Cüzdanımızda Taşıdığımız Yazar: Fatma Aliye
50 Türk Lirası’nın yüzü olan Fatma Aliye, her gün gördüğünüz ancak pek de tanımadığımız bir yazar. İlk romanı “Muhadarat” ise Osmanlı kadınlarının zihnine, ruhuna girmek isteyenler için sihirli bir anahtar.
Muhadarat
KÜNYE
Yazar: Fatma Aliye Hanım
Tarih: 1892
Özellik: İlk kadın romancı
Arka Plan
Ahmed Cevdet Paşa, 19. yy. Osmanlı’sının önemli devlet adamlarından biriydi. Siyaset ve hukuk alanındaki görevleri ve yenilikçi çalışmalarının yanı sıra 12 ciltlik Osmanlı tarihi kitabı ve Türkçenin ilk dilbilgisi kitaplarının da yazarıdır. Hem Maarif Nezareti hem de öğretmen okulu Darülmuallimin’in müdürlüğünü yaptı. Bilimsel metinlerin herkesin anlayabileceği sade bir Türkçeyle yazılarak halka ulaştırılması gerektiğini savundu.
Genç yaştan itibaren ilgi gösterdiği her alanda ve görev aldığı her bakanlıkta çağının çok ötesinde girişimci yaklaşımlar sergileyerek Osmanlı’nın etkili paşalarından biri oldu.
Ahmet Cevdet Paşa’nın ikisi kız biri erkek, üç çocuğu oldu. Çocukların hepsi evde özel öğretim görerek büyüdüler. En büyükleri Ali Sedat’tı. “İlk Türk mantıkçısı ve entelektüeli” olarak tanınır. Ortanca çocuk Fatma Aliye ilk kadın romancımızdır. En küçükleri Emine Semiye ilk kadın hareketleri öncülerindendir.
Ahmet Cevdet Paşa çocuklarının ilgi duyduğu konularda kendilerini geliştirebilmeleri için bütün olanakları sağlamış. Fatma Aliye küçük yaşta Fransızcayı çok sevmiş ve babası sayesinde dilini ilerletebilmiş. Kız çocukları için sınırlı bir eğitim anlayışının benimsendiği dönemde Fatma Aliye ve Emine Semiye, edebiyattan matematiğe pek çok alanda ders alabilme şansı bulmuş.
Fatma Aliye 17 yaşında böyle bir kültürel ortamdan çıkarak entelektüel olarak uyuşamadığı Faik Bey’le evlendi. Ancak 10 yıl sonra kocasının da izniyle kendi varlığını ortaya koymaya başladı. Fransızca bir romandan yaptığı ilk çeviriyi “Bir Edibe” mahlasıyla imzaladı. Dönemin kamuoyunda bu eserin bir kadın tarafından çevrilmesinin mümkün olamayacağı tartışmaları başladı. Dedikodular kulaktan kulağa yayıldı ve açıkça bilinmese de çeviriyi yapan kişinin Fatma Aliye Hanım olduğu konuşulur oldu. Faik Bey ve Fatma Aliye arasında gerginlikler yaşandı.
Daha önce serinin beşinci kitabı “Kıssadan Hisse”yi anlatırken değindiğim gibi, bu sıkıntılı ortamda Fatma Aliye’nin kurtarıcısı zamanın en üretken ve en çok okunan yazarı ve edebiyat otoritesi Ahmet Mithat Efendi oldu. Onu yetiştiren öz babasının desteğinden sonra yazı alanında manevi babası ve Fatma Aliye Hanım’ı okura övgüyle takdim eden kişi Ahmet Mithat Efendi’dir. Beraber kaleme aldıkları “Hayal ve Hakikat”ten sonra Fatma Aliye 1892’de ilk romanı “Muhadarat”ı kendi adıyla yayımlar. Romanın önsözünde Ahmet Mithat, Fatma Aliye’nin ilk yayımlanan çevirisi ve beraber yazdıkları öykü çerçevesinde gelişen dedikodulara, gelen eleştirilere cevap verir. Osmanlı kadınlarını, Fatma Aliye’nin başarısını över. Okuyucunun elinde tuttuğu romanın kıymetini anlamasını sağlar ve yazısını Fatma Aliye’ye seslenen şu sözlerle bitirir:
“Mevla kendilerini atvel-i ömür ile muammer ve ilim ve irfanlarını ruz eyleyerek (uzun ömürlü kılıp bilgi ve görgüsünü arttırarak) daha böyle nice âsâr-ı nefise (güzel eserler) ile ilâ maaşallahu Taala (Allah’ın izniyle) kariîn-i Osmaniye ve İslamiyeyi hizmet-i nafialarına (yararlı hizmetlerine) minnettar eylesin, amin!”
Fazla Bilgi Göz Çıkarmaz
Kitapta Bizi Neler Bekliyor?
Osmanlı’da Kadın Olmak
Osmanlı’da bir kız olarak doğmak, yetiştirilmek, evlenmek ve yaşlanmak nasıldı? Farklı sosyal statülerde kızlara, kadınlara yönelik bakışları, değerlendirmeleri detaylı bir şekilde okuyoruz “Muhadarat”ta. Alışık olduğumuz erkek değerlendirmelerinden farklı olarak haremdeki kadının gizli dünyasını, varlık mücadelesini ve oyunlarını romanın bir parçasıymışız gibi keşfediyoruz.
Gündelik hayatın gösterişsiz detayları özenle anlatılıyor. Moda, dekorasyon, mimari, dönemin öne çıkan yabancı romanları, eğlence şekilleri, semtleri, âdetleri hikâyeyi zenginleştiren öğeler olarak kullanılıyor.
Kitabımızın kahramanı Fazıla’nın, genç kızlığından yetişkin bir kadın oluşuna kadar yaşadığı olaylarla şekillenişini gözlemliyoruz. Fazıla’nın baba evinde üvey annesinden gördüğü şefkatsiz muamele, haince kurgulanmış kötülükler sonucunda razı olmak zorunda kaldığı talihsiz bir evlilik, koca evinde sindirmek zorunda kaldığı ihanetler, evden kaçışı ve kendi başına var olma mücadelesi, başka bir ülkede yeni bir isimle geçmişten saklanması ve gençliği boyunca yaşadığı bu olumsuz olayların sonucunda her deneyimini olumluya bağlaması, yeniden mutlu olması, huzura kavuşması…
“Muhadarat”, kadının bütün rollerini kurallar listesiyle belirleyen ve esnekliğe tahammül edemeyen bir düzende, başına gelen bütün kötülüklere rağmen erdemlerini kaybetmeden ayakları üzerinde duran Fazıla’nın kişisel kahramanlık mücadelesini anlatıyor.
Fazıla’nın annesi gibi kadınlar vardır. Hanımlık, eşlik vazifelerini gönülden gelen bir sevgi ve iyilikle yapan, huzurlu, akıllı, şefkatli kadınlar.
Fazıla’nın üvey annesi Calibe gibi kadınlar vardır. Hırsla elde ettikleri saadeti ve zenginliği bile yeterli görmeyip, mutlu olabilmeleri için başkalarının mutsuzluğunu da şart koşarlar.
Fazıla’nın cariyesi Reftar gibi kadınlar vardır. Güç kimdeyse ona yaltaklanarak gücün gölgesinden medet ummaya çalışırlar. Tabiatlarındaki kötülük, güç odağına göre ortaya çıkar ya da gizlenir.
Fazıla’nın arkadaşı Refika gibi kadınlar vardır. Aşkı romanlardan öğrenip gerçeği hayallerine göre eğip bükerler.
Elbette tüm bu kadınların hayat hikâyesi; çocukluk aşkları, kocaları, çocukları, babaları, sevgilileri çevresinde dönerek değişiyor.
Aşk ve Evlilik
Orta sınıf bir ailenin kızı olan Calibe, güzelliğini aşk evliliğiyle boşa harcamaktansa zengin bir koca bulmayı tercih ediyor. Böylece iki çocuk babası Sai Efendi ile evlenip konağa gelin geliyor. Kocasının çocukları Fazıla ve Şefik’in evdeki varlığını kıskanan Calibe, onlara kötü davranmaya ve babalarının gözünde onları değersizleştirmeye çalışıyor. Bu ikiyüzlü ve yalancı kadının zulmüne yıllarca sabırla katlanan Fazıla, küçüklüğünden beri zevcesi olacak kişi gözüyle baktığı aile dostunun oğlu Mukaddem Bey’le evlenip bu hayattan kurtulmayı umuyor. Ancak Calibe ve cariye Reftar, Mukaddem Bey’e iftira atarak nişanın bozulmasını sağlıyor. Fazıla anlatılanların gerçek olmadığını bildiği halde babasının sözünden çıkmıyor. “Ben pederime beni filanca adama veriniz diyemem. O pederimin hakkıdır. Ben kimsenin hakkını gaspa kalkışamam!” diyor.
Fazıla, babasının uygun gördüğü biriyle evlenmeye razı oluyor. O zaman da “aşk ve muhabbeti zevci olacak adama saklamış olduğu için” hayal ettiği adamla değil, bir başkasıyla evlenmiş olsa bile “zevçlik makamına gelen zatı” diğerini sevmeyi planladığı kadar seviyor. Üstelik yaradılış ve aile kültürü olarak birbirlerine tamamen zıt olmalarına rağmen Fazıla ilgi duyduğu her şeyi içtenlikle bir kenara bırakıp kocasını hoş ve mesut etmeye adıyor kendini. Kocası Remzi’nin görgüsüzlüğünü, yalanlarını, ihanetlerini kendinden bile saklamaya çalışan Fazıla, sonunda Remzi’nin “tüm bunları seni sevmediğim için yapıyorum” demesiyle evliliğinin sahteliğiyle yüzleşmek zorunda kalıyor.
Babasının ipleri Calibe’nin elinde olduğu için baba evine dönemeyen Fazıla’nın kendi ayakları üzerinde durma yolculuğu böylece başlıyor.
Kimliğini gizliyor ve köle olarak satılmayı talep ediyor. Böylece Beyrut’un ileri gelen ailelerinden birinin kızına dadılık yapmaya başlıyor. İstanbul’un Fazıla’sı Beyrut’ta Peyman oluyor. Bir hizmetli olmasına rağmen evin yükseköğretim görmüş oğlu Şebip’in kalbini çalıyor.
Çocuk aklıyla minnet duyarak evlenmek istediği Muharrem ve kocası olduğu için sevmesi gerektiği Remzi’den sonra Peyman, gönlünü aşka açabilecek mi?
Elbette hayır! Çünkü Fatma Aliye’ye göre aşk ancak evlendikten sonra mümkün olabilir. Evlenmeden önce kadın ve erkek birbirlerine uygun olup olmadıklarını tartarlar ve evliliği yürütüp yürütemeyeceklerine bakarlar ancak sevgi evlenmeden önce söz konusu olamaz.
O halde zaten evli olan Peyman, sevgiyi nasıl bulacak?
Kötülük ve İyilik
Fatma Aliye, Fazıla’nın iyiliğiyle Calibe’nin kötülüğünü beyazla siyah gibi ayırıyor. Roman boyunca Calibe’nin kötülükleri artıp ahlaken yozlaştıkça Fazıla’nın erdemleri parlıyor. Sonunda Fazıla’nın kötülüklere karşı pasif duruşu değişiyor ve geçmişi geride bırakarak kendi hayatı için yeni bir yol çiziyor. Cesaret ve sabır gerektiren bu yeni macerasını heyecanla okuyoruz. İyiliğinin gücüyle adım adım inşa ettiği bu yeni hayatıyla mutlu olmaya başlamışken, zamanında ona kötülük etmiş olanların da kendi cezalarını çekmeye başladıklarını görüyoruz. Kader hepsini kötülüğüne ve düşkünlüğüne göre cezalandırıyor.
Calibe’nin gerçek yüzü ortaya çıkıyor. O ve ona yardım edenler evden kovuluyor. Remzi bir kadın yüzünden vurularak öldürülüyor, böylece Fazıla serbest kalıyor. Sai Efendi kızını koruyamadığının pişmanlıkla farkına varıyor.
Sonunda içimiz rahat, huzur dolu. Kötüler iyilerin arasından ayıklanıyor, bir zamanlar sahip oldukları sefahat günlerinden hak ettikleri sefalete düşüyorlar. İyiler, acılardan geçerek olgunlaşıyor ve mutlulukla hayatlarına devam ediyorlar.
Osmanlı Kadının Zihnine Yolculuk
İtiraf etmem gerekir ki “Lisede Okumuş Olmam Gereken Kitaplar” listesinde okumayı sabırsızlıkla beklediğim kitap “Muhadarat”tı. Umduğum gibi, kitabı elimden bırakamadan kendimi zamanda yolculuğa kaptırdım. “Muhadarat” dayatmacı erkek bakışından kaçıp Osmanlı kadınının zihnine, ruhuna girmek isteyenler için sihirli bir anahtar.
Bir itirafım daha var. Romanın bazı kısımlarını seçerek anlattım, bir bu kadar da anlatmadığım var. Uzun zamandır okuduğum en zengin ilişki zincirine sahip kitaplardan biri.
Sürecek. Sıradaki Kitap “Zehra”.
Not: Eserleri kullanılan sanatçı Francine van Hove'dir.