Mehmet Zaman Saçlıoğlu’nun ikinci öykü kitabı olan beş ada, modern zamanın içinde sıkışıp kalan insanların korkularını, yozlaşmasını, kendine bile yabancılaşarak yalnızlaşmasını ve iletişimsizliği ele alır. Gerek kurgu evrenindeki farklı yapılar gerekse de dil hassasiyetleriyle dikkatleri üzerine toplayan bir eser olarak okuyucuyla buluşur.
“Gerçekler dünyası, içinde yaşadığımız dünyadır; düşler ise bizim içimizde yaşanan dünyadır.”
Mehmet Zaman Saçlıoğlu’nun ikinci öykü kitabı beş ada, 11 farklı öyküden meydana gelse de her öykü kendi içerisinde birbirini tamamlayan başat unsurlar taşır. Eserin ilk öyküsünün adı “Birinci Masal”, son öyküsünün adı ise “İkinci Masal”. İlk öyküden son öyküye kadar okuyucu kimi zaman sezgisel yolla kimi zaman ise yazarın gösterdiği yolla kurgusal evrende bir bütünlük olduğunu sezebilir. Yazar öykülerini adlandırırken bir bütünlüğü daha en baştan sezdirir. İlk ve son öyküsünün arasına insanın hayat karşısındaki korkularını, zamanla birlikte varoluşsal sıkıntıları hassas bir şekil ve güçlü kurgusal unsurlarla inşa ettiği “Birinci Ada (Korku Adası)”, “İkinci Ada (Sis Adası)”, “Üçüncü Ada (Yalnızlık Adası)”, “Dördüncü Ada (Yargı Adası)”, “Beşinci Ada (Düş Adası)” adlı eserlerinde zinciri tamamlayan halkalar şeklinde okuyucusuna başarılı bir şekilde aktarır. beş ada’nın içerisindeki konular, karakterler değişse de Saçlıoğlu yarattığı kurgu evreninde vermek istediği mesaj, okuyucularda sorgulatmak istediği hisler benzerdir. Böylelikle öykü adlarından da anlayacağımız üzere eserin okuyucu zihninde bir bütün olarak iz bırakması yazarın bilinçli olarak takındığı bir tavırdır. Saçlıoğlu, beş ada adlı eserinde metinleri çok katmanlı bir yapıya yaslar. Eserde birçok karakter isimsizdir. Yazar, isimsiz kahramanlarla okuyucunun çevresindeki insanlarla yahut özüyle bağ kurmasını kolaylaştırır. Saçlıoğlu, karakterleri her gün yanımızdan geçen insanlar yahut kendi özümüze döndüğümüz zaman içinde bulunduğumuz dünyaya ayna tutacak şekilde kurgulandığını fark edilebilir. İnsanın özüyle karşılaşması ise öyküler ve hayat arasındaki organik bağı güçlendirir.
Son yüzyılın derin yaralarından biri olan kimlik arayışı, yozlaşma, varoluşun ağırlaşan sorgulamaları ve daha birçok konu kitaptaki öykülerde zıt düşüncelerle ele alınır. Yazarın okuyucuya vermek istediği düşünceler genellikle iki farklı karakter yapısı üzerinden irdelenir. Bu irdeleyiş çoğu öykü yapısında insan ve özü arasındadır. Özellikle “Birinci Ada (Korku Adası)” öyküsüyle başlayan ana tema bakımından birbirini takip eden öykü zinciri buna somut bir örnek teşkil eder. “Birinci Ada” adlı öyküde son yüzyılın belki de en önemli konularından biri insani değerlerin tüketimi ve her şeyin zamanla değerini kaybetmesi korku teması üzerinden ele alınır. Karakter kendi özüne dönerek yaşamı boyunca duyduğu korkularla yüzleşir.
“Yaşamınız boyunca birçok korkunuz oldu. Bir ara babanızla annenizin ayrılacağından korktunuz. Çocukluk yıllarınızı bu aptalca korku size zehir etti. Daha sonra babanızın, sizinle yalnızken öleceğinizden korktunuz. Babanız yaşlanmıştı. Bu korku yüzünden yaşlı babanızla baş başa bir gece bile geçiremediniz; hep, birileri yanınızda olsun istediniz. Sonra, ne oldu? Babanız, bir hastanede, tüm sevdikleri yanındayken, doktorların ve hemşirelerin arasında, hiç acı çekmeden, mutluluk içinde öldü; korktuğunuz başınıza gelmedi, ama sanki bin kez gelmiş gibi size acı çektirdi.” (Saçlıoğlu, 2017: 30-31)
İnsan anımsadığı sürece, korkularının hep onunla olacağını ve korkunun esiri hâline geleceğini dramatik öykü unsurlarına uygun olarak oldukça akıcı bir dille anlatır. Korku teması karakterler değişse de diğer öykülerinin de konusu olur. “Mektepli” adlı öyküsünde ilk iki öyküsünden farklı olarak karakterlerine isim verir. Öykünün ana kahramanları Recep, Saffet ve müşteri çocuktur. Bu öyküde sınıf farklılıkları eleştirel bir bakış açısıyla ele alınır. Yazar, sınıf farklılığı temasını Saffet ve müşteri çocuk üzerinden kurar. Biri mektepli diğeri ise yaşamını devam ettirmeye çalışan fakir bir çalgıcıdır. Sınıfsal farklılık müşteri çocuğun annesinin sözleriyle:
“Çalar amcası… Konservatuvara gidiyor. Üç yaşından beri çalıyor. İki buçuk yaşında evdeki tencereleri ters çevirir çalardı. Geçen sene okulda davulu bırakıp piyanoya geçti. Malum davulla, darbukayla ancak göbek havası çalınır, dedi gülümseyerek,” satırlarında ortaya çıkar.
Sınıfsal ayrım, “Unutma Beni” ve “Dördüncü Ada” (Yargı Adası) adlı öykülerinde de ele alınan bir konudur. “Unutma Beni” adlı öyküsünde sınıfsal ayrımın belirli niteliklere sahip olan insanların mevki ve rütbeye layık olduğuna inanan bir baba ve oğulun öyküsünü ele alır Ahmet Bey, şefliği atlayıp müdür olan oğlunun terfisine sevinmek yerine bunun nedenlerini sorgular.
“Aman oğlum, bunca yıl memurluk yaptım, mali işlerden hep uzak durdum. Nerede para varsa orada mesele vardır. Hem sonra, şirkette senden daha kıdemli, tecrübeli kimse yok mu bu müdürlüğü üstlenecek?” (Saçlıoğlu, 2017: 71) Bu nedenlerle birlikte aslında geçmiş- gelecek ve sınıfsal ayrımlar anlatır.
“Yargı Adası” ise ihtilal zamanında davanın görüleceği adaya adaleti sağlamak adına gitmiş ve adaletsizlikle karşılaşmış genç bir yargıcın başından geçen olayları sınıf ayrımı ekseninde ele alır. Adadaki davanın tüm yetkilerini elinde bulunduran başkan, zamanla gücünü kullanarak adalet sağlamaya çalışan genç yargıcı davadan uzaklaştırmayı başarır.
"Akşam, duruşmadan hemen sonra arkadaşı odaya girmişti.
– Kardeşim diyordu, düşündüğün doğruymuş. Övüne övüne tüm kurula anlatıyor adam. “Bu kadar dik başlılığın sonu böyle olur; sen kim oluyorsun da baban yaşındaki yargıçlara akıl öğretiyorsun. Bir telefonla aldırttım görevden. Ya o ya ben dedim,” diyor. Artık Paşa’ya neler anlattığını Allah bilir; ama bu işe herkes çok sinirlendi. Sanırım ikinci başkan bu durumu düzeltmek için en kısa zamanda Paşa’yla konuşacak.” (Saçlıoğlu, 2017: 118)
Gücü adalet yerine kendi menfaatleri için kullanan “Başkan”, sınıf ayrımını, güçlü zayıf karşıtlığının irdelendiği gerçek dil bakımından gerekse de tasvir bakımından oldukça güçlü bir öykü. “İkinci Ada” (Sis Adası) adlı öyküde tren yolculuğu sırasında tanışan birbirinden farklı üç karakter vardır. Bu üç karakterden biri sağır, diğeri ise kördür. Saçlıoğlu tren yolculuğunu bir çeşit hayatla bağdaştırılabilir. Hayatımız boyunca birçok insan tanırız. Kimileri sağır kimileri de kördür. Bu bir çeşit engel ya da mecazî anlamda da düşünülebilir. Modern dünyanın yarattığı kaos, sürekli olarak bir şeylere yetişme ya da yaşam savaşı bazı insanları zamanla kör ya da sağır edebilir. Yazar bu konuyu bir tren yolculuğu üzerinden işler. Trenin arıza yapması ve yoğun sis ise insanoğlunun hayatındaki bir şeyleri fark etmesini sağlayan “o anlar” ile özdeştirilebilir. Bazı şeyleri sadece “o an” dediğimiz zamanlarda yahut duraksadığımız anlarda düşünmeye başlarız. Öykü içerisinde geçen kör adamın söylediği şu satırlar aslında anlatının derinliklerini kapsar;
“ – Düz bir zeminde yürüyoruz. Kahveye kadar böyle gidecek. Burası geniş bir alan. Takılıp düşeceğimiz bir çıkıntı, çarpacağımız bir insan yok. Bu siste benden başka kimse gezmeye cesaret edemez. Burada sık sık sis olur. Sis olunca ben rahat ederim; sis dağılınca benim dışımdaki herkes sevinir. Söyleyin bakalım sis mi iyi açık hava mı?... Yanıt veremiyorsunuz değil mi?” (Saçlıoğlu, 2017: 58)
Bu öykü hayatı sorgulama, sürekli dönen çarkın içerisinde fark etmediğimiz noktalara ve iletişimsizliğe değinir.
Saçlıoğlu’nun körlük bakış açısını mecazî anlamda ele aldığı bir diğer anlatısı “Büyük Göz” adlı öyküsüdür. Bu öyküsünde tıpkı halk anlatılarında olduğu gibi kahraman istediği şeye sahip olmak adına bir yolculuğa çıkar. Bu öykünün ana teması aslında bir arayış. Kahraman üzerinden insanoğlunun istekleri karşısında ne kadar körleştiği anlatır. Kahraman, bir kasabaya gider. Bu kasabada bir fotoğrafçı vitrininde gördüğü birçok insanın gözlerinin birleştirilmesiyle oluşan ve vitrinde sergilenen büyük göz fotoğrafından çok etkilenir. Fotoğrafçıdan bunu kendisine satmasını ister. Fotoğrafçı reddeder ve kahraman bir çeşit tutku hâline getirdiği bu nesne için arayışa girer. Bu arayışta çoğu kez reddedilse ya da sapık gibi görülse de pes etmez. Sessiz’i(kör bir dilenci) sonunda ikna eder. Fotoğrafçı sonunda kabul eder fakat iki gözün arasındaki uyumun sağlanmadığını düşünür. Sadece kahramanın gözünü basar ve verir. Kahraman kendisine verilen gözün sadece kendi gözü olduğunu fark etmeden arzuladığı şeye sahip olmanın mutluluğunu yaşar. Tıpkı günümüzde de hırsın, tutkunun kör ettiği gözler gibi. Öyküde bu konu ironi bir şekilde ele alınır;
“Birlikte basmayı denedim ama uymadı. Sessiz’in gözü görüyor gibiydi. Adamın gözü ise öylesine boş bakıyordu ki. Yapacak tek şey, netliği biraz bozarak bir tek onun gözünü basmaktı; ben de öyle yaptım. Bunun yalnızca kendi gözünün fotoğrafı olduğunu anlayabileceğini hiç sanmıyorum. Bunu anlayabilecek kadar bile görmüyor ki.” (Saçlıoğlu, 2017: 18)
İstenilen şeye sahip olmak için her yolu deneyen insanlar bir süre sonra görme yetisini kaybeder. İşte gerçek körlük budur. “Beşinci Ada” (Düş Adası), ben ve öteki ben sorunsalını irdeleyen bir öykü olarak karşımıza çıkar. Ben ve öteki ben sorunsalı Türk edebiyatında Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar adlı eserinde Turgut Özben ve Olric karakterleri üzerinden başarılı şekilde ele alınır. beş ada adlı eserde de ben ve öteki ben sorunsalı Mehmet Zaman Saçlıoğlu tarafından da dikkat çekici bir şekilde ele alınır. Ben ve öteki ben arasında kişilik sorunları yaşayan karakter rüya ve uyanıklık hâlinde gidip gelirken kişilik çatışmasına girer. Gerçek ben’in arzuladığı her şey rüyalar aracılığıyla ortaya çıkar. Öykü içerisinde geçen,
“Gerçekler dünyası, içimizde yaşadığımız dünyadır; düşler dünyası ise, bizim içimizde yaşanan dünyadır. Birinden ötekine bizden geçilerek gidilir. Ama bu yolu yalnızca kendimiz geçeriz.” (Saçlıoğlu, 2017: 125)
Gerçek ben ve öteki ben’in arasındaki çatışmanın en çarpıcı şekilde açıklayan satırlardan biridir. Freud rüyalar hakkında “Tüm rüyaların ortak yönü vardır. Nitekim hepsi gün içinde alevlenen fakat gerçekleştirilmeyen arzuların biz uyurken tatmin edilmesinden ibarettir. Rüyalar arzuların en basit ve açık şekilde gerçekleştirilmesidir.” (Mutlu Olma İhtimalimiz, S. Freud, sayfa 24) Öykü, insanın içerisinde bulundurduğu birçok kişiliğin çatışmasını ele alır.
İnsanın varoluşunu, geçmiş ve gelecek düzleminde sorgulayan bir kitap olarak tanımlayabileceğimiz beş ada adlı eser her ne kadar karakterleri farklı olsa da aynı tema üzerinden devam eden bütüncül bir eser olarak karşımıza çıkar. Öyküleri okuduğumuz anda içine girdiğimiz kurmaca evreni belirli noktalarda iç içe geçmiş bir evreni temsil edebilir. Eserdeki tüm öyküler okuyucuya hep aynı hissi vermeye çalışır. Saçlıoğlu eseri boyunca geçmiş ve gelecek sorgulamasının yanında iletişimsizliği, sınıf ayrımı, telafi edilmeyen eksikliklerden bahsederek okuyucunun zihninde iz bırakır. Bununla birlikte kitap boyunca karakter analizleri, öykünün katmanları öyküyü düz bir anlatımdan kurtararak olay örgüsüne hareketlilik katar. Öyküleri yazarken kahramanlarını sınırlandırmayan Saçlıoğlu her kesimden insanı odak noktası hâline getirir. Heykelciden, müzisyenlere, şirket çalışanlarından, baba – oğula pek çok karakter öyküde yerini alır.
Mehmet Zaman Saçlıoğlu yarattığı kurgu evreniyle her ne kadar okurun dikkatini üstüne toplamış olsa da bunun başarı payını kullandığı dille de özdeştirmek gerekir. Saçlıoğlu tercih ettiği dille okuyucuya farklı şekilde seslenmeyi başarır. beş ada, dili göndergesel ve şiirsel bir şekilde okuyucuya sunar. Her kesimden yarattığı kahramanlarıyla dilin tüm imkânlarından yararlanan Saçlıoğlu, bazı öykülerini kesin bir sonuca bağlamaz. Bu da bilinçli olarak okuyucunun zihinsel düşünme becerilerini aktif hâle gelmesini sağlar. Öyküleri gerek konuları gerekse de yazıldığı dille her kesimden insana ulaşır. Öyküler, hayatın özünü kapsayan bir niteliktedir. Bu da okuyucunun hayatından bir şeyler bulabileceği ya da gizli kalmış bir düşüncenin ortaya çıkması bakımından irdeleyici ve sorgulayıcı bir özellik taşır. Farkına varmadan geçip giden hayatın sorgulanması adına “hassas noktalara değinen” bir eser.
Başlıkta kullanılan fotoğraflar Todd Clare'e aittir.