İsveçli yazar Emelie Schepp, tüyler ürpertici üçlemenin ilk romanı Silinmeyen’de bizi gizemli Jana Berzelious karakteriyle tanıştırıyor. 8-15 Mayıs 2016 tarihleri arasında gerçekleştirilecek İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali’ne konuk yazar olarak katılacak olan Schepp’le bu esrarengiz romanı hakkında konuştuk.
Başarılı bir kadın yazarsınız. Kitabınızda yarattığınız baş karakter de mesleğinde başarılı genç bir kadın savcı; Jana Berzelious. Jana, güzel ama insanlarla ilişkilerinde mesafeli, biraz da sert bir kadın. Bu profili oluştururken kendinizden, tanıdığınız birinden ya da hayalinizdeki kadın profilinden mi yola çıktınız? Yoksa kitabı yazarken hikayeye uygun olarak mı şekillendi?
Jana’yı yaratırken birçok film izledim, çok okudum ve hayal gücümü kullandım. Sıra dışı bir kadın hakkında yazmak istediğimi biliyordum fakat çocuk askerlerle alakalı bir makale okuyana kadar ne kadar sıra dışı olacağını bilmiyordum. Suikastçı olan çocukların konseptini kullanmaya karar verdim. Sonra şunu düşündüm; bir çocuğu katil yapmak mümkün mü? Katil tekrar çocuk olmak isterse ne olur? Böylece Jana, karanlık geçmişi yüzünden mesafeli ve sert bir karakter oldu.
Kitaplarınız polisiye roman türünde. Dolayısıyla içinde cinayetler, soruşturmalar, otopsiler hakkında detaylı bilgiler var. Bu konularda nasıl bir ön çalışma yaptınız? Yardım aldığınız kişiler oldu mu?
Evet, yardım aldım. Bir çocukluk arkadaşım polis ve bir polisle evli. O yüzden soruşturmalarla ilgili bölümleri yazarken onlara danıştım ve çok fazla da araştırma yaptım. Yazar olmak her zaman her şeyi merak etmeyi ve gözlemlemeyi gerektirir. Ardından sadece bir DNA analizinin kaç günde sonuçlandığını bilmek ve bir binanın rengini ya da güneşin doğuş zamanı gibi daha genel şeyleri bilmek gerekir. O yüzden her kitabım için insanlarla görüştüm, aradım ve e-mailleştim. Ve birçok fotoğraf çektim. Fotoğraf çekmek, bir köprünün gerçekte nasıl göründüğünün ya da eski bir binanın camının çatlak olup olmadığını hatırlamanın iyi bir yolu.
Yazarlığın öncesinde reklam ve iletişim sektöründe proje sorumlusu olarak çalışıyordunuz. Mesleki geçmişinizin yazarlığınıza katkısı olduğunu düşünüyor musunuz?
Evet, deneyimlerim sayesinde kitabımı kendim yayınlama cesaretini buldum. Çok çalıştım ve ilk kitabım sadece altı ay içinde 40 bin sattı ve İsveç’in en başarılı kişisel yayıncılığı oldu. Şimdi İsveç’in en büyük yayınevlerinden biriyle çalışmama rağmen hala önceki kadar çok çalışıyorum. Yazarlık yalnızca yazmakla ilgili değil, okurlarla buluşmak da çok önemli. Okurlara ulaşmayı ve savcı Jana Berzelious’un hikayesini onlara anlatmayı ve kitabımı almaları için onları ikna etmeyi seviyorum. Bence bu başarımın önemli bir parçası.
Kitabınızda konusu geçen cinayetin kurbanı Göçmenlik Dairesi'nde görevli bir adam. Hikayenin içerisinde İsveç'teki mültecilere ve hayatlarına dair anlatılar var. Toplumsal konuları hikayeye aktarırken sizi etkileyen ve yönlendiren neydi? Kitabınızın başarısında bu konuda doğru seçimler yaparak okuyucunun kahramanlarla arasında empati kurmasını sağlayabilmenizin etkili olduğunu düşünüyor musunuz?
Hayal gücümü kullanarak bazen güvenilir olmayan hikayeler yazsam bile, bunları anlatırken yaşadığımız toplumu anlatması ve yansıtması benim için çok önemli. 2012’de ilk kitabımı yazdığımda, sadece geride bir iz bırakmadan kaybolan yasadışı yollarla göç etmiş çocukları inceliyordum. Bu nedenle hikayenin gerçek olduğunu, bunun İsveç’te gerçekleştiğini görmek beni üzüyor. Kitabın 2013’te İsveç’te basılmasından bu yana tartışılmasının sebebinin bu olduğuna inanıyorum ve Avrupa’da olanlara bakarsak bence kitap bir süre daha konuşulmaya devam edecek.
Her yazar içinde yaşadığı toplumdan ve şehirden beslenir. Daha önce İstanbul'a gelmediniz ama hayal ettiğiniz kadarıyla, siz İstanbul'da yaşayan bir yazar olsaydınız sizce hikayenizde ne tür farklılıklar olurdu?
Kuşkusuz mekanlarda, çevrede, sokaklarda, binalarda, evlerde farklılıklar olurdu. Ama bunlar yalnızca unsurlar ve maddi şeyler. Yani İstanbul’da yaşayan bir yazar olsaydım da hikayenin aynı kalacağına inanmak istiyorum.
"Kadın" olmanın sizce yaşanılan coğrafyaya göre ne tür farklıları vardır? İsveç'te yaşayan bir kadın olarak kendi ülkenizdeki kadına bakıştan biraz bahseder misiniz?
Evet, bence İsveç’te kendi hayatlarının ve toplumsal hayatın şekillenmesinde kadınlar erkeklerle eşit haklara sahip. Daha yapılacak şeyler olmasına rağmen kadın ve erkek eşit. Ben de bu toplumsal durumu, Mia Bolander karakteriyle ilgili yazarken kullandım.
İtalyan yazar Umberto Eco'nun bir romanında “Kitaplar her zaman başka bir kitaptan bahseder ve her bir hikaye daha önce anlatılmış olan bir hikayeyi anlatır” cümlesi geçer. Bu görüşe katılıyor musunuz? Sizi en çok etkileyen kitap hangisidir?
Evet, bu düşünceye katılıyorum. Bir kitabı okurken dünyaya o yazarın gözünden bakarsınız. Benim ilham aldığım bir kitap değil seri vardı: İsveçli yazar Stieg Larsson’un İsveç’in en çok okunan suç romanlarından olan Millenium serisi.
İlk kitabınız Marked for Life (Silinmeyen) 20'den fazla ülkede yayımlandı. Önümüzdeki günlerde kitabınız Zodyak Kitap etiketiyle Türkiye’deki okurlarınızla buluşacak. Bir yazar olarak, dünyanın farklı yerlerinde, farklı dillerde okunuyor olmakla ilgili duygu ve düşüncelerinizi paylaşır mısınız?
Yeni ülkeleri görme, keşfetme fırsatı sahip olduğum için çok şanslıyım. Bu kesinlikle harika bir şey ve dört yıl önce evimde yazdığım bu hikayenin şimdi Almanya’dan Japonya’ya dünyanın birçok ülkesinde, şimdi de Türkiye’de okunması inanılmaz. Gerçekten çok mutluyum.