylece çoklu bir okuma ve çok sesli bir metin ortaya çıkıyor. Herkesin kendi dilince, üslubunca konuştuğu ama hep birlikte okunduğunda bir repertuvara dönüşen bir okuma şeklinden bahsediyorum. Bu şekilde bir okuma, yazma, anlama ve aktarma pratiğinin çok zenginleştirici olduğunu düşünüyorum.
Yine bir önceki sorunun uzantısı olarak her metin bir kadın ve bir erkek yazar tarafından ele alınıyor. Kitap bağlamında ortaya çıkan metinlerde bu açıdan sizin dikkatinizi çeken bir şey, bir farklılık, bir özellik oldu mu?
Evet, tabii ki oldu. Yazarlar hiç farkında olmadan ortak birçok noktada bir araya geliverdiler. Bunu görmek hem çok güzel hem de şaşırtıcıydı. Nitekim Tevfika İkiz ile kitaptaki metinleri değerlendiren bir makale yazacağız ve bunlar üzerinde detaylı bir şekilde duracağız.
Son bir soru olarak şu konuyu gündeme getirmek istiyorum: Yeni/den Yeni’de “kanonik” romanları merkezinize alıyorsunuz. Sizin de belirttiğiniz gibi bu, birçok kez tartılışmış bir konu. Ama yine de dönüp dolaşıp bir şekilde bu metinlere uğramadan edemiyoruz. Peki bu “kanonik” metinler üzerine siz ne söylemek istersiniz?
Sizin de söylediğiniz gibi kanonik metinler tartışmak için varlar ve bu konuda iyi bir malzeme sunuyorlar. Umarım bizim kitabımız konuyla ilgili daha nice tartışmaları doğurur.