11 Ekim 2005'te dünyaya veda edip sonsuz yolculuğuna çıkan Türk Edebiyatı'nın değerli ismi, hepimizin "kaptan"ı Attila İlhan'ı saygıyla, sevgiyle, teşekkürle anıyoruz...
“İlk okuduğum şiiri Yağmur Kaçağı’ydı, 15 yaşında mı neydim, o şiirle kendimden gittim ve yine o şiirle kendime geldim.” Bir Attila İlhan şiiri okuyan herkes buna benzer bir cümle kurar. Attila İlhan şiirlerini okumaya da o yaşlarda başlanır, 15, bilemedin 16. Yani Kaptan’ın da şiir yazmaya başladığı yaşlar.
Kaptan kim diye sormaz kimse değil mi? Kaptan, Attila İlhan. Her ne kadar o kendine “Büyük Yolların Haydutu” dese de şiirinde, biz buna ‘şairlik icabı’ diyelim ve şairimizi Kaptan olarak sevmeye devam edelim. Edelim de ‘şairlik icabı’ dediğimiz şeyi de o kadar küçümsemeyelim. Öyle ya, adam bir kere ‘doğuştan şair’, hani şu eskilerin ‘şair-i maderzat’ dediğinden. Gerçi şiir bazen insanı anasından doğduğuna da pişman eder ama, sanırız o da şairliğin şanındandır diye sineye çeker şairler. Attila İlhan’ın yaşamı da, ‘rol icabı’ değil, ‘şairlik icabı’ yaşanmış bir hayattır. Ve her anında şiir vardır.
Şair olmak, kimi zaman birkaç insanın hayatını bir kişinin yaşamasıysa, hiç kuşkusuz o kişi Attila İlhan’dır: “Birkaç hayat çıkarır yaşamasından”. Bu dizenin yer aldığı ünlü şiirinin adı Ben Sana Mecburum'dur. Attila İlhan da tıpkı şiirinin söylediği gibi mecburdur, yaşamaya, şiir yazmaya ve bu uğurdaki çilelere katlanmaya…” Hayatım Roman” demiştir ama, “Hayatım Şiir” deseydi de olurdu, büyük sorular, bela çiçekleri gelir onu bulurdu.
Aşkları karanlık değildi ama, aşk şiirleri bir gerilim romanının ürpertisini taşırdı. Daha ilk dizesinden başlayarak şiire mührünü basardı: ”boynuna o yeşil fuları sarma çocuk/ gece trenlerine binme/kaybolursun/…/sokaklarda mızıka çalma çocuk/vurulursun” derken de, “o mahur beste çalar/müjgan’la ben ağlaşırız” diye içimizi titretirken de Attila İlhan’dı. Öfkesinin de aşklarından geri kalır yanı yoktu doğrusu, hani kendi dizelerine benzeterek söylemek gerekirse “böyle bir öfke görülmemiştir”. Görülmemiştir zira, öfkesi de renklidir, şiirlerinde bolca dolaşan karanlık adamlar da, ‘mazot tüküren dövmeli gemiler’ de. ‘Sokaklarında mohikanlar gibi ateş yaktık’ları İstanbul’sa hem öfkesiyle, hem sevdasıyla hem de kavgasıyla renk ve ahenkten ibarettir.
Paris’ten Fatih’e, şansonlardan gramofonlarda çalan yoksul bir cumaya, Anadolu’nun kurtuluşundan mazlum ulusların uyanışına, dersaadetten İspanya’ya, Karantinalı Despina’dan Hafız Post’a…Bir şehrayin kurulur, bir şiirayin olur. Zaman geçer, acılar eskir, aşkların külü savrulur, bir vicdan belleği gibi hepsi kendine Attila İlhan şiirinde yer bulur. Onun şiirine giren bir isim, bir sözcük artık, anılarda yaşamaktan kurtulur, bir dizenin içinde yepyeni bir yaşama kavuşur. Zehra Kardelin, Suna Su, Maria Missakian, Margot…Onun yaşamında ve sonra da şiirlerinde unutulmaz kadınlar olmadılar mı? Attila İlhan’ın şiirleri kadar uzun bir ömre kavuşmadılar mı? Hem Kaptan da “ne kadınlar sevdim zaten yoktular” derken, onların artık ‘şiirin kadınları’ olduğunu da gizliden itiraf etmiş sayılmaz mı?
“Büyük Yolların Haydutu” mu demişti kendine yoksa Kaptan mı? İkisi de olur. Niye olmasın? Çünkü o baştan beri zaten bir Abbas Yolcu’dur, Sokaktaki Adam’dır, yola erkenden koyulmuştur. İmgenin yoluna, aşkın yoluna, kavganın yoluna. Ve onda bütün yollar hayata çıkıyordur. Çıkmıştır. Kaptan’dır, çünkü bir ülkeyi kaç kuşaktır şiirle yola çıkarmak, şiirle aşka çıkarmak öncülüğü ve hüneri ondadır. O sonsuz yolculuğuna çıktıktan sonra da ara vermemiştir öncülüğüne. Öyle ya, 15 yaşında bir çocuk onun şiirine tutulursa, bu, hayata da tutulacak ve onu aşkla zengin, sözcüklerin güzelliğiyle rengarenk yaşayacak demektir. Şiir yalnızca harflerden değil, hayattan da ibarettir. Hele o şiirin sahibi, sanki bir ödev gibi, yalnız şiir yazmakla yetinmemiş, bir de toplumun şiiri sevmesine öncülük etmişse.
Attila İlhan: Yahya Kemal’den sonra büyük şiirin büyük müzikler gibi duyulabileceğini güçlü bir biçimde duyuran adam. Şiirimizin büyük kompozitörü.
ağustos çıkmazı
beni koyup koyup gitme
ne olursun
durduğun yerde dur
kendini martılarla bir tutma
senin kanatların yok
düşersin yorulursun
beni koyup koyup gitme
ne olursun
bir deniz kıyısında otur
gemiler sensiz gitsin bırak
herkes gibi yaşasana sen
işine gücüne baksana
evlenirsin çocuğun olur
sonun kötüye varacak
beni koyup koyup gitme
ne olursun
elimi tutuyorlar ayağımı
yetişemiyorum ardından
hevesim olsa param olmuyor
param olsa hevesim
yaptıklarını affettim
seninle gelemeyeceğim attilâ ilhan
beni koyup koyup gitme
ne olursun
Pia
ne olur kim olduğunu bilsem pia'nın
ellerini bir tutsam ölsem
böyle uzak uzak seslenmese
ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
otelleri bomboş bulmasam
içlenip buzlu bir kadeh gibi
buğulanıp buğulanıp durmasam
ne olur sabaha karşı rıhtımda
çocuklar pia'yı görseler
bana haber salsalar bilsem
içimi büsbütün yıldız basar
bir hançer gibi çıkıp giderdim
ben bir şehre geldiğim vakit
o başka bir şehre gitmese
singapur yolunda demeseler
bana bunu yapmasalar yorgunum
üstelik parasızım pasaportsuzum
ne olur sabaha karşı rıhtımda
seslendiğini duysam pia'nın
sırtında yoksul bir yağmurluk
çocuk gözleri büyük büyük
üşümüş ürpermiş soluk
ellerini tutabilsem pia'nın
ölsem eksiksiz ölürdüm
mahur beste
şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız
o mahur beste çalar Müjgan'la ben ağlaşırız
gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız
yalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız
o mahur beste çalar Müjgan'la ben ağlaşırız
bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı
güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı
hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı
gittiler akşam olmadan ortalık karardı
bitmez sazların özlemi daha sonra daha sonra
sonranın bilinmezliği bir boyut katar ki onlara
simsiyah bir teselli olur belki kalanlara
geceler uzar hazırlık sonbahara
gece buluşması
sen İstinye'de bekle ben buradayım
içimde köpek gibi havlayan yalnızlığım
belki gelmem gelemem 5 dakika bekle git
çünkü ben buradayım Karanlıktayım
çünkü elimi kestim beni kan tutuyor
şarabım bütün ekşi suyum soğuk
yanımda olmadınmı seni seviyorum
belki gelmem gelemem 5 dakika bekle git
yüzünü ıslatmadan ağlıyabilir misin
gece yarıları telefon ettin mi hiç
karanlık adamlar hüviyetini sordu mu
ben senin olmadığını arıyorum
belki gelmem gelemem 5 dakika bekle git
yabancı gibisin miyop gözlerin kısık
bana ait ne varsa hepsi seni korkutuyor
sana ait ne varsa hiçbiri benim değil
belki ölmek hakkımı kullanıyorum
belki gelmem gelemem 5 dakika bekle git
sen beyaz bir kadınsın
asıl büyük sarhoş benim
uzaktaki
ben ki tek damla şarap içmedim
ekmeğin beyaz zeytinin siyah
olduğunu biliyorum
asıl büyük sarhoş benim
uzaktaki
benim kusturucu sarhoşluğum
yoksulluğum
yüzüme bakmasan da
yağmura düşürsen de gözlerini
gözlerime bakmasan da ne kadar
o kadar aydınlığın gökyüzüme uzanıyor
uykularımda nefesinin sıcaklığı
o kadar
hangi akşam kapımı çalan sen değilsin
sen değil misin gizli bir kıvılcım gibi
gözbebeklerimde duran
umutsuzlandığım her akşam
senin rüzgârın almıyor mu
uğultulu yorgunluğumu
yoksulluğun eşiğinde kapaklandığım zaman
ellerimden sımsıkı tutmuyor mu senin
iyimserliğin
ben bu tezgâhı kurdumsa senin için kurdum
senin için dokuduğum basma ve pazen
denizin yeşilinden süzdüğüm balık
göğün mavisinden çaldığım kuş
senin için
felsefe okudumsa
iktisat okudumsa gece yarıları
boğazım kurumuş içim bir kalabalık
sıcacık mısralar okudumsa yunus'dan
senin için okudum
geceyarıları
sen beyaz bir kadınsın
uzaktaki
gözlerin aklımdan çıkmıyor
sen beyaz bir kadınsın
karanlıkları dinleyen
uzaktaki
sarmaşıkları duyuyor musun rüzgârda
yorgun başını
üşümüş yastığına koyuyor musun
uyuyor musun