26 MART, PERŞEMBE, 2020

Külliyen Özgür Olsam Söyleyeceklerime Dayanamazdınız

Mine Söğüt ile düzene, iki yüzlü ahlaka, tüketimciliğe, vurdumduymazlığa, savaşkanlığa, rekabetçiliğe itirazlarını dile getirdiği; zamana düştüğü notlardan oluşan kitabı Alayına İsyan üzerine konuştuk.

Külliyen Özgür Olsam Söyleyeceklerime Dayanamazdınız

Alayına İsyan, “Vahşi kapitalizm yoktur, vahşi insan vardır.” sözüyle başlıyor. Alayına İsyan’da Mine Söğüt, Gezi Parkı olayları başlamadan sadece bir hafta önce 2013 yılı mayıs ayından itibaren Cumhuriyet gazetesinde yazmaya başladığı köşesindeki yazılarından çıkardığı damıtılmış cümleleri bizlerle paylaşıyor.

Aslında hepimizin yapan taraf ve yapılanlardan dolayı mağdur olan taraf olarak çok iyi bildiği meseleler üzerine gayet açık ve dürüst bir noktadan isyanını dile getiren Mine Söğüt, hepimiz adına artık görüyoruz derken aynı zamanda ne yaptığınızı ve ne yapmak istediğinizi de biliyoruz; asla onaylamıyoruz, artık asla onaylamayacağız diyor. İsyan alayımıza karşı, lafı hiç dolandırmaksızın başlatıyor.

​Mine Söğüt ile baştan sona merakınızı cezbedecek, alayına isyan demenin tutkusuyla okuyacağınız ve sizi gerek kendi hayatınız gerek toplumsal hayatınız açısından harekete geçirebilecek güzel bir söyleşi gerçekleştirdim.  

Sizinle ilgili yapmış olduğum okumalarda (kitaplarınız, söyleşileriniz, köşe yazılarınız vb.) şöyle bir şey fark ettim: Mine Söğüt külliyatında kendiliğinden gelişen, suyun kendi kendine, serbestçe, özgürce aktığı süreçler var. Latin Dili ve Edebiyatı bölümü mezunusunuz. Gazetecilik yapmaya başlayarak start alıyorsunuz. Söyleşi ve biyografi kitapları (Adalet Cimcoz, Pınar Kür mesela) projelerini gerçekleştiriyorsunuz ve tabii ki kendi öykü kitaplarınız, romanlarınızı yazıyorsunuz. Şimdiki Mine Söğüt birçok önemli aşamadan geçerek var olmuş; fakat bunu çok ideal, çok hırslı bir yerden değil de, daha sakin, sıra sıra yapmışsınız. “Kendiliğinden” tespitime katılır mısınız? 

Hırsa ve iddiaya mesafeli olduğum doğru ama “kendiliğinden” kısmına pek katılamayacağım. Çünkü isteklere ve tercihlere çok kıymet veriyorum. Eğer hayatta ne istediğiniz üzerine gerçekçi bir şekilde düşünür ve tercihlerinizi sonuçlarını göze alarak isteklerinize göre yapmaya özen gösterirseniz hırslı olmanıza gerek kalmıyor ve başınıza da çok kötü şeyler gelmiyor ya da hata yapsanız bile, kendi hatanızı yapmış oluyorsunuz. Başkaları yüzünden yapılan hatalar çok yıkıcı olabilir ama insan kendi hatasını daha kolay anlar ve düzeltir ya da kurban psikolojisine girmeyeceği için daha sağlıklı çıkış yollarının peşine düşebilir. Neticede hiçbir şey de kendiliğinden olmuyor. İlahi güçlere ve kadere inanmayan biri olarak tercihlerin önemine inanırım. O yüzden tarif ettiğiniz şeyi kendiliğinden değil “kendimizden” diye tanımlamaktan yanayım. 

Edebiyatla olan bağınız, kitaplarla olan temasınız tam olarak ne zaman başladı? Okula başlamadan öncesine mi dayanıyor yoksa sonrasına mı? Çünkü çok iyi kotarılmış, döneminin en iyi yazarlarıyla, sanatçılarıyla içeriği dolu dolu, kapsamlı söyleşiler yapmışsınız. Çok meraklı, araştırmayı, okumayı sevmeyen birinin böylesine projeleri kotarabilmesi zor. Baştan beri, ta çocukluk döneminizden itibaren okuma, yazma, düşünme ve merak etme ediminizin çok güçlü bir destekle (ya aileden ya da okullardan) geldiği izlenimi yarattı bu bende. Ne dersiniz?

Orta sınıf ama solcu bir ailede büyüdüm ve devlet okullarında vasat bir eğitim gördüm. Üç kişilik küçük ailemizde kitaba, okumaya, bilgiye ve mantığa fazlasıyla değer verilirdi. Ayrıca meraklı bir insanım. Çok sorum vardır, aynı zaman da hiç dogmatik bir değere sahip olmadığım için, çok şüphem. Sorular ve şüpheler etrafınızla daha çok ilgilenmenize ve farklı kaynaklardan beslenmenize olanak tanır. Sizi özgürleştir. Gazetecilik için de yazarlık için de bunlar kıymetli temeller. 

©Muhsin Akgün

Alayına İsyan, raflarındaki yerini yeni aldı. Nasıl bir kitap olduğunu tanımlamanızı istemeyeceğim sizden. Daha çok, bu kitabın duygusu ne, bunu merak ediyorum? Bazen kelimelerle, bazen cümlelerle, bazen ifade etmek istediğiniz duyguyu kalın siyah çerçevelere alarak yani ifade etmek istediklerinizi resmetmeksizin ya da illüstrasyon kullanmaksızın, çıplak cümleler hâlinde ifade etmişsiniz. Unuttuğumuz insani yanlarımızdan ziyade, unuttuğumuz, artık hiç devrede olmayan duygularımızı ön plana mı çıkarmak istediniz böylesine çıplak cümlelerle bizi baş başa bırakarak?

Alayına İsyan aslında yedi yıldır Cumhuriyet gazetesinde yazmakta olduğum köşe yazılarının damıtılmış hâli. Gündemdeki siyasi ve sosyal olaylara dair yazdığım bu yazıların çekirdeğindeki meselelere odaklanmış cümlelerden oluşuyor. O yüzden fazlasıyla sert ve itham edici ifadeler var içerisinde. Ben köşe yazmaya 2013 yılının mayıs ayında başladım. Gezi olayları patlamadan sadece bir kaç hafta önce. Dolayısıyla, son yedi yılda başımıza ne geldiyse, nelerle yüzleşmek, nelerle hesaplaşmak ve nelerin bedelini ödemek zorunda kaldıysak, kitapta tam onlar var. O yüzden içindeki cümleler, süslenmeleri ya da çerçeve içine alınmaları gerekmeyen sadece hiç unutmamamız ve mümkünse ders çıkartmamız gerekenlerle bir yüzleşme daveti.

Alayına İsyan bir tür mottolar, manifestolar kitabı. Fakat Mine Söğüt özelinden ziyade daha evrenseli ilgilendiren meseleler üzerine yazılmış, isyan bayrağının çekildiği, bundan öncede konuşuyorduk, yazıyorduk, çiziyorduk ama bundan sonra yekten ve direkt, tüm çıplaklığı ile yazacağım çünkü siz tam da bu mottolar üzerinden eleştirilen insan tipisiniz ve aynada kendinizi görmekten kaçamayacaksınız meselesinin bir tezahürü olarak ellerimizin arasında durmasını istediğiniz bir kitap mı? :) Ne dersiniz?

Kısaca evet derim. Bir okurum çok iddialı ama çok da hoşuma giden bir yorum yaptı bu kitapla ilgili. “Artık yazarı belli bir kutsal kitabımız var” dedi. Bu benim için önemli bir yorum. Çünkü yazdıklarımda,  mevcut kutsalların yerine kendi aklımızı ve vicdanımızı koymamızı öneriyorum hep. Sorumluluğu kadere atmamayı, kendi sorumluluklarımızı yeniden tarif etmeyi ve başka bir ahlak yaratmayı öneriyorum.

13 ana tema belirlediğinizi ve bu temalar üzerinden ilerlediğinizi gördüm. 13 rakamının bir takım özellikleri vardır ve bunlardan en bildiğimiz uğursuz oluşudur aslında. Sizin için de böyle mi bu yoksa hayır tamamen tesadüf oldu der misiniz? Çünkü umutlu olmalıyız, her daim mutlu olmak bizim elimizde sloganları arasında aslında her gün bunca kötülüğün, kaosun içinde, sistemin azılı çarkının çirkin dişlileri arasında ezilmeden sağ salim günü tamamlamaya çabalarken bize olan, bize yapılmak istenen tam da bunlar işte ifadenizin alt yapısı olarak mı oluştu 13 tema? Mesela sorunun tamamına istinaden 1’inci tema olan; “Vahşi kapitalizm yoktur, vahşi insan vardır”  sözünüzü buraya alıntılamak isterim.

Kara kedileri de 13 sayısını – 13 Haziran doğumluyum J- da fazlasıyla seven bir insanım ama tabii ki kitabın 13 bölümden oluşması tamamen bir tesadüf. Temalar hayatın içinden, kendiliğinden, gündemden çıktı. Ama en başta vahşi kapitalizm, en sonda da isyan olması tabii ki tesadüf değil.  Çünkü üretim ve tüketim ahlakımıza itiraz ettiğimiz anda aradaki tüm diğer sorunlu temalar - savaş, kadın, mülteciler, ahlak, adalet, ırk, hayvanlar, iktidar vs. – da kendiliğinden değişecek diye düşünüyorum.

Müthiş bir iç dökme hâliyle, adalet kavramı, kadın meseleleri, hayvanlarla ve doğayla olan bağımız, cinselliğin ne olduğundan bir haber olmamıza rağmen ahkâm kesmelerimiz, yargılarımız, ahlaksızlığımız; sonra aşkın aslında sandığımız şey olmayışı; insanları ırkına, mezhebine göre ayrıştırmamız, ötekileştirmemiz; “Savaş bu, kimliksiz girilmez” tespitiniz; silahlar, paralar, topraklar, çocuklar; bu dünya hepimizin iken parsel parsel paylaşılması, devletlerin erk yapısı ve 13 rakamı ile “Yoldan çıkanın yolu olmaz.” Evrende hiç kimsede olmayan insan aklı, bilinci insanda ola ola, insan nasıl bu kadar büyük hatalar yapabildi? Üstelik hatalarımızdan dersler çıkarmayarak, tecrübe sahibi olamayarak ilerlemeye devam ediyoruz. İnsanlık bu değişmeyen “başarısını” nasıl istikrarlı bir şekilde yürütmeyi başarıyor? 

Korkuları sayesinde. Kendi kendini korkuttuğu her şey, onu gerçeklerle yüzleşmekten muaf kılıyor. O yüzden ben korkularımızı gözden geçirmeyi ve ayıklamayı öneriyorum. Ama bu çok zor bir şey. Korkuları ayıklamak için köklü değerleri gözden çıkarmanız gerek. Vatan, aile, din... Kendi onayladığınız sinsi iktidarların, yine size karşı bir silah olarak kullandığı bu mevcut kutsalları hem koruyup hem de iyi bir dünya düşleyemezsiniz. Mülkiyet ve mahremiyet kavramlarının insanlık tarihinde nasıl biçimlendiğini ve bu kavramların kutsallaşmasının bedellerini görmezden geldiğiniz sürece, ne hatalar değişir ne de o hatalardan bir ders çıkarmak mümkün olur. 

Tüm bu sorulara istinaden kolektif bilinç diye tanımladığımız şeyler aslında insanlığın zehri diyebilir miyiz? Çünkü cüretkar olanı, kışkırtıcılığı, meydan okuyanı, kafa tutanları seviyoruz ve ilgimizi çekiyor böyle insanlar ama günün sonunda kolektif bilinç sağlıklı işlemiyor. Bu bağlamda Alayına İsyan sizin umut kitabınız mı yoksa umutsuzluğunuzun yansıması mı?

Umudun ya da umutsuzluğun tarifini nasıl yaptığınıza bağlı bu. Benim için umut, ne kadar kötü bir noktada olduğumuzu tüm gerçekliğiyle fark ettiğimiz ve bu farkındalık sonucu bir itiraz dili aramaya başladığımızda beliriyor. Yoksa gerçeklerle yüzleşmeden hayal edilen “güneşli günler” sadece şiirsel bir değer taşır. Dünyanın bir günde değişmeyeceğini biliyorum. Ve değişimin şüpheyle başlayacağını düşünüyorum. O yüzden, düzenin bugünden yarına değişmeyecek olması, benim için bir umutsuzluk değil. Ve yazdıklarımı okuyup benim gibi düşündüğünü söyleyen bir kişinin şüphesi bile umut. 

Alayına İsyan temaları üzerinden gittiğimde şu soruyu çok merak ettiğim için sormak istiyorum size: Hiç kendinizle çeliştiğiniz, yani sen böyle düşünüyorsun bu konu ile ilgili ama belki de umutlu olmak lazım dediğiniz bir veya birkaç da olabilir tema var mı? 

Tam tersine, kendi düşüncülerimi zayıf ve eksik bulurum. Cebimde bir kredi kartım, elimde bir akıllı telefonum varken bu kendince sisteme aykırı düşüncelerim ne kadar kayda değer olabilir, hep şüphe ederim. Yani bu yazdıklarım ve düşündüklerim az bile...

En baştaki “kendiliğinden” mevzusuna dönerek, bu “kendiliğinden” diye bahsetmek istediğim sizinle ilgili yaşam yolculuğunuzu tersine çevirerek son soruyu yöneltmek istiyorum. Hiçbir şey kendiliğinden olmadı, yaşadıklarım, gördüklerim, hissettiğim duygularımla Mine Söğüt alayınızın karşısında sözlerini korkusuz bir noktadan söylemek istedi diyebilir misiniz? Sanki gayet katışıksız, saf ve özgür bir noktadan tam da böyle böyle geldiniz Alayına İsyan’a. :)

Tamamen özgür diyemeyiz; külliyen özgür olsam, söyleyeceklerime dayanamazdınız. :)

Fotoğraflar Muhsin Akgün tarafından çekilmiştir.

0
7578
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage