İngiliz yazar B.A. Paris yazarlığa her ne kadar geç adım atmış olsa da ilk kitabı Kapalı Kapılar Ardında’yı yazdığında bir anda tüm dünyanın bildiği bir isme dönüştü. Dışarıdan bakıldığında çok mutlu gözüken bir evliliğin aslında neler gizleyebildiğini gözler önüne serdiği, tüyleri diken diken eden psikolojik gerilim türündeki kitabı ile tüm dünyada büyük hayran kitlesi yakalayan Paris, geçtiğimiz hafta gerçekleştirilen 4. Kara Hafta İstanbul Festivali kapsamında Türkiye’de okurlarıyla buluştu. Fırsattan istifade yazarla bir araya geldik ve yazı macerası üzerine konuştuk.
Kapalı Kapalı Ardında dünya çapında bir çoksatar oldu. Türkiye’de de çok sevildi. Yazarlık kariyerinizin böyle büyük bir başarıyla başlamasını bekliyor muydunuz?
Aslına bakarsanız hayır. Bu kitabı yazarken basılıp basılmayacağına dair bile en ufak fikrim yoktu, böyle bir beklentiyle de yazmamıştım. Hele başka dillere çevrilmesi ve başka ülkelerde de yayımlanmasını hiç tahmin etmezdim. Bu sebeple benim için çok büyük bir sürpriz oldu diyebilirim. Türkiye’de de böyle bir başarı yakalaması ve şu an burada almak benim için harika bir duygu.
Aslında kitap yazmaya da geç başladığınızı söyleyebiliriz. Sizi bu kitabı yazmaya iten şey neydi?
Evet geç oldu hakikaten. Yazmaya dokuz on yıl evvel başladım. Başlangıçta sadece kendim için yazıyordum. Yazdıklarımı okuttuğum arkadaşlarımdan birisi bunları yayımlatmamı tavsiye etti. Bunun üzerine ben de kitap yazmaya karar verdim. Pek çok şey denedim, fakat geri dönüşler genelde “güzel yazıyorsun ancak bunu basamayız” şeklindeydi. Sonra Kapalı Kapılar Ardında’yı yazdım. Yazarken bu kitabın daha önce denediklerimden biraz daha farklı olduğunu hissetmiştim. Belki bu kitap benim için gerçek bir kitap olabilir diye düşündüm. Fakat böylesi bir başarıyı beklemiyordum.
Peki neden bir psikolojik gerilim romanı yazmayı tercih ettiniz?
Aslına bakarsanız bilmiyorum. Başlangıçta sadece kendim için yazıyordum ve bundan önce yazıp yayıncılara gönderdiğim kitaplar genelde kalabalık aileler hakkında hikâyelerdi. Fakat bu tarz bir psikolojik gerilim kitabı yazacağımı hiç düşünmemiştim. Bu kitap üzerine çalışırken yazdıklarımı okuyan herkes bunun çok muhteşem bir gerilim kitabı olduğunu söyledi. Ben de yazarken çok eğlendim. Bundan önce pek çok farklı şey yazmayı istemiştim, ama böyle bir şey yazmayı hiç planlamamıştım.
Bu durum kendinizle ilgili bir keşif yaşamanıza da sebep oldu diyebilir miyiz o zaman?
Tam olarak bana dair bir keşif olduğunu söyleyemeyiz sanırım. Çünkü yazdıklarım kendime dair ya da kendi hayatım hakkında değildi, daha ziyade başka insanların hikâyesini anlattım. Kendimle ilgili keşfettiğim şey psikolojik gerilim yazmaktan keyif aldığım oldu diyebilirim. Kafamın içinde karı koca arasındaki oyunu kurgularkenki hâl hoşuma gitti. Jack’in Grace üzerinde baskı kurarken yaptığı manipülasyonları düşünmek ve Grace’in Jack üzerindeki intikamını tasarlamak hoşuma gitti. Bu tarz şeylerden keyif almayı beklemezdim, ancak bunları düşünürken eğlendiğimi fark ettim.
Bu başarı ikinci kitabınızı Breakdown' ı yazarken sizi zorladı mı?
Kesinlikle evet. İkinci kitabımda da bir psikolojik gerilim yazacaktım ve okurlarımın Kapalı Kapılar Ardında’yı ne kadar sevdiklerini bildiğim için “bu tarz bir şey üretebilecek miyim?” stresini yaşadım. Öncekinden farklı bir hikâye yazmalıydım, o yüzden de yeni bir fikir bulmalıydım. Diğer yandan bu denli farklı bir şey yapmanın yanında okurlarımın Kapalı Kapılar Ardında ile benzer bir his yakalamasını istiyordum.
Kitaplarınız için nereden ilham alıyorsunuz?
Bu kendime de çok fazla sorduğum bir soru, ama buna net bir cevabım yok. Çok fazla kitap okuyorum, en sevdiğim yazarların başında Agatha Christie geliyor. 12 yaşında olduğum yaz, Christie’nin tüm kitaplarını okumuştum ve çok sevmiştim. Belki de psikolojik gerilim yazmaktan bu kadar keyif almamın sebebi budur. Çünkü onun kitaplarını okurken her seferinde katili tahmin etmeye çalışır ve genelde başarısız olurdum. Bu bir okur olarak gerçekte olmayan bir şeye ikna edilmek yönünde harika bir başarı bence.
Kitaplarınızı yazarken akademik metinlerden faydalanıyor musunuz, yoksa yazdıklarınız daha çok gözlemlerinize mi dayanıyor?
Genellikle gözlemlerim ve hayal gücümden hareket ettiğimi söyleyebilirim. Fakat üçüncü kitabımda bir psikologdan yardım aldım. Karakterimi yaratırken belli spesifik özellikleri karaktere entegre etme konusunda çeşitli akademik metinlerden ve araştırmalardan da faydalanmam gerekti.
Yazma rutininiz nasıldır peki, sabahları mı yazmayı tercih edersiniz mesela ya da yazarken mutlak sessizliğe mi ihtiyaç duyarsınız?
Olabildiğince her gün yazmaya gayret ediyorum. Benim için mükemmel gün, uyanır uyanmaz yazmaya başlamak ve eğer iyi bir ritim yakalamışsam 7-8 saat aralıksız yazmak şeklindedir. Yazarken durmayı tercih etmiyorum çünkü zamanın geçtiğini görmek beni huzursuz ediyor. Tabii ara verdiğim oluyor, böyle zamanlarda da yürüyüş yapmayı tercih ediyorum. Sanırım sabah saatlerinde yazmayı daha çok seviyorum, bazen gece yarısı 2’den sonra yazmaya giriştiğim de oluyor. Kendi başıma ve sessizlik içinde olduğumda çok daha iyi yazıyorum, etrafta insanlar varsa bile kendimi öyle kapatıyorum ki dışarıdan gelen seslerin hiçbirini zaten duymuyorum.
Yazmaya görece geç başlayan biri olarak yazar adaylarına tavsiyeleriniz ne olur?
Tek tavsiyem yazmaya başlayın. Doğru zamanı beklemeyin. Aklınıza bir fikir gelmesini beklemek ve o fikir gelene dek harekete geçmemek çok zor bir şey. Bilgisayarınızın karşısına geçin, hiçbir şey düşünmeden yazmaya başlayın. Ben yazmaya oldukça geç başladım ve geç yaşta elde ettiğim bu başarı aslında isteyen herkesin bunu yapabileceğinin en büyük göstergesi. Bu yüzden yazar olmak isteyen insanlara tavsiyem eğer bunu istiyorsanız, kararlığınızı yitirmeyin ve yazmayı asla bırakmayın. Diğer yandan etraftan gelen eleştirilere de ya da başarısız olmaya da çok takılmayın, başka bir şey yazın olmazsa başka bir şey, vazgeçmeyin.
Son zamanlarda okuyup da çok sevdiğiniz kitaplar neler?
Son zamanlarda en çok S. J. Watson’ın Uyuyana Kadar (Before I Go To Sleep) kitabını sevdim sanırım.
Psikolojik gerilimden farklı olarak romance gibi türlerde kitaplar okumayı da seviyor musunuz mesela?
Açıkçası romance gibi türleri çok okumam, gençliğimde elbette okudum ama şimdilerde pek ilgimi çekmiyor. Sanırım en sevdiğim kitaplar büyük aileler hakkındaki kitaplar. Aile içi ilişkileri konu alan kitapları çok hoşuma gidiyor. James Clavell’ın kitaplarını çok seviyorum mesela. Farklı jenerasyondan aile fertlerini bir araya getiren hikâyeler ilgimi çekiyor.
Sizin de büyük bir aileniz mi var?
Evet (gülüyor). Beş kızım var. Aynı zamanda büyük bir aileden geliyorum. Bu yüzden aile arası ilişkileri çok önemsiyorum ve bunlara çok kıymet veriyorum.
Üçüncü ve son romanınız Bring Me Back henüz yayımlandı. Nasıl bir kitap bekliyor okurlarınızı?
Evet, şimdilik sadece Birleşik Krallık ve Amerika’da yayımlandı. Bu da bir tür psikolojik gerilim, fakat bu kez yeni bir şey yapmak istedim. İlk iki kitabımda hikâyeyi anlatan kadın karakterlerdi ve her iki kadın da aynı zamanda hikâyedeki kurbanlardı. Üçüncü kitabımda bu kez kadın kurbanlarla ilgili bir şey yapmak istemedim, çünkü erkekler de hikâyedeki kurbanlar olabilir. Bu sebeple üçüncü romanım Bring Me Back bir erkeğin ağzından anlatılıyor. Onun hayatını anlatıyor ve bu karakter aynı zamanda kurbanlardan biri.
Henüz sormak için erken belki ama, şu anda üzerinde çalıştığınız yeni bir kitap var mı?
Evet, dördüncü kitabımı yazmaya başladım. Bu kez klasik bir psikolojik gerilim yazmıyorum. Daha ziyade psikolojik dram yazdığımı söylemek daha doğru olacaktır. Kitapta bir çiftin ilişkisine odaklanacağım, ancak daha fazla bilgi vermeyeyim şimdilik.
Görseller: Holly Elander