İnsan bir keşkeden başka nedir ki? Kocaman açılmış bir çift göz gibi keşkeden? Keşkeden geriye yine keşke kalır. Keşkeler çoktur, keşke tektir, keşke çokanlamlı değil eşanlamlıdır. Keşke deyip durursunuz, susarsınız ama o keşkeler kendi kendilerine gider, keşkenin eşanlamlarına yürürler, kavuşurlar, buluşurlar, sarılırlar, duruşurlar. Neyse olurlar, oysa olurlar, çünkü olurlar. Oldukları yine, önünde ve sonunda keşkedir. İnsan keşke olmazsa, insanın keşkeden başka bir şeyi olmazsa, insandan da geriye pek bir şey kalmaz, kalan yine keşkedir, insandan kala kala keşke kalır, insan keşke olarak kaldığıyla kalır. İnsan da kaldığı kadardır.
Belki de keşkeden başka bir şey gerçekten yoktur. Tıpkı ‘gerçekten’ diye bir şeyin de olmadığı gibi. Hem niye olsun? Keşkelerle gerçekler niye birbirlerine karşıymış gibi dursunlar ve birbirlerinden yorulsunlar? İnsan ne güne duruyor? Kim demişti unuttum, ‘insan bir yorgunluktur’ diye. İnsanın ilk yorgunluğu da keşkeyi tanıması, duyması ve bunu önce içinden gizlice, sonra da kendini tutamayıp yüksekçe söylemesiyle olmamış mıdır? O yüzden, insanın yorgunluğu da keşkeden gelmedir ve ondan kalmadır. Ne yapalım bazen de insan bu kadardır. Keşkesi kadardır. Fakat söylemiştim sanırım, biz keşkemiz kadar varız, keşkemiz yoksa yokuz.
Keşkelerim dedim, sanki biraz onları sevip ama yeterince
ilgilenemediğimiz çocuklarımızdan söz eder gibi ‘keşkelerim’ demişim. Bir tür özür diler gibi. Aslında olabilir, buraya kadar düşünmemiştim ama, keşkelerimizden de niye özür dilemeyelim ki? Çünkü her ‘keşke’ diye söze başladığımızda, yeni bir keşke için eski bir keşkenin ya da şöyle demek daha doğru, şimdiki keşke için önceki keşkenin kalbini kırıyoruz. Bu nedenle keşke demek biraz da kırıcı bir şey. Önce yorucu, sonra kırıcı. Hiç kalp kırmasak iyi ama, o zaman da hiç keşke dememiş olacağız, hiç keşke demezsek de yaşamamış olacağız. Keşkelerle yaşıyoruz!
Keşke bu kalp kırma meselesini hiç açmasaydım diye düşünürken, birden acaba bir çözüm yolu olabilir mi diye kendi kendime heyecanlandığım bir fikir oluştu kafamda. Açtım, baktım, bir de ne göreyim? Keşkeler, eskisi, yenisi, dünden kalmışı, tazesi, hep birlikte güzel güzel durup sıralarını bekliyorlar. Fakat yalnız değiller! Yanlarında da, daha doğrusu aralarında da neyseler var! Neyseler olunca da sorun hem var hem de yok demektir, bilirsiniz. Eh dedim bu doğallık neden ‘gerçek’ hayatta da olmasın? Gerçek dediğim, bir nev’i somutluk gibi bir şey, gerçekliği o kadar işte. Hayat desem de olurdu hem, hayat gerçeklik duygusunu bile geçersiz kılacak kadar gerçek değil midir? Keşkenin sertine hayat dediklerini de böylece öğrendim. Keşke dedim…