Bir zamanlar İstanbul’un tüm harbi mahallelerinin altında Bizans vardı. Surları ve oyunlarıyla yedi tepeyi kuşatırdı. Sonra fay hatlarından süzülüp gitti mahalleler. Bizans, ikonları üzerine Cin Ali resimleri çizilmiş küçük bir kilisenin, sabah duası olarak kaldı belleğimizde.
Herkesin bir silahı vardı kendini korumak ve yaşamla savaşmak için. Uzun yıllar hiç yazmayan ve okumayan çocuk, bir kıza derdini anlatmak için cümleleri yeniden kurmaya ve yazmaya başladı. Yazmayı öğrendi ama, derdini anlatıp anlatamdığından hiç emin olamadı. Yıllar geçti ve o isyankâr çocuğu elinde, sırasıyla Ağır Roman, Fındık Sekiz ve Harman Kaplan’ın müsveddeleriyle gördüler.
Yazdığı yeri herkesten sakladı, sokaklar dedi. Yazdıklarından kazandığını mahallesinin tozuyla paylaştı .Bir zamanlar Hasan Kaçan’ın “gırgır” kardeşiydi, sonra bir Cağaloğlu ikindisinde “kendi” oldu. Yaşadığı sokaklarda çok sevildiğine, fotoğraf çekimi boyunca şahit olduk. Kimi yeni çıkan kitabının satışını soruyor, kimisi Ağır Roman ile ilgili telif problemini... Bir Marquez öyküsünün içinde gibiydim.
Metin Kaçan -ki arkadaşları ona Meto derler- hep bir kamera varmış gibi yaşadığını söyler. Provasız, her role soyunur. Oyunlarını gerçekten yaşar...Ben Metin’i bir sandalye ile sevişirken hatırlıyorum. Şahitler, Metin Kaçan’ın bir arkadaş toplantısında tango yaparken (gayet maço figürlerle, elinde bastonu ve başında şapkasıyla), odanın kapısından tahta bir parçayı nasıl ağzıyla ısırıp koparttığını ve ardından yediğini hâlâ anlatırlar.
Metin’i kaşından kurbağa ısırmış, sonra orada, izini bugün bile taşıdığı şark çıbanı çıkmış. Yılanlarla gezdiğini ve Şahmeran’ı gördüğünü; Şahmeran’ın altın boynuzlarını kırıp, yolsuz kaldığında parça parça kuyumculara satıp geçimini sağladığını söylüyor. Ve ekliyor: “Eğer yılanlar, Şahmeranları’nı öldürdüğümü bilseler, dünyada tek bir canlı bırakmazlardı. Ben hariç!”
Metin Kaçan’la Harman Kaplan’ı ve akla gelecek her şeyi konuştuk:
Metin Kaçan diye biri var mı?
Var.
Pek az karşılaşıyorum onunla.
Kim?
Onu seviyor musun?
Evet, karşılaştığım zamanlar.
Sık karşılaşıyor musun?
Canım istediği zaman... Ne zaman çağırsam geliyor.
Ben buradan bir nikaha şahit olarak gideceğim. Sen yaşamına giren şahitler için ne diyorsun?
Keşke girmeseler. Uydurulmuş bir yaşam var. Şahit alıyorum yanıma, sonra da pişman oluyorum. Yanıma aldığım şahit yüzünden, karşı çıktığım toplumsal sistemin bir parçası oluyorum.
Ben, ağırlıklı olarak yalancı-yabancı- şahitleri kastetmiştim.
Yalancı şahitler, zaten hiç yoktular.
Şimdi neredeler?
O sevimsiz atlarına binip, gözden kayboldular. Sayfanın sonu...
Edebiyatı neye benzetiyorsun?
Macera, korku, dalgınlık, gönül yarası, göz yaşı, ve gözyaşı şişesine.
Tüm romanlarında hüzünlü bir çocuğu sözcüklerin arkasına saklar gibisin...
Bu Amerikan yardımı süttozuyla büyüyen kuşağın genel sorunudur.
Bu çocuk kim ve neden gizli bir özne gibi hep belirsiz kalıyor? Buna rağmen, bir röportajında da “Okurun beni tanıması için hüzünden vazgeçmesi gerek.” dedin. Kendini ne ve kim olarak görüyorsun?
Minibüslerin arkasında görülen, ağlayan çocuk figürüyüm. O çocuğun gözündeki tek damla gözyaşıyım. Bunun yanısıra “Peşin Satan / Veresiye Satan” adlı anonim halk posteri sanatının özgün örneğinde yer alan, kasanın içindeki paralarım. Hatta ve hatta hastanenin sus işareti yapan hemşiresiyim.
Peki çocukken en sevdiğin gazoz hangisiydi, neden?
Olimpos. Tanrısal bir güç veriyor gibiydi insana. Ağzımda bıraktığı çelik bir tadı vardı. O olmazsa da Çamlıca; şişede tabiki...
Benim gibi, Haydar Ergülen, Cezmi Ersöz gibi, sen de askerliğini Kıbrıs’ta yaptın. Huzursuz ruhların tuhaf bir şekilde bedenleri ziyaret ettiği sıcak bir adadır Kıbrıs. Var mı güzel bir askerlik anın?
-Benim anılarım, ilk Etimesgut’ta başlıyor. Sabırsız bir günümde, hızla poğaça almak için kantine koştuğumda, ceza alıp, dakikalarca poğaçayı gelip gidip selamladığımı biliyorum. Şimdi her sabah, onunla karşılaşmak istiyorum. Kıbrıs’ta ise üzerime zimmetli tank kayboldu ya da bir gösteri sürüşü sırasında tankın paletini kırmayı başardım. Asker maaşımla ödemekte hayli zorlandım.
Gelelim esas konumuza... Sahi, Harman Kaplan nedir?
İnsanın hayat karşısında gördüğü nesnelere ve olaylara yeniden bir isim takma ânı. Bir tünelin başlangıcı. Uyuşturucu jargonunda kullanılır Harman Kaplan. Yani uyuşturucusuz kalmak demektir. Bu durumda her şey önemini yitiriyor. Sonuçta Harman Kaplan durumunda, aynı anda hem sinirli, hem de çok sakin oluyorsun. Gece ve gündüzü birlikte yaşıyorsun.
Tedavisi mümkün mü?
Yıllar önce yaptığımız çizgi romanda, şöyle bir cümle kullanmıştık.” Vardır tabi bu illetin tedavisi; aşktır aşk.”
Tedavisi aşk mı demiştin? Ama hayatta en çok, aşk karşısında Harman Kaplan
a) Kaldın mı?
b) Kalmadın mı?
c) Oldun mu?
d) Olmadın mı?
Mı’ları bitişik yazmadın değil mi? (Metin, usta bir pilot gibi kaygan zemini fark edip, alanı pas geçiyor.)
Sanırım yazmakta olduğun romanından firari, bir Theodora’dır gidiyor.
Gecenin çapkınlığından dönen bir erkek gibi gündüze sarılıp o günün şanslı bir gün olmasını temenni ederiz. Bu bilgiye nasıl ulaştık? Bu hangi köhnemiş uygarlıktan bize kaldı. Belki de Bizanslı Theodora’nın sevgisi...
Tamam da ne?
Yani kentte kalabalıklar arasında yalnız kalan, kültürel kimliğini yitirmiş, tam bir şizofren toplumun ortasında çırılçıplak yalnız kalmak değil midir hayat?
Tarkan yeniden çıktı, okudun mu? (Konuyu değiştiriyorum.)
Tarkan’ın yeniden çıkması kurt açısından iyi oldu. Piyasaya “Atıl kurt!” sözcüğü geldiği için eski “Teksas ve Tommiks”leri de bastılar. Tek bir hatayla... Balonları kaligraflar yerine ruhsuz bilgisayar yazılarıyla süslediler. Bütün inandırıcılığını yitirdi çizgi romanlar. Yeni kitaplarda, eskilerinin kokusu yok.
Bence ne yapsak Theodora’dan kurtulamayız. (Yine aynı noktaya döndü.
Metin’de bu mesele, leitmotiv ile takınaklı nevroz arasında gidip geliyor. Şu an dördüncü romanını yaşayarak yazmayı sürdürüyor.)
Öyle bir Theodora ki, Teodorakis’in o hüzünlü müziğini ve hatta Annibal’in fil ordularının atmosfere bıraktığı fil kokusu...
Ormanda Meto’nun gücünü gördüklerinde derlerki, “Hımm, bin kaplan gücündeki Theodora’nın sevgilisi geçiyor. (Artık aldırmıyorum. Sabrımla ben de bir roman kişisine dönüşmekteyim.)
Yüzünde gördüğüm nur, başına yeni gelecek şeylerin bir işareti olabilir mi?
Olabilir.
Seni en çok korkutan şey ne, fobilerin var mı?
Kendi fobilerimden korkarım ben. Hobi, Bobi ve fobilerimi çok severim. Onlarsız bir hayat asla düşünemem.
Şişlenmek nasıl bir duyguydu?
Bir kedinin yün yumağıyla hayat boyunca hiç karşılaşmaması gibi hüzün verici idi.
Ölüme bakışın nedir? Vaktini beklemeden neden kendini sınadın?
Tüggaz, hap ve ustura aynı anda... Ölümle neden prova yapma ihtiyacı duydun?
Daha önce doldurduğum “Ölümüne Prova”, “Mezardaki Yabancı”, “Bizans’ın Sahte Polisi”, “Mermer Kafalı Adamlar” kasetlerinde anlattığım öykülerde ölüme minibüslerin arkasında sürekli sallanan plastik eller misali “Bye bye” demiştim. Zamanı dolmayan hiçbir tohumun çiçek vermediği gibi, ruh da bedenden ayrılma konusunda tereddüt ediyor. Çünkü sıranı bekleyeceksin. Kuyruklarda beklemeye tahammül edemediğim için bu provaları yaptım. Yoksa az kalsın tırnaklarıma manikür yaptıracaktım, zaman geçirmek için.
Şimdi cenazene daha çok insan gelecek mi?
Gelecek insandan daha çok, Azrail’i daha oturmuş bilgi ve tecrübe ile karşılayabileceğime inanıyorum.
Tek beceremediğin şey ölememek mi?
Öldürememek.
Birini öldürmeyi düşündün mü?
Birini mi, birilerini mi? Dizi halinde cinayetlere bayılırım. Ancak 13 bölümden sonra trajikomik cinayetlerin anatomisini anlatmaya meraklıyım.
Bu akşam Ciguli’nin konseri var Gülhane’de, gidecek misin? Soruyu cevaplarken, bugün Caz Festivali’nin son günü olduğunu da unutma.
Ciguli ve caz, ikisi de aynı şey. Birine burjuvalar sahipleniyor, ki bu caz; diğeri ise daha otantik motiflerle süslü dramatik bir Hi-caz!
Ama Ciguli, hep vardı. Şimdi kanallar arası yolculuğa başladı.
Bu soruyu Edebiyat Treni ile yolculuğa çıkacak yolculara sormak gerekir.
Metin’de bu mesele, leitmotiv ile takınaklı nevroz arasında gidip geliyor. Şu an dördüncü romanını yaşayarak yazmayı sürdürüyor.)
Öyle bir Theodora ki, Teodorakis’in o hüzünlü müziğini ve hatta Annibal’in fil ordularının atmosfere bıraktığı fil kokusu...
Ormanda Meto’nun gücünü gördüklerinde derlerki, “Hımm, bin kaplan gücündeki Theodora’nın sevgilisi geçiyor. (Artık aldırmıyorum. Sabrımla ben de bir roman kişisine dönüşmekteyim.)
Yüzünde gördüğüm nur, başına yeni gelecek şeylerin bir işareti olabilir mi?
Olabilir.
Seni en çok korkutan şey ne, fobilerin var mı?
Kendi fobilerimden korkarım ben. Hobi, Bobi ve fobilerimi çok severim. Onlarsız bir hayat asla düşünemem.
Şişlenmek nasıl bir duyguydu?
Bir kedinin yün yumağıyla hayat boyunca hiç karşılaşmaması gibi hüzün verici idi.
Ölüme bakışın nedir? Vaktini beklemeden neden kendini sınadın?
Tüggaz, hap ve ustura aynı anda... Ölümle neden prova yapma ihtiyacı duydun?
Daha önce doldurduğum “Ölümüne Prova”, “Mezardaki Yabancı”, “Bizans’ın Sahte Polisi”, “Mermer Kafalı Adamlar” kasetlerinde anlattığım öykülerde ölüme minibüslerin arkasında sürekli sallanan plastik eller misali “Bye bye” demiştim. Zamanı dolmayan hiçbir tohumun çiçek vermediği gibi, ruh da bedenden ayrılma konusunda tereddüt ediyor. Çünkü sıranı bekleyeceksin. Kuyruklarda beklemeye tahammül edemediğim için bu provaları yaptım. Yoksa az kalsın tırnaklarıma manikür yaptıracaktım, zaman geçirmek için.
Şimdi cenazene daha çok insan gelecek mi?
Gelecek insandan daha çok, Azrail’i daha oturmuş bilgi ve tecrübe ile karşılayabileceğime inanıyorum.
Tek beceremediğin şey ölememek mi?
Öldürememek.
Birini öldürmeyi düşündün mü?
Birini mi, birilerini mi? Dizi halinde cinayetlere bayılırım. Ancak 13 bölümden sonra trajikomik cinayetlerin anatomisini anlatmaya meraklıyım.
Bu akşam Ciguli’nin konseri var Gülhane’de, gidecek misin? Soruyu cevaplarken, bugün Caz Festivali’nin son günü olduğunu da unutma.
Ciguli ve caz, ikisi de aynı şey. Birine burjuvalar sahipleniyor, ki bu caz; diğeri ise daha otantik motiflerle süslü dramatik bir Hi-caz!
Ama Ciguli, hep vardı. Şimdi kanallar arası yolculuğa başladı.
Bu soruyu Edebiyat Treni ile yolculuğa çıkacak yolculara sormak gerekir.
Metin’de bu mesele, leitmotiv ile takınaklı nevroz arasında gidip geliyor. Şu an dördüncü romanını yaşayarak yazmayı sürdürüyor.)
Öyle bir Theodora ki, Teodorakis’in o hüzünlü müziğini ve hatta Annibal’in fil ordularının atmosfere bıraktığı fil kokusu...
Ormanda Meto’nun gücünü gördüklerinde derlerki, “Hımm, bin kaplan gücündeki Theodora’nın sevgilisi geçiyor. (Artık aldırmıyorum. Sabrımla ben de bir roman kişisine dönüşmekteyim.)
Yüzünde gördüğüm nur, başına yeni gelecek şeylerin bir işareti olabilir mi?
Olabilir.
Seni en çok korkutan şey ne, fobilerin var mı?
Kendi fobilerimden korkarım ben. Hobi, Bobi ve fobilerimi çok severim. Onlarsız bir hayat asla düşünemem.
Şişlenmek nasıl bir duyguydu?
Bir kedinin yün yumağıyla hayat boyunca hiç karşılaşmaması gibi hüzün verici idi.
Ölüme bakışın nedir? Vaktini beklemeden neden kendini sınadın?
Tüggaz, hap ve ustura aynı anda... Ölümle neden prova yapma ihtiyacı duydun?
Daha önce doldurduğum “Ölümüne Prova”, “Mezardaki Yabancı”, “Bizans’ın Sahte Polisi”, “Mermer Kafalı Adamlar” kasetlerinde anlattığım öykülerde ölüme minibüslerin arkasında sürekli sallanan plastik eller misali “Bye bye” demiştim. Zamanı dolmayan hiçbir tohumun çiçek vermediği gibi, ruh da bedenden ayrılma konusunda tereddüt ediyor. Çünkü sıranı bekleyeceksin. Kuyruklarda beklemeye tahammül edemediğim için bu provaları yaptım. Yoksa az kalsın tırnaklarıma manikür yaptıracaktım, zaman geçirmek için.
Şimdi cenazene daha çok insan gelecek mi?
Gelecek insandan daha çok, Azrail’i daha oturmuş bilgi ve tecrübe ile karşılayabileceğime inanıyorum.
Tek beceremediğin şey ölememek mi?
Öldürememek.
Birini öldürmeyi düşündün mü?
Birini mi, birilerini mi? Dizi halinde cinayetlere bayılırım. Ancak 13 bölümden sonra trajikomik cinayetlerin anatomisini anlatmaya meraklıyım.
Bu akşam Ciguli’nin konseri var Gülhane’de, gidecek misin? Soruyu cevaplarken, bugün Caz Festivali’nin son günü olduğunu da unutma.
Ciguli ve caz, ikisi de aynı şey. Birine burjuvalar sahipleniyor, ki bu caz; diğeri ise daha otantik motiflerle süslü dramatik bir Hi-caz!
Ama Ciguli, hep vardı. Şimdi kanallar arası yolculuğa başladı.
Bu soruyu Edebiyat Treni ile yolculuğa çıkacak yolculara sormak gerekir.