23 EKİM, CUMA, 2015

Knausgaard'ın Galerisi

İçten. Proustyen. Şeffaf. Tabu oyununda bu üç kelime yan yana geldiği vakit kim olduğu hemencecik söylenebilen bir yazara dönüştü Knausgaard. Bir yıl içinde bu kadar kapsamlı biçimde tarif edilmek, tanımlanmak, Amerikalıların tabiriyle güvercin deliğine yerleştirilmek suretiyle tasnif edilmek az başarı değil. Velâkin bu Knausgaard portresi yanıltıcı da olabilir pekâlâ. Knausgaard acaba gerçekten de içtenlikle yazan ve Proust gibi hatırlayan bir erkek mi? Proust içtenlikle hatırlayan ve yazan bir erkek miydi gerçekten de?

Knausgaard'ın Galerisi

Karl Ove Knausgaard'ın otobiyografik romanı Kavgam'ın Marcel Proust'un Kayıp Zamanın İzinde'sine ne kadar da çok benzediğine dair yazılardan en az bir tanesini okumuş olmalısınız. Ya da Knausgaard'ın duygusallığı, bir erkek olarak kırılganlığı, bir kadın yazar onun yaşadıklarını yaşayıp yazdıklarını yazsa Knausgaard gibi rock yıldızı muamelesi görür müydü konulu yazılardan birini. Knausgaard'ın içtenliğinin, dolaysızlığının, acılarını yüzümüze çarpa çarpa anlatmasının kabalığı yahut zarafeti üzerine makalelerden biri mutlaka çekmiştir dikkatinizi.

İçten. Proustyen. Şeffaf. Tabu oyununda bu üç kelime yan yana geldiği vakit kim olduğu hemencecik söylenebilen bir yazara dönüştü Knausgaard. Bir yıl içinde bu kadar kapsamlı biçimde tarif edilmek, tanımlanmak, Amerikalıların tabiriyle güvercin deliğine yerleştirilmek suretiyle tasnif edilmek az başarı değil. Velâkin bu Knausgaard portresi yanıltıcı da olabilir pekâlâ. Knausgaard acaba gerçekten de içtenlikle yazan ve Proust gibi hatırlayan bir erkek mi? Proust içtenlikle hatırlayan ve yazan bir erkek miydi gerçekten de? Proust erkekti ve hatırlıyordu, evet, ama ne romanında yarattığı erkeklik ne de oluşturduğu hatırlama mekanizması sade ve çetrefillikten uzaktı. Guermentes tarafında olanları Emile Zola gerçekçiliğiyle mi resmetmişti Proust? Guermantes Dükü ve Düşesi'nin Combray yakınlarındaki şatosuna uzanan o patikayı, Guermantes'lerin sosyetik salonunu anlatma biçimi Proust'un onları ilk gördüğü andaki izlenimlerinin aslına sadık bir kopyasını üretmekten mi ibaretti? Marcel, Proust'un anlatıcı kahramanı, hatıralarının gerçekçi bir ressamı mıydı gerçekten de, yoksa hatıralarını önünde bir tuval gördükçe yaratarak ve onların içine girip dönüştürerek ilerleyen bir anti-gerçekçi mi? Uzun uzun resim sanatı üzerine yazan, hayata sanat eserleri üzerine yazarak, bir eleştirmen olarak başlayan Proust gibi Knausgaard da pekâlâ içtenlikten, doğallıktan, gerçekçilikten fersah fersah uzak, hatta bunların tam karşı kıyısında ufak kulübesini kurmuş bir yazar olamaz mı?

Bence olabilir. Kayıp Zamanın İzinde'nin kahramanlarından romancı Bergotte, Vermeer’in Delft Manzarası tablosundaki ufak sarı lekeyi görmek için resmin bulunduğu müzenin yolunu tutmuş ve tıpkı Vermeer'in resim yaptığı biçimde romanlar yazması gerektiği sonucuna ulaşmıştı. Proust'un hatırlama biçimi de böyleydi: bir fotoğraf çeker gibi, çektiği fotoğrafın son halini karanlık odasında bekleyen bir teknisyen gibi değil, her şeye sıfırdan şövalesinin önünde başlayan bir ressam gibi çize çize, yarata yarata hatırlıyordu. Bergotte aracılığıyla Proust'un bizi gerçeklikten dört kademe uzaklaştırmaya nasıl muvaffak olduğunu hatırlayalım. Gerçeklik, Vermeer'in onu resmettiği hali, Bergotte'un onu deneyimlediği hali ve Marcel'in bunu anlattığı hal şeklinde en az dört ayrı prizmada, dört ayrı kırılmaya uğrayarak Delft Manzarası bize ulaşmıştı. İçtenlikten, sadelikten, gerçeklikten dört kademe uzaktaydık Proust'un dünyasında.

On dokuz yaşındayken Knausgaard, Norveç'in Bergen şehrinde Lars Hertevig'in bir tablosunu gördü. Bu fevkalade sessiz ve güzel tablo onu gözyaşlarına boğdu. Sebebini bilmeden hayatta yaşadığı en büyük duygusal sarsıntılardan birinin içinde bulmuştu kendini Knausgaard ve genç bir Norveçli ressamın ona bunları nasıl tek bir tabloyla yaşatabildiğini bir genç yazar olarak hiç unutmadı.

Kavgam'ın ilk cildi, en sade tanımıyla, anlatıcımızın babasını gömmesinin hikâyesi. Babaya ait ilk hatıraları okuduktan sonra kendimizi 27 Şubat 2007 gecesinde buluyoruz. 1968 doğumlu yazarımız otuz dokuz yaşında, evli ve üç çocuklu. Bilmemizi istiyor ki kendisi şu anda, yazının şimdiki zamanında Malmö'de bir apartman dairesinde oturmakta ve yazı yazdığı masanın çevresindeki odalarda Knausgaard ailesinin dört ferdi uyumakta. Ona inanıyor ve adım adım bu dünyaya giriyoruz: Knausgaard'ın yarattığı evrende olaylardan, şeylerden, karakterlerden çok mekân duygusu önplanda. Proust'un kahramanını Marcel olarak adlandırmasını akla getiren biçimde diğer karakterlerin Karl Ove diye çağırdığı anlatıcımızın maceralarını okurken, onu ressam Constable üzerine bir kitabın sayfalarını karıştırırken görüyoruz bir yerde. Bir başka yerde Stokholm'deki veya Oslo'daki veya Londra'daki Ulusal Galeri'de dolanırken seyrediyoruz kendisini. Ne de olsa Karl Ove için galerilerde gezmek özgürlük demek. Huzurun ise buralarda asla yaşamadığı bir duygu olduğunu söylüyor bir yerde. Gördüğü tablolar Knausgaard'ın huzurunu kaçırıyor daha çok. Velâkin onun resim sanatıyla, tablolarla kurduğu ilişkinin huzursuzluktan ve özgürlükten öteye geçen bir başka anlamı ve bu büyük kitapta çok hayati bir yeri var.

Tablolara baktığında 'orası'nın nasıl incelikle yaratılmış olduğunu gözlerinde yaşlarla görüyor Karl Ove. 'Oraya' bırakılmış olmanın, 'orada' dolanıyor olmanın, 'orada' olmanın gizemini en iyi bir galeride, sessizlik içinde, tablolara bakarken idrak edebiliyor. Babasının ölümünün yarattığı olaylar silsilesini gerçekçi ve içten ve şeffaf olduğunu varsaydığımız biçimde bize anlatırken gösterdiği çaba bu. Bir 'orası' duygusunu kelimelerle inşa etme çabası. Bunu da hatırlamaktan çok uydurarak, taklit etmekten çok yaratarak, içtenlik sergilemekten çok içten gibi gözüken bir dünyayı yazı sanatının tüm yapay tekniklerini kullanmak suretiyle yapıyor. Knausgaard'ın bu büyük, çok büyük kitaptaki kavgası bu; Knausgaard'ın bütünüyle yapıntı kavgasını hayranlıkla, onu içten ve gerçekçi ve şeffaf bularak okuyoruz.   

0
9548
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage