Mircea Cartarescu, Romen Edebiyatı’nın en çok okunan ismi diyebiliriz. Yazarın kitapları Dünya Edebiyatı içerisinde de dikkat çekmeye başladı. Son dönemde Cartarescu ismi Nobel Edebiyat Ödülü aday listelerinde karşımıza çıkıyor. Cartarescu geçtiğimiz günlerde Leipzig Book Award ödülünün de sahibi oldu.
Bugüne kadar Cartarescu’nun iki kitabı Türkçeye çevrildi ve Ayrıntı Yayınları tarafından yayımlandı: “Travesti” ve “Orbitor – Göz Kamaştırıcı.” Yazarın ele aldığı temel meselelerden biri "kimlik" sorunu. Okur, kitaplarında "Ben kimim?" sorusunun yanıtını arayan karakterlere yer veren bir yazarın, "değişmez" olarak nitelenen gerçeklik algısından uzak dünyasıyla tanışma fırsatı buluyor.
Mircea Cartarescu 4-8 Mayıs 2015 tarihleri arasında düzenlenecek olan İTEF – İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali yazarı olarak İstanbul’a geliyor. İlgilenenler şimdiden ajandalarında Cartarescu’ya yer açsın.
Okurluktan yazarlığa geçiş süreciniz nasıl başladı?
Hiç. Yazmakla ilgili bilinmesi gereken gerçek, okuma ve yazmanın bir aradalığıdır. Kişi sürekli okursa, düzenli bir okuma sürecine sahipse ancak o zaman bir şeyler yazması da kolaylaşacaktır. Kitap ortaya çıkmaya başladığında, yani yazarın kaleminden dökülen sözcükler yan yana gelerek ahenkli bir bütün oluşturduğunda, metin eş zamanlı olarak başka metinlerle de bağlantı içerisindedir. Metinler birbiriyle aynı atmosferi paylaşmaktadır. Bu nedenle okumak ve yazmak, birbirine tam anlamıyla bağlı eylemler olarak düşünülmelidir.
Dünya Edebiyatı’nda en çok hangi yazarları okuyorsunuz? Etkilendiğiniz yazarlar olduğunu söyleyebilir misiniz?
Sayılamayacak kadar çok... Şunu söyleyebilirim ki ben yazarları okumam, yazarların kitaplarını okurum. Ayrıca okuduklarımın küçük bir kısmı edebiyat alanında sayılır. Genellikle biyoloji, kuantum, fizik, kozmonoloji, felsefe ve teoloji kitapları okumayı tercih ederim. Ben tüketmeye meyilli, doyumsuz bir okuyucu değilim. Edebiyatta sevdiğim modern zaman klasikleridir: Kafka, Joyce, Musil, Broch, Virginia Woolf. Ayrıca Güney Amerikalı yazarların kitapları ilgimi çekiyor: Cortazar, Borges, Sabato, Vargas Llosa. Pynchon, Pamuk, Murakami, Don DeLillo gibi bazı uluslararası yazarları da okuyorum.
Kitaplarınızın konularını seçerken nelerden besleniyorsunuz? Konularınızı nasıl bulursunuz? Karakterlerinizi nasıl oluşturursunuz?
Konu seçmek benim için çok basit, konuları her zaman kendimden yola çıkarak buluyorum. Ben evreni yansıtan bir çiğ damlasıyım. Günlüğüm, yazmak için en önemsediğim şeydir. Günlüğümden doğan temeller şiirlerimin, romanlarımın ve yazılarımın içerisinde gelişir, büyür, kendine farklı yollar bulur. Çoğunlukla kendi iç dünyam hakkında yazıyorum. Her zaman iç dünyamdaki gerçekliği ortaya çıkarmak ve bunu daha iyi anlamayı istediğim için yazarım.
Yazarken yaratıcılığınızı beslediğini düşündüğünüz ritüelleriniz var mı? Gün içinde belli saatlerde yahut belli bir mekanda daha rahat yazdığınızı söyleyebilir misiniz?
Yazma çalışmalarımı sabahtan öğlene kadar sürdürürüm. Çalışmayı sevdiğim ve kendimi en rahat hissettiğim günün bu aralığındaki saatler… Kalem ve defter elimde, hiçbir şey düzeltmeden yazarım. Hiçbir düzenleme yapmadan yazdığım bu nüshalar kitaplarımın ilk taslaklarıdır, diyebiliriz.
Yazarken evde yalnız olmaya ihtiyaç duyuyorum. Sadece kedilerim yazı yazarken etrafımda gezmek ve masama tırmanmak ayrıcalığına sahiptir.
Kitaplarınızda dışlanan, reddedilen bireylerin kimlik mücadelelerini ele alırken dramatik ögelerden uzak bir anlatım öne çıkıyor. Sizce bu anlatımın ele aldığınız duruma kazandırdığı şey nedir?
Çalışmalarım genellikle sürrealistikk ya da meta-realistik, nadiren de salt realistik ögeler üzerine kuruludur. Çalışmalarım fotoğraf değildir, yani gerçeği değişmez olarak sunmam. Onlara ancak hologram denilebilir. Bir hologram derinliğine sahip ve görünüşün ötesine geçmeye çalışan metinler... Bu kelimelerin ve olayların parçalanmışlığının işaret ettiği şey: gerçeklik, rüya ve hatıralar arasında hiçbir farklılığa yer olmadığıdır.
İTEF 2015 – İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali’nin bu yılki teması: “Şehir ve Sınırlar.” Sizin kitaplarınızda sınırlar kendine ne şekilde yer buluyor?
Benim dünyamda sınırlar yoktur. Aslında dünyam ve gerçeklik arasında da bir sınır yok. Kitaplarım ve gerçek dünya yalnızca görünüşte ayrıdır, onlar tek taraflı olan bir Mobius şeridi üzerindedir. Aslında bu ayrı gibi gördüğümüz şeritler birbirine akış halindedir. Dolayısıyla kitaplarımda sınırın ötesinden seslendiğimi söyleyebilirim.