31 MAYIS, PAZARTESİ, 2021

“Mazisini Kaybeden Bir Kuşağız Biz”

Zeynep Kaçar ile okurun övgüsünü toplayan ilk romanı Kabuk’tan dört yıl sonra yayımladığı, bir kadının görme ve gösterme çabasını anlattığı yeni romanı Yalnız’ı, yazarlık yolculuğunu, değişen/dönüşen Türkiye’nin yansımalarını ve bu coğrafyada kadın olmayı konuştuk.  

“Mazisini Kaybeden Bir Kuşağız Biz”

Zeynep Kaçar’ı ilk olarak televizyon ekranında ve tiyatro sahnelerinde gördük, tanıdık. Ardından üç kuşaktan kadının hikâyesini anlattığı ve büyük övgüler toplayan ilk romanı Kabuk ile çıktı karşımıza. Kabuk’tan dört yıl sonra, bugün ise kendi hayatına hapsolmuş bir kadının, Feray’ın hikâyesini anlattığı Yalnız ile karşımızda Zeynep Kaçar. Kaçar ile sadece Yalnız’ı değil; yazarlık yolculuğunu, kadın olmanın anlamlarını ve dönüşen Türkiye’nin hikâyesini de konuştuk. 

Sizi önce oyuncu olarak tanıdık, sonra yazdığınız tiyatro oyunlarıyla çıktınız karşımıza, sonra da Kabuk veYalnız geldi. Yazmak ne ifade ediyor sizin için?

Her insan öyle mi, değil galiba ama benim bir dışa dönük bir de içe kapanık ruh hâlim var. Tiyatro kalabalık içinde olduğum, insanlarla ilişki kurduğum bir iş. Yazarken tam tersi, tek başınasınız ve kimseyle iletişim kurmanız gerekmiyor. Bazen bu yalnızlık hâline çok ihtiyaç duyuyorum. Tiyatro bir ekip işi olduğu için sorumluluğu da çok fazla. Yazarken sadece kendime karşı sorumluluğum var. Öte yandan içimde biriken tüm düşünceleri, duyguları başta kızgınlığı yazarak dışa aktarıyorum. Büyük bir rahatlama yaşıyorum yazmayı tamamladığımda. Söylemek istediğim her şeyi söylemiş oluyorum bir sonraki biriktirmeye kadar. Ayrıca toplumun bir ortak aklı olduğunu düşünüyorum. Çoğu insanda aynı dönemde oluşan benzer düşünceleri yazılı hâle getiriyorum aslında. Tüm bunları ben tek başıma düşünmüş olamam diyorum her seferinde. Birileri bunu yazmalı. Eh, bari ben yazayım. Mutluluk veren bir görev gibi. 

Peki tiyatro oyunları yazmaktan roman yazmaya geçişiniz nasıl oldu? Öncesinde birçok tiyatro oyunu yazmış olmanın roman yazmak konusunda size sağladığı bir kolaylık oldu mu?

Tiyatro metni dar bir alanı kapsıyor. Süresi ve sahneleme koşulları sınırlı. Sadece bir temel konuya belki bir iki de yan konuya değinebilirsiniz. Tiyatro metni bir sokaksa, roman bir kıta gibi. İstediğiniz yöne gidebilir, istediğiniz kadar konuya girip çıkabilirsiniz. Çok geniş bir alan var romanda. Kendimi bir özgürlükler denizinde buldum diyebilirim. Bu beni çok mutlu etti. Rahat ve geniş olmayı öğrendim. Oyun yazmanın sağladığı en büyük avantaj kurgu yapmak sanırım. İyi bir kurgunuz yoksa o oyun sıkıcı olmaya mahkum. Romanda oyunda olduğu gibi kurguya önem veriyorum. Kurgu benim için hikâye kadar önemli.

Kabuk’tan sonra çok iyi yorumlar almıştınız. Yalnız’ı yazarken beklentileri karşılamakla ilgili bir endişe hissettiniz mi?

Hem de nasıl. Kabuk'u yazarken bittiğinde ne olacağını hiç bilmediğim, hiç düşünmediğim için çok rahatmışım. Sonra dediğiniz gibi iyi yorumlar aldı Kabuk. Ardından ikinci roman beklentisini dile getirmeye başladı okur. Bir süre epey düşündüm ve epey yazamadım. Okurun beklentisini karşılayamamak büyük bir endişe hissetmeme neden oldu. Umursamadan yazmak isterdim ama hem kendime hem okura mahcup olmak beni yazma süreci boyunca tedirgin edip durdu. 

Yalnız’da, Kabuk’ta, tiyatro oyunlarınızda feminist izleğe rastlıyoruz. Merak ediyorum, yazdığınız metinleri bir düşüncenin aktarılmasındaki bir araç olarak mı görüyorsunuz, yoksa size kendini dayatan bir hikâye mi var?

Haksızlık duygusu beni en rahatsız eden duygu. Bu dünyada, bu ülkede kadınlara yapılanların haksızlık olduğu duygusu hiç peşimi bırakmıyor. Ama feminist olmasaydım da yazardım. Başka bir konuda, başka bir bakışla yazardım. Yazmak bir araç değil. Düşüncelerimi dünyaya söyleme yolu sanırım.

Yalnız’ın Feray’ı içine hapsolduğu duvarları aslında kendi inşa eden biri. Sizi onun hikâyesini anlatmaya iten neydi?

Feray ilk tuğlayı koyduğunda çok genç. Onu haksız bularak yazmadım bu hikâyeyi. Gençlik hepimizin yanlış tercihler yaptığı, kısa bir zaman dilimi hayatlarımızda. Zamanla durumlar, insanlar, ülke değiştikçe duvarlar giderek yükseliyor. Feray olup biten her şeyi görüyor ama adlandıramıyor, konduramıyor, karşı koymaya çabalasa da hep o duvara tosluyor, sonra vazgeçiyor, yılıyor, kabul ediyor, itiraz etse de bir işe yaramayacağını biliyor. Ama kendi için yapamadığını bir başkası için yapıyor sonunda. Yalnız, en çok benim kuşağımın hikâyesi. Mazisini kaybeden bir kuşağız biz. Geçmişiz silindi. Yokmuş gibi oldu. Bizi çevreleyen olayların hayatlarımızı nasıl değiştirdiğini anlatmaya çabaladım en çok galiba. 

Hikâye 90’lardan bugüne bir panorama sunarken, Feray’ın hikâyesiyle sembolleşen bir ülke tarihi de sunuyor. Siz bu panorama hakkında ne düşünüyorsunuz?

Şu hikâyeyi anlatayım. Romanı yazma aşamasında Kemancı'ya gittim. Kemancı gençliğimizin en bilindik rock barıydı. Devasa bir mekândı ve her akşam canlı müzik olurdu. Oranın artık Kemancı olmadığını bilerek gittim. Yeni hâlini görmem gerekiyordu romandaki bir bölüm için. Üst Kemancı yeni yetmelerin gittiği pop müzik çalan, epey yabancılık hissi uyandıran bir mekâna dönüşmüştü. İçeri girip şöyle bir bakabildim neyse ki. Alt Kemancı'yı ise Araplar almış, sadece Arap müşterilerin girişine izin veriliyordu. Beni de almadılar dolayısıyla. İşin tuhafı şaşırmadım. İşte, bence bugünkü Türkiye tam olarak böyle bir şey. Bilimsel, metafizik, kuş bakışı, toplum bakışı, dini ya da seküler açılardan, nereden bakarsanız bakın, ülke böyle bir yer artık. 

Yalnız’da Feray gibi kafesinden kurtulmaya çalışan birinin yanı sıra Esma gibi kafesine alışkın, Defne gibi kafesine bağlı karakterler de var. Onlara ne söylemek isterdiniz? Onların varlığı sizin için ne anlam ifade ediyor bu hikâyede?

Nasıl eğitilirsek o oluyoruz diye düşünüyorum. Defne çocukluktan beri aldığı eğitimle, içinde bulunduğu çevrenin koşullarına ayak uydurarak Meryem'e dönüşüyor. Üstelik konforlu ve korunaklı bir hayat onunki. Esma ise koşullarının dışındaki hayatı hayal edemeyen biri, o yüzden uyum sağlıyor, başka bir yol yöntem bilmediği için itaat etmeyi seçiyor. Ama vicdan hepimizde var. Hepimizin içinde gizli bir cevher, gizli bir terazi vicdan. Bizi insan yapan, koşullar ne olursa olsun, ne yaşarsak yaşayalım vicdanımızı dinleyebilmek. Esma ve Defne vicdanlarının sesini susturmuşlar, o sesi akla uydurmuşlar. Bir an durup o sesi dinlemelerini isterdim. 

Yalnız’ı okuyup da kendini Feray ile benzer koşullar altında hisseden biriyle konuşma şansınız olsa ona neler söylemek isterdiniz?

Özgürlüğün çok çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Ama çağımızda, Ortadoğu'da bir kadın için özgürlüğün ağır bedelleri var. Yaşamdaki en büyük mutluluk özgür bir insanın kendi potansiyelini gerçekleştirmesi sanırım. Feray hem özgürlüğü hem yeteneği elinden alınmış bir kadın. Hayatı tehdit altında olan birine ne deseniz olmaz. O yüzden açıkçası bir şey diyemezdim, kendini anlatmak isterse oturur dinlerdim en fazla.

Son olarak, sizi Kabuk’tan bu yana takip eden okurlarınız için yeni bir roman müjdesi verebilir miyiz?

Ne güzel olurdu ama Yalnız'dan uzaklaşamadım henüz. Roman çıktığında çokça röportaj ve söyleşi oluyor. Şimdi biraz Yalnız'la ilgili soruları cevaplamakla meşgulüm. Öte yandan kafamda şekillenmiş bir hikâyem yok. Bir fikir var ama çok taze. Düşünmek için zamana ihtiyaç duyuyorum yazmadan önce. Umarım yakın zamanda o fikri şekillendirecek genişliğe sahip olabilirim. Yazarken çok mutlu oluyorum, bir an önce masa başına dönmeyi ben de istiyorum. Bir Ortadoğulu gibi cevap verecek olursam, kader kısmet ve elbette inşallah. 

Başlıkta kullanılan fotoğraf Fransız fotoğrafçı Sophie Elbaz'a aittir.

0
3412
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage