Yunan mitolojisinde rastladığımız mitlerin ve arketiplerin diğer kültürlerde, mitolojilerde ve coğrafyalarda dönüşümünü izlerken, daha tenhada kalmış efsanelerin kurgulanarak anlatılacağı "Tenha Hikayeler" dizisinin beta hikayesi...
Gecelerin gecesi, bir kan damlası yere düşmeksizin,
Yeni ay yırtılırken Meshel bir yılanbalığı gibi
Süzüldü girdi Rojdat’ın içine
Bütün kasları bir bir ipince
Yarıldı dörtlere
Meshel, kesiverdiği saçından tuttuğu başı
Hinsa’ya uzattı, “Git bunu evimizin köşesindeki ağacın dibine
Göm!”
Günlerin günü, bir yağmur damlası yere düşmeksizin,
Dolunay büyürken, yarık kalbin ağzı gibi.
Cırcır böceklerinin kabuklarına tutunmuş, sıcağıyla ötüp duran bir akşamdı. Başı bedeninden ayıralı yıllar olmuştu lakin aksayan bacağıyla aksatmaksızın her gece Hinsa’yı mutlu eden Meshel’in kucağına bir yavru gelmemişti. Hinsa, mahcubiyetiyle sessizleşmiş, arzusunu yumruklarıyla içinin en dibine bastırmıştı. Çocuksuzluğunu, Rojdat’ın ölümünden gelen lanete yormamak için kendini çalışmaya vermişti. Yağmurlar günlerdir kesilmişti. Tuhaf sıcağın koynunda topraktan yükselen sesleri dinlerken Hinsa, Meshel’in aksak bacağını zorlayarak kendisine doğru koştuğunu gördü. Nefes nefeseydi Meshel:
“Rojdat’ın başı, gömdüğün yerden filiz sürmüş!”
Yaşlı kadını çağırdılar. Rojdat’ın başının filiz sürdüğü yeri ona gösterdiler. Ağzından bir felaket haberi beklediler. O ise durdu, katbekat olmuş derisini iyice kırıştırıp yüzünü türlü şekillere soktu: “Başı gömdüğünüz ağaç, ‘tanrılar ülkesinden deniz yeşili renkli kabuk’ olarak bilinen bir tür Hindistan cevizidir. Yağmur tanesi düşmeden büyüyen sürgün bereketiyle geliyor. Ona iyi bak, hepimize kıtlık vakti yiyecek verdiğini göreceksin.”
Meshel, olgunlaşınca meyveleri topladı. Kıydığı canın böyle güzel yiyecekler vermesine vesile olduğu için bütün klanı çevresinde toplayıp dans etti. Meyvelerin suyunu çıkarıp içtiler. Hinsa hepsini uzaktan izledi.
Meyvenin Açtığı Yol
Herkes uyuduktan sonra artık “ekmek ağacı” olarak anılan ağacın dibine oturup işittiği eski bir şarkıyı mırıldanmaya başladı Hinsa: “Managi i ane e. / Te aroba i-i-i-e!”. Çocukluğu boğazına oturdu. Uzandı, Rojdat’ın başından sürümüş filizlerden koparıp ağzına attı. Oracıkta uykuya daldı. Sabah yaşlı kadın onu kanlar içinde buldu, bacaklarının arasındaki gölcüğe bakıp ellerini Hinsa’nın rahmine kaydırdı. Dokunduğu şeyden emin olunca çığlık çığlığa Meshel’i ve klanı çağırdı yanına. Bağırdı ahaliye: “Duyun ve anlayın ki Meshel’in dölü yavruya dönmüştür!”
Sekiz gece kazanlar kaynadı, danslar sürdü. Hinsa hepsine gülümseyerek baktı ama içinde büyüyen şeyin huzursuz bir tarafı vardı.
Karnı çok büyümeden sancılara gark oldu. Ayağa kalkıp, önceden toprağa diktiği ostea levkaya tutundu. Bacaklarını açtı, ayakta beli bükülmeksizin durdu ve herkesin önünde doğurdu. Klanın kadınları ve erkekleri bir bir gelip sırtını sıvazladılar, çocuklarının ağzına plasentasından bir parça koydular. Hinsa bu tören bitene dek kemiklere tutunup bekledi, son kişi de gidince yere yığıldı, hemen bebeğini istedi.
Kucağına sanki bir orman verdiler. Kucağına ağaç, dal, yaprak ve dahi kök verdiler. Meshel’in önüne attı Hinsa kollarındakini. Kabahatini itiraf etti. Yediği filizin rahminde kara bir ormana dönüştüğünü anlattı. Meshel eğildi, kumaşlara sarılmış bebeği aldı, çadırından çıkıp klanı etrafına topladı:
“Lanet, günahtan büyür. Lanet, kuru ormandır. Ben kuru ormana evlat demem,” deyip bebeği boğması için yaşlı kadının kollarına verdi. Hançerini hemen yanındaki Hinsa’nın karnına sapladı Meshel. O yere yığılırken, doğum parçalarını çocuklarına yedirmiş analar korkuyla titredi. Meshel, bir daha kadınlara dokunmayacağının yeminiyle çadırına girdi.
Kadınlar, Hinsa’nın ölüsünü okyanusa bıraktı.
Leşiy’in Dediğidir
Boğulmadım. Sevilmedim de. Polinezya’dan Sibirya’nın ormanlarına kanatlı böceklerce taşındım. Ilımanlığa doğan derimi soğuklara dirençli kılmak için kabuğumu kalınlaştırdılar. Ulu çamlar kabul etti; bırakıldığım ağaç kovuğu büyüttü beni. Mantarlar, kökler, solucanlar ve iğneli yapraklar...
Ağaç, kütük, dal yahut bütün bir orman. Bana bakınca insan suretinden ziyade bunları gördüler. Kafam çam ağacının tepesine benzer, boyum da onun kadar uzundur. Çayırlara çıkarsam boyum otlardan daha kısadır.
Ben Leşiy. Adımı ladin ağacı koydu. Dölsüz babamın lanetini ölünün bereketlendirdiği topraktan baş veren filizle yendim. Anamın yüzünü tanırım bir, tek anım kocaman gözleridir. Okyanuslardan tundraya varışım sürgün değil. Ben Leşiy; en güçlü, kalbi toprağa en yakın orman layığım görüldü.
Ben de herkes gibi bir insanım. Lanetliyim, bana annem lanet okudu. Gölgem yok. Ben kendim gölgeyim.
Ormanın Şarkısı Okyanustan İşitilmez
Ormana kim girerse onun saçının arasından yeşil bir dal olup çıkar Leşiy. İnsanlara güvenmez, bundan sebep çoğu zaman koca bir çalılığın yahut toprakta saklı bir kökün suretinde gözler onları. Eller ağaca kalktığında Leşiy lanetinin şarkısını söyler. Dışarı çıkık kaburgalarını şişirip, ses tellerinin en ince notalarından, bir zamanlar başını koyduğu rahimde bellediği şarkıyı söyler. İçten içe koparıldığı toprakların özlemiyle yanar, ekmek ağacının hasretini fersahlar ötesinden duyar.
Yine böyle yapayalnız, akça kavakların uğuldadığı soğuk bir gündü. Ölmeden evvel postunu ona bağışlayan ayının üstünü toprakla örtmüştü Leşiy. Omuzlarına attığı postu izlemek için dere kıyısına indi. Dar çatısını kaplayan postun altındaki zavallı görüntüsüne baktı. Kafasında alaca parıldayan kelini sıvazladı. Kıvrık, simsiyah tırnaklarıyla yüzüne dokundu. Yerinde olmayan sağ kulağının boşluğuna avucunu kapattı. Döndü, ayak izi bırakmadan ormana girdi.
Oradaydılar. Dört avcı, sabırsızlıkla onu bekliyordu. Ağustos gelmeden önce son avlarını gerçekleştirmek için Leşiy’in rızasını almaya gelmişlerdi. Aralarından biri öne çıkıp Leşiy’in önünde diz çöktü:
“Kış gelmeden evvel, son bir kez av için izin isteriz,” dedi. “Anda biat etmeye geldik.”
“Kurban hakkım nerede?”
Avcılardan biri, diğer kısa boylu avcının sırtında asılı duran geyik kafasını Leşiy’e gösterdi. Leşiy başını eğip kurbanı kabul etti. Kıvrık tırnaklı elini kaldırıp:
“Geçen sefer çok hayvan öldürdünüz; insaflıydım, fırtına çıkartmadım. Bu kez de böyle bir şey olursa sizi telef ederim,” dedi. Avcılar utançla başlarını eğdiklerinde Leşiy gürledi:
“Diyetiniz içinizden biridir.”
Leşiy, omzundaki postu çıkarıp kısa boylu avcıya uzattı. Diğerlerinin korku dolu bakışlarının altında ona şöyle söyledi:
“Döllenme vaktim geldi geçti. Avınızdan evvel, klanına dön. En küçük kızının saçlarına kozalaklar tak, onu bu posta sar ve bana getir.”
Ani bir gök gürültüsüyle kulak zarları titredi avcıların. Leşiy, durduğu yerde önce küçüldü, ayak altında ezilebilecek zayıf bir ot oldu. Sonra gönendi, uzadı, genişledi. Ladinden daha ulu bir ağaç oldu. Göğe değdi dallarıyla. Şimşekleri başında topladı. Fırtına notalarından ibaret şarkısını okyanus da duysun diye şiddetle söyledi.