Koreli yazar Soyoung Park’ın günümüzün şöhret ve lüks takıntısı üzerine kaleme aldığı düşündürücü genç yetişkin distopya öyküsü Snowglobe üzerine bir yazı.
Popüler kültür, Latince populus yani halk sözcüğünden türetilmiş bir kavram; yani aslında halk kültürü. Tübitak’a göre “genellikle bir toplumun üyeleri tarafından belirli bir zamanda, bir toplumda baskın veya her yerde bulunan ve ağırlıkla medya tarafından geniş kitlelere aktarılan bir dizi uygulama, inanç ve nesneler bütünü”dür. En ayırt edici özellikleri; sanayileşme ile ortaya çıkması, kâr amacı gütmesi ve tüketime dayanması şüphesiz. Kendini ekonomi, spor, edebiyat, sanat, müzik, moda, resim, medya ve eğlence gibi pek çok alanda göstermektedir. Bu araçları kullanan popüler kültürün en başta gelen parçaları ise gençler. Bu sebeple sık sık eleştiriye maruz kalan popüler kültüre ayak uyduranlar için ise bu kültürün bir parçası olmak adeta bir prestij meselesi hâline gelmiştir zaman içinde. Günümüzde toplumu tek tipleştirmeye neden olması ve şaşaalı ya da parlak hayatlara özendirmesi popüler kültürün en önemli handikaplarından biri olarak görülmekte. Bu sebeple de her fırsatta acımasız eleştiriler yöneltilmekte popüler kültüre ve bu kültürün homojenleştirdiği insanlara. Geçtiğimiz günlerde Yuzu Kitap’tan çıkan bir kitap, Snowglobe da bunu merkezine alıyor ve bu eleştirisini distopik bir dünya aracılığıyla dile getiriyor.
Snowglobe ya da Kar Küresi, genç yetişkin romanları ile tanınan Koreli yazar Soyoung Park’ın 2020 yılında yayımlanan ve bugüne kadar en bilinen eserlerinden biri. Yarattığı distopik evren aracılığıyla bilimkurgu, gerilim ve elbette toplumsal eleştiriyi dile getiriyor bu eserinde. Snowglobe, Kore kültürünü dünyaya yaymış ve aynı zamanda Changbi X Kakaopage Genç Yetişkin Roman Ödülü’nü de kazandı. Kitap, Amerika’da yayımlanmış ve pek çok okuyucuya ulaşırken CJ Enertainment tarafından da hâlihazırda film uyarlaması yapılıyor. Romanın Türkçedeki ustalıklı çevirisi de Elif Nihan Akbaş’a ait.
Snowglobe adından da anlaşılacağı üzere Kar Küresi adındaki yapay bir dünyanın düzenini anlatıyor. Bu dünya bildiğimiz o küçük süslü kar küreleri gibi parlak ve şatafatlı hayatları çağrıştırmakla birlikte aynı zamanda tıpkı yine o minik kar küreleri gibi camdan ayrı bir tavanı yani yapay bir gökyüzü bulunan bir evren. Bu açılardan bakıldığında, isabetli bir isim kararı. Kitapta okuduğumuz asıl hikâye Jeon Chobahm adındaki genç kızın hikâyesi. Kar Küresi ya da dışarıdakiler olarak adlandırılan iki dünya ve bu dünyalarda yaşayan daha doğrusu yaşamaya çalışan insanlar mevcut. Kar Küresi’nin dışındaysanız eksi derecede soğuklarla boğuşmak, kat kat battaniyelerin altında kalmak ve kıt kanaat geçinmek zorundasınız. Kar Küresi ise kaymaklı tabaka denebilecek, her türlü olanağın sunulduğu, insanların gerçek anlamda soğuk nedir bilmedikleri, herkesin yaşamak istediği o yer. Yıllar önce babası ölmüş Chobahm ve Ongi adlı ikiz kardeşler anneleri ve büyükanneleri ile Kar Küresi’nin dışında yaşamaktadırlar. Spot ışıklarından uzak bu dünyada bu ikiz kardeşler daha aylar öncesine kadar okula devam etmelerine rağmen mezun olur olmaz işçi olarak çalışmak zorunda kalmışlardır. Ve evet bu dış dünyada elektriği insanlar santrallerde yürüyerek oluşturmaktadırlar. Zaten bu dünyada doğmuş ve buraya mahkumsanız hayat zaten zordur ancak bir de Kar Küresi’ni deneyimleyip de dışarıya atıldıysanız hayat o zaman sizin için çok daha zordur.
Jeon Chobahm’ın da en büyük hayallerinden biri diğer hemen hemen herkes gibi Kar Küresi’nde yaşayabilmektir. Bunun için oyuncu ya da yönetmen olmanız ki bu da zorlu yetenek sınavlarından ve elemelerden geçmektedir. Her defasında sınavlara başvuran Chobahm’ın ilginç bir şansı ya da laneti bulunmaktadır; o da Kar Küresi’nde çok meşhur olan oyuncu Goh Haeri’ye tıpatıp benzerliğidir. Bir gün başına gelen bir olay sâyesinde -ya da o olay yüzünden- Kar Küresi’nde olabilecektir. Ancak bu parlak hayatlar yaşadıklarını zannettikleri o kişilerden biri olması için yeterli olacak mıdır yoksa peş peşe gelecek felaketlerin bir başlangıcı mıdır?
Kar Küresi’ndeki oyuncuların ihtişamlı görünen hayatlarının yedi gün yirmi dört saat takip edilebildiği televizyon programları dışardakileri oyalamak için geliştirilmiş romanda. Tüm gün çalışıp yorulsalar da ünlü oyuncuların magazinsel hayatlarını izlemekten vazgeçmez herkes gibi Chobahm ve özellikle de büyükannesi. Sabah kahvaltıda ne yedikleri, akşam yemekte ne yedikleri, ne giydikleri, nereye gittikleri hangi davetlere katıldıkları… Bunların hepsi an be an izlenen ve dışarıdakiler tarafından da televizyon programlarının devamlı başında oturmasını sağlayan şeyler. Distopik bir dünya olmasının yanı sıra aynı zamanda bilim kurgusal özellikler de mevcut elbette. Örneğin Kar Küresi’nde gerçek bir iklim söz konusu olmadığı için yapay yollarla oluşturuluyor her günün meteorolojik şartları. Bu da bir önceki gün hava durumu programında bir fanusun içinden kura ile çekiliyor. O kurada güneşli çıkarsa güneşli, yağmurlu çıkarsa yağmurlu bir iklim simülasyonu yaratılıyor ve Kar Küresi’nde yaşayanlar günlerini o havaya göre geçiriyor. Ancak daha da garip olan şey şu ki bu hava durumu programını ve ertesi gün için kuradan nasıl bir sonuç çıkacağını en çok merak edenler ve televizyonlarının başında bekleyerek kesintisiz izleyenler Kar Küresi’nin dışında yaşayanlar! Jeon da bunu şu cümlelerle ifade ediyor: “ Dış dünyada çalışan bizler, en sevdiğimiz televizyon programlarına tutunarak yaşar, karakterlerin talihlerindeki iniş çıkışları sanki kendi kaderimizmiş gibi takip ederdik. Kendi kasvetli varlığımızın yükünden, kısa bir süreliğine de olsa ancak böyle kaçabiliyorduk: Kendimizi güneşin parladığı yerde yaşayanların yaşamlarına kaptırarak. Onların başarısızlıkları, özellikle de maddi sıkıntı çekmeleri, çirkinleşen boşanma süreçleri ya da insanın içini burkan kalp sızıları bize tuhaf bir huzur veriyor, dünyanın her şeye rağmen adil bir yer olabileceğini düşündürüyordu.” (s.42) Bu cümlelerden de anlaşılacağı üzere aslında günümüzün popüler kültür anlayışına ve birçok ünlüye ya da fenomen isme özenen özellikle de gençleri temsil ediyor bu dünya. Ayrıca bilim kurgu kısmı tutmasa da yine de Kar Küre’sinde yaşayan ve dış dünyayla hiç alakası olmamış pek çok insan ve yine onların yerinde olmaya çalışan karşı dünyadan insanları temsil ettiği aşikar romanın. Bu romanda gerçek bir limuzin görmemiş, brownie, taze çilek, greyfurt görmemiş bir sürü insan var çünkü bu “güzel” şeyler yalnızca belli bir kesimin hizmetinde. Tıpkı yaşadığımız gerçek dünyada da olduğu gibi.
Bu metaforik romanı yalnızca genç yetişkinlere değil bu ikili dünya arasındaki karşıtlıkların anlatımını okumak isteyen herkese öneriyorum. İyi okumalar.