4 Kasım’a kadar Türkiye’de farklı şehirlerdeki okurlarıyla buluşacak fenomen yazar Adam Fawer ile odağında zamanda yolculuk olan yeni romanı Mobius’u konuşmak için İstanbul’da bir araya geldik.
Olasılıksız, Empati ve OZ’un fenomen yazarı Adam Fawer’ın yeni romanı Mobius ile 10 Ekim haftası tüm kitapçılara hızlı bir giriş yaptı, şimdiden listelerde ilk sıralara yerleşti. Milyonları edebiyatına aşık eden, Türkiye’de okuma alışkanlıklarını baştan sona değiştiren, kapak tasarımı ve hikâye anlatıcılığıyla pek çok yazar ve yayıncıya ilham kaynağı olan Adam Fawer, bu kez odağında zamanda yolculuk olan bir romanla karşımızda. Mobius için Fawer “otokurgusal romanım benden pek çok iz taşıyor,” diyor.
Fawer 15 Ekim - 4 Kasım tarihleri arasında Türkiye’de beş şehirlik bir edebiyat turu yapıyor. Bursa, Eskişehir, İstanbul, İzmir ve Ankara’da gerçekleşecek buluşma ve etkinlikler yayınevinin sosyal medya hesaplarından takip edilebiliyor. April Yayıncılık’ın yazar için verdiği karşılama partisi ise Soho House İstanbul’da gerçekleşti, Fawer romanının detaylarını gazetecilere anlattı. Parti öncesi yaptığımız röportajı okurlarımızla paylaşıyoruz.
Merakla beklenen kitabınız sonunda okurlarınızla buluştu. Yazım süreciniz nasıl gelişti, yazım alışkanlıklarınızı bu kitapta da sürdürdünüz mü? Neden zaman yolculuğu gibi bir tema seçtiniz?
Kitaplarımı yazarken izlediğim süreç aslında hep aynı. Bu yöntemi, en sevdiğim yazarlardan biri olan Stephen King’in Yazma Sanatı adlı anı kitabında okumuştum. Öncelikle, her gün yazmaya özen gösteriyorum; ne olursa olsun. Hiçbir günü atlamadan aralıksız yazdığımı söylersem yalan olur ama ilk taslak sürecinde her gün en az 1.000 kelime (yaklaşık dört sayfa, çift aralıklı) yazmayı hedefliyorum.
İkinci olarak daha ilk taslaktan her şeyin mükemmel olmasını beklemem çünkü amacım sadece hikâyeyi ortaya koymak. Bu yüzden de ilk taslağım genelde oldukça dağınık olur.
Son olarak geriye dönüp düzeltme yapmıyorum; hep ilerlemeye devam ediyorum. Tüm hikâye tamamlanana kadar da hiçbir bölümü yeniden ele almam. Bu da beni bir sonraki adımımı düşünmeye teşvik ediyor.
Neden zaman yolculuğunu seçtiğime gelince, bunu yaş almam ve hayata dair bazı pişmanlıklarımla ilgili olduğunu düşünüyorum. Yaşadığım hayat için kendimi oldukça şanslı hissetsem de geriye dönüp değiştirmek istediğim birçok kararım var. Ama sonuçta hayat böyle bir şey, değil mi?
Baş kahramanınız Caleb’in, kendisine gelecekteki yazılarından notlar yazan bir start-up şirketine katılması çaresizlikten mi kaynaklanıyor? Yoksa Caleb’in bir anlamda start-up şirketlerine bağımlı olduğunu mu söyleyebiliriz?
İkisi de. Caleb bir bağımlılık içinde. Riske bağımlılık, hep daha çok çalışmak, daha çok kazanmak ama kaybedecek de daha çok şeyinin olması... Instagram, WhatsApp ve YouTube gibi şirketlerin kurucularının; şirketleri satın alındıktan sonra neden ayrıldıklarını da bu şekilde anlayabiliyoruz. Kendi deneyimlerime göre de insanlar seni kim olduğuna göre istiyor; eğer start-up’larda çalıştıysan işverenler seni yine start-up’lar için işe almak istiyor.
Start-up dünyasının hırsa kapılmadan, özel yaşamına daha çok önem veren kişilerden oluştuğunu düşünüyor musunuz? Yoksa bu sistem, insanların vicdanını ve ruhunu araçsallaştırıyor mu?
Start-up’lar, özel yaşamınıza kayıtsız kalır çünkü bu ortam bir yarış gibidir ve ne yazık ki bu yarış yıllar, hatta on yıllar sürebilir. Yarış sırasında ailenize vakit ayıramazsınız; sadece koşmaya devam edersiniz. Koşmaya devam edemeyenler, ilerleyenler tarafından geçilir. Vicdan ve ruhun, start-up ekosisteminde yeri yoktur.
Zamanın lineer bir kavram olduğunu mu düşünüyorsunuz? Yoksa biz insanlar, pusulamızı bulmak için zamanı mı yarattık?
Bence zamanın her anı aynı anda gerçekleşiyor. İnsanlık zamanı yaratmadı fakat evreni deneyimleme şeklimiz nedeniyle zamanı hissediyoruz.
Romanınızı yazarken dahi, fizikçi ve mucit Rowan’a mı, yoksa hırslı CEO Andy’ye mi daha yakın hissettiniz? Roman boyunca bu iki karakterin sürekli bir rekabet içinde olduklarını görüyoruz. Karakterlerinizi yaratırken onlarla aranıza bir mesafe koyar mısınız?
Bu romanı birinci tekil şahısla yazdığım için dünyayı her zaman ana karakterim Caleb’in bakış açısıyla görmeye çalıştım. O ne Rowan’a ne de Andy’ye yakın hissediyordu; dolayısıyla ben de onlara yakınlık hissetmedim. Ancak Tıpkı Caleb gibi yaşadıkları olaylara büyük bir empati geliştirdim çünkü ben de daha önce benzer durumlarda bulunmuştum.
Geçmişe dönme şansınız olsaydı toplumsal tarihi / olayları mı değiştirmeyi mi tercih ederdiniz, yoksa önceliğiniz aileniz ve sevdikleriniz mi olurdu?
Ailem ve arkadaşlarıma yönelirdim. Herkes gibi benim de çocuklarım mutluluk kaynağım. İki oğlum var ve üçüncü bir çocuğumuz daha olacaktı ama maalesef olmadı. Geçmişe dönebilseydim üçüncü çocuğumuzun olmasını gerçekten çok isterdim.
Sosyolojik olarak geniş aile yapısının yok olmasının ardından çekirdek aile yapısı da sizce tehlikede mi?
Bence biraz tehlikede. Çocukken ödevlerimi bitirdikten sonra babamla hep televizyon izlerdim. Bu, bizim için ortak bir deneyimdi; konuşmasak bile birlikte olmanın keyfini çıkarırdık. Fakat şimdi herkes kendi ekranına dalıyor ve bu yüzden ortak anılar giderek azalıyor. Ortak deneyimler eksik olunca aileler arasındaki bağ da doğal olarak zayıflıyor.
Her şeye rağmen gelişen teknolojinin insanlık için faydalı olduğuna inanıyor musun?
Hayır. İnternet hayatımıza girdiğinde bunun toplum için altın bir çağ olacağı söylendi. Aslında birçok açıdan da dünyayı daha küçük bir yer hâline getirdi. Ancak Amerika’da bir zamanlar ortak bir hikâyemiz varken şimdi herkes haberleri farklı kaynaklardan alıyor. Bu da ortak bir gerçeklik duygusunu kaybetmemize yol açtı. Sonuç olarak birbirimizden giderek uzaklaştık ve korkarım ki bu böyle devam edecek. Ortak bir gerçeklik olmadan geleceği tartışmak bile zorlaşıyor çünkü hepimizin bugünü o kadar farklı ki.
Mobius’un diğer romanlarınız arasında nerede durduğunu düşünüyorsunuz? Diğer romanlarınızın tarzıyla benzerlikler taşıdığını düşünüyor musunuz?
Mobius, bilimle bilimkurguyu harmanlayan Olasılıksız ve Empati adlı romanlarımla benzerlikler taşısa da en kişisel romanım diyebilirim. Caleb, diğer karakterlerime kıyasla beni çok daha fazla yansıtıyor. Hatta bu roman, şimdiye kadar yazdıklarım arasında en derin duygusal temaya sahip olanı. Böyle bir eseri ortaya koymuş olmaktan dolayı oldukça gururluyum ve Türkiye’deki harika okurlarımla paylaşacağım için çok mutluyum.