“Ben dünyaya şarkı söylemek, şiir okumak ve âşık olmak için geldim.” Şair ve şarkıcı Mehtap Meral ile son albümü Yana Yana’dan, şiirden, müzikten ve hayattan konuştuk.
Sizin için önce müzik mi vardı yoksa şiir mi?
Hayatımda ikisi de hep vardı. Sadece bazı dönemlerde birisi daha fazla öne çıkıyor. İkisi de beslendiğim alanlar ama bir sanat dalıyla uğraşırken her zaman aynı yoğunlukta diğeriyle de uğraşamayabiliyorsunuz. Ama “Hangisi önce?” sorusuna cevap vermem çok zor; çünkü aşkla bağlıyım müziğe de şiire de. Neticede sözlü müzik yapıyorum ve söylediğim şarkıların sözlerini de çoğu zaman ben yazıyorum. Şarkı sözlerimi şiirden ayırsam da anlam benim için hep çok önemli.
Son albümünüz Yana Yana’dan söz etmek isterim. Albüme hazırlanma sürecinizi, albümde yer alacak şarkılara nasıl karar verdiğinizi, kısaca albümün oluşum sürecini anlatır mısınız?
İlk albümüm tango formunda şarkılardan oluşuyordu, 2011 yılında Ada Müzik’ten yayınlandı. Yana Yana ile arasında beş yıl var. Beş yıl uzun bir zaman mı? Benim için değil ama sektör açısından baktığınız zaman pek çok yerde şu şekilde haber yapıldığını gördüm: Beş yıl aradan sonra geri döndü. Aslında ben hiçbir yere gitmemiştim, müzik yapmaya devam ediyordum, bir sürü projede yer aldım yani hep sahnedeydim. Bu süreçte albüm yayınlamadım sadece, çünkü sanatın biriktirmekle ilgili olduğuna inanmıştım. Ayrıca single ya da maxisingle yapmak da o süreçte istemedim. Tamamen kendi şarkılarım, kendi sözlerimden oluşan bütünlüklü bir albüm hayal edip gerçekleştirdim. O beş yıl içinde epey şarkı birikti, ben de değiştim, müziğim de değişti. Yana Yana’da yine sözü ve müziği bana ait şarkılar var, iki de şiir bestesi. Şiirler Ataol Behramoğlu ve Gülten Akın’a ait.
Evet, albümünüz üzerine yazılanlara bakıldığında pop formunda olarak nitelendiriliyor. "Pop"tan anladığımız nedir burada?
Benim kendime ait bir tarzım var elbette. Bir kavram karmaşası da olduğu gerçek, birçok şeyde olduğu gibi. Pop müzik dediğimiz şey uçsuz bucaksız. Tanım olarak popüler müzik aslında ama bunun içerisinde Bülent Ortaçgil de var Demet Akalın da Sezen Aksu da. Benim yaptığım da bana ait bir popüler müzik. Mümkün olduğu kadar özenli ve dikkatli olmaya çalışıyorum şarkılarımı sunarken. Albüm yapmak sizi dinleyen ve dinleyecek insanlara “Bakın bunlar benim şarkılarım, bunları sizin için bir araya getirdim. Size söyleyecek bir şeylerim var.”demek.
Albümde usta müzisyen Cihan Sezer’le çalıştım, Ada Müzik’ten yayınlandı yine. Aslında albümün yapım üreci çok uzun sürmedi; şarkılar hazırdı onları sunmak üzerinde çalıştık. Dört beş ay gibi kısa bir sürede Cihan’la albümü tamamlamış olduk. Ama albüm kötü bir döneme denk geldi. Bir darbe girişimi, bir sürü şehit haberi, ardından OHAL ilanı… Kendi şarkılarımızı paylaşamayacak bir duruma geldik. Konserler iptal oldu, bu albümde bu sebeplerle biraz arada kaynadı, o yüzden biraz üzgünüm. Tek tesellim direnecek şarkılar yaptığıma inanmam. Zaten çok güzel dönüşler de alıyorum şarkılarla ilgili.
Aslında toplumsal olayların en ağır faturalarından biri de sanata kesiliyor. Konserler, açılışlar, tiyatrolar iptal ediliyor ya da erteleniyor.
Sanat artık can çekişiyor… Müzik belki de en çok etkilenen alan. Sadece şarkı söyleyen insanlar değil mağdur olanlar. Mekan sahibinden garsonuna, müzisyeninden dinleyicisine herkes bu süreçten büyük zarar gördü. Bizler müziği sadece eğlence aracı olarak görmediğimiz için üzülüyoruz tabii. Ben şarkılarımı her zaman söylemek istiyorum; çünkü bizim kültürümüz de öyle bir kültür. Acı çektiğimizde de şarkı söyleyebiliriz, müzikle acılarımızı paylaşabilir ve daha güçlü olabiliriz. İnsanların hassasiyetlerini de anlıyorum, bu nedenle durmayı tercih ettim tanıtım için birçok arkadaşım gibi. Ama şunu unutmamak gerekir. Hayat devam ediyor ve nasıl dükkanlar açılıyor, insanlar işlerine gidiyorsa bu sektörde çalışan insanların da hakları gasp edilmemeli ve mağdur edilmemeliler.
Albümde yer alan şarkıların tamamının söz ve müziği size ait ama iki istisna var: Biri Gülten Akın, diğeri Ataol Behramoğlu şiirinden oluşan şarkınız. Sizi bu iki şiire çeken ne oldu, neden bu ikisine yer verdiniz?
Gülten Akın, benim en sevdiğim kadın şairlerden bir tanesi. Ataol Behramoğlu da benim dostum, ağabeyim, hocam, yaşayan en büyük şairlerimizden. İki şiiri de okur okumaz besteledim. Ataol Behramoğlu’nun “Göre” adlı şiiri çok güzel bir aşk şiiri. O kadar naif ki. Besteledikten sonra hemen mırıldanıp Ataol Hoca’ya gönderdim. Hatta sonu şöyle biter: Ve biz dünyaya göreyiz. Ben bir önceki kıtanın dizeleriyle bitirmiştim. Ataol Hocam, o son dizeyle bitirmem gerektiğini söyledi tekrar düzenleyip son dizeyle bitirdik.
Gülten Akın’ın şiirini ise 2-3 yıl önce bestelemiştim. Onu da kızı Aksu Bora’ya göndermiştim Gülten Hanım’a dinlettiğini söyledi ama sonra hiç konuşma şansım olmadı. Onunla paylaşamamanın üzüntüsü içindeyim. Ama şarkılarım bu iki büyük şaire saygı duruşu biraz da ve aşka.
Zaten önceden beri şairlerin şiirlerinden yaptığınız besteleri söylüyorsunuz. Mesela Sakman Konak’ta gerçekleştirdiğiniz dinletileriniz.
Albümden önce de ilk sahne aldığım yer Sakman Konak’tı ve şiir besteleri söylüyordum. İlk albümden sonra da değişik projeler yaptım. Edebiyatçı dostlarımla bir araya geldiğim işler oldu. Ahmet Ümit’le, Buket Uzuner’le, Tuna Kiremitçi’yle, Haydar Ergülen’le ve en son Pelin Batu’yla beraber sahneye çıktık. Dostlarımla beraber sahneye çıkmaya devam ediyorum. İlk albümümde de Füruğ Ferruhzad’ın “Kayıp” adlı bir şiiri vardı. Şiir hayatımda olduğu için zaman zaman bir şiiri besteleme isteğiyle doluyorum. Metin Altıok şiirlerinden yapılan bestelerin yer aldığı albümde de İzin Verin de'yi besteleyip yorumlamıştım. Şiir ve müziği buluşturduğum çalışmalar yapmaya devam edeceğim.
Şiirlerinizde ve şarkılarınızda yer alan baskın duygular nedir? Eserlerinizi dinleyen ve okuyan kişilere ne tür duygular hissettirmek istiyorsunuz?
Hayat hikayelerimizle ve sadece kendi hislerimizle birebir aynı şeyleri yaptığımızı söylemek doğru olmaz. Ama hiçbir sanatçının ürettikleri kendi hayatından bağımsız da değildir. Benim şiirlerime de müziğime de baktığınızda aşk ve yalnızlık öne çıkan duygulardır. İnsanın yalnızlığını, varoluş problemlerini derinden hissediyorum. Kalabalık içinde yaşıyoruz ama bir yandan da çok yalnızız. Ben de hissettiklerimi şarkılarla, şiirlerle aktarmaya çalışıyorum. İbn-i Haldun’un çok sevdiğim bir sözü vardır: Coğrafya kaderdir. Ben burada doğmasaydım, başka bir yerde doğsaydım ve oranın müziğini yapıyor, oranın şiirini yazıyor olsaydım, belki çok daha başka eserler olacaktı ama buradayım. Yaşadığımız dönem biraz karanlık, soru işaretlerimiz var, korkularımız var ve onlar da ister istemez ürettiklerimize yansıyor. Ben dünyaya şarkı söylemek, şiir okumak ve âşık olmak için geldim. Özümde yaşama tutkusu ve heyecan var. Bu yansısın istiyorum şiirlerimden ve şarkılarımdan. Karanlıksa en karanlık, aydınlıksa gözlerimiz kamaşsın.
Şairlerin şiir hikayelerini dinlemek, bilmek çok ilgimi çeken bir şeydir. Peki sizin şiirlerinizden birinin hikayesini anlatmanızı istesem?
Son kitabımdaki “Sayıklamalar” şiirim. Aşkımı söyledim o şiirde. Yine “Ses ve Toz’” da Suruç Katliamı’ndan sonra yazdığım bir şiirim vardı. O çocuklar beni hala çok etkiliyor. Hepsinin güldüğü bir fotoğraf var hep gözümün önünde. Böyle bir güzelliğin katledilmiş olması canımı çok yaktı. Çok çaresiz hissettim kendimi. Benim için iyiliğin katledilişiydi o.
İki albümünüz ve iki şiir kitabınız var. Bunların arasındaki süreçler nasıl geçiyor?
Ben hep ilk önce şiir kitabım yayımlansın istemiştim. Bu benim için çok önemliydi; çünkü albüm yapıyorsunuz sonra bir de şiir kitabı yayımladı klişesi ve algısı oluşsun istemedim. Şiir benim için öyle bir şey değil, çok ciddiye aldığım ve çok çalıştığım bir şey olduğu için bundan korktum. Bu nedenle benim için bir şiir kitabı, bir albüm şeklinde ilerledi süreç… Ses ve Toz’u da Yana Yana’dan önce yayımladım. Benim için bir ara söz konusu değil. Süreç dediğim şeyse ömrüm.
Benim için şarkı söylediğim an dinletebildiğim an
Bir albümden ya da kitaptan sonra yenisi için iten güç nedir? Deneyimler mi, birikimler mi ya da başka şeyler mi?
Şu anki duygumu söyleyeyim: Bir daha o kadar beklemeyeceğim. Sahnede olmamak bana çok acı veriyor, sürekli şarkı söylemek istiyorum. Şiir öyle bir alan değil, daha kapalı, daha kendinize dönük olduğunuz bir şey ve orada mutluyum zaten. Ben yazıyorum, birileri okursa mutlu olacağım ama okumazsa da ben yazmaya zaten devam edeceğim. Ama müzikte böyle hissetmiyorum. Benim için mutfakta söylemek diye bir şey yok. Benim için şarkı söylediğim an dinletebildiğim an. Biri duymadığında benim için hiçbir anlamı yok. Mesela stüdyoda bile insanları çağırıyorum; çünkü gözlerine baktığım zaman, bir duygunun karşıya geçtiğini hissettiğim zaman daha mutlu hissediyorum.
Sürekli olarak bir şey sunmak zorunda kalıyorsunuz. İnanılmaz bir tüketim var artık. Yazıyorsunuz, bir hayat yaşıyorsunuz, acı çekiyorsunuz vs. sonra albüm çıkıyor, eskidi diyorlar. İyi de neye göre eskidi? Yazar dostum sevgili Buket Uzuner, “Eskiden bir yazar roman yayımladığında bir yıl konuşurduk” demişti bana. Şimdi yazar bir roman yazıyor, yeni roman ne zaman diye soruyorlar. Ben mesela bir sonraki şiir kitabım ne zaman hazır olur bilmiyorum. Bilmek de istemiyorum açıkçası. Bir an geldiğinde kitap olduğunu hissetmem lazım. İkinci kitabım da böyle oluştu. Ama müzikte ben de çağa ayak uydurarak önümüzdeki aylarda bir single yapabilirim, böyle bir projem de var. Epeyce birikmiş şarkım var çünkü. Kendime sözüm var, hep söyleyeceğim.
Bahsettiğiniz bu tüketim çılgınlığı üretilen eserlerdeki niteliği de azaltan bir şey değil mi? Bu niteliksizliğin bizim de bir doyumsuzluğa düşmemize sebep olduğunu düşünüyorum.
Evet, çok fazla üretim var, çok güzel işler de var. Ama o güzel işlerin bile bazen fark edilmesi çok zor oluyor. Bu kadar kalabalığın içinde bir inci tanesini bazen göremeyebilirsiniz, bunun için de kimseye kızamam. Benim de kaçırdığım çok güzel işler vardır mesela. Sürekli yeniye maruz kaldığımız için birçok şeyi de kaçırıyoruz.
Mesela pek çok sanatçı albüm bile yapmadan, parçalarını çeşitli sosyal medya kanallarından sunuyor. Siz ne düşünüyorsunuz?
Bazen diretmek de anlamsız kalıyor; çünkü her şey gibi bu da değişiyor. Çağ değişiyor, sektör değişiyor, kurallar değişiyor ama her şeyden önce insanların alışkanlıkları değişiyor. Eskiden albüm almak gibi bir alışkanlık vardı ama artık daha kolay ulaşılabilen sosyal mecralar var. Buralarda daha az zaman, daha az para ve daha az enerji harcanıyor. Bu dönüşüm de üreten insanların üretimlerini şekillendiriyor ister istemez.
İnsanın en güzel giysisi ürettikleridir
Uzun zamandır edebiyat ve müzik dünyasında yer alıyorsunuz. Geçen sürede kadın olarak var olmanın zorluklarını yaşadınız mı? Kadınlar piyasa içinde tutunmak, yer edinmek için direnmek zorunda kalıyor mu sizce?
Bunu ilk defa burada söyleyeceğim; çünkü belki bu soru daha önce sorulduğunda ben söyleyecek kadar cesur değildim. Ben kadınlığa çok büyük bir düşmanlık geliştirildiğini düşünüyorum. Türkiye’de yaşananları koyuyorum bir kenara, bizim gibi birbirini anlayan, okumuş, yazmış insanların arasında bile görüyorum bu düşmanlığı. Kadından müthiş korkuluyor ve kimi zaman aşağılama öznesi olarak kullanılıyor. Ben hep şuna maruz kaldım:" O eteği niye giydin, o ruju niye sürdün? Bak bunu yaptığın zaman akıllı bir kadın gibi görünmüyorsun. Bu kadar okuyan, bilgi sahibi bir kadınsın ama sen böyle giyindiğin, göğüs çatalın göründüğü zaman o kadar akıllı görünmüyorsun”. Ama pardon ben bir kadınım ve benim memem var! Mini etek giymeyi, kırmızı ruju, topuklu ayakkabıyı seviyorum ve bir kadın gibi görünüyor olmanın çok fazla acısını çektim. İnsanlar özellikle erkekler hep bunun avantajını yaşadığımızı düşünüyorlar. Oysa dezavantajlarını yaşıyoruz. Ben buna karşı direnmek gerektiğini ve olduğum gibi görünmem gerektiğini düşünüyorum. İstediğim gibi yaşamak istiyorum. Ürettiğim şeylerden dolayı saygı görmek istiyorum, şekilcilikten kendimizi kurtarmamız gerekiyor. Üretenin cinsiyetinden önce ürettiklerine bakmamız gerekiyor.
Kadının topluma yaranamama gibi bir hali var. Bir pazar programına konuk olmuştum, yeşil bir jile giymiştim. Gelen mesajlardan birinde “Çok güzel söyledi ama göğüs çatalı da görünmeseydi.” yazıyor. Bunu muhalif bir kanalın izleyicisinden duyduğum zaman tüylerim diken diken oluyor. Onu rahatsız eden ne? Üstelik bunu söyleyen bir kadın… Neden bir kadın, kadın bedeninden rahatsız olur. Bunu anlamam mümkün değil. İnsanın en güzel giysisi ürettikleridir. Bunu öğrenmemiz gerekiyor
Kadın şair yok şair var!
Edebiyat konusunda Türkiye’de ve dünyada yönetimsel sistemin bir kopyası olarak erkek egemen bir durum var. Oysa kadınlardan da çok güçlü yazarlar ve şairler var. Ama daha çok eril dilin hakimiyeti söz konusu.
“Kadın şair”, “kadın ressam”dan da kurtulmak gerekiyor. Mesela “kadın şarkıcı” denmez; çünkü şarkıcının kadın olduğu düşünülür. Hatta şarkıcılığın hafif bir meslek olduğu düşünülür, oysa ben her zaman şarkıcıyım derim. Bu küçümsenecek bir şey değil. Mesleğin kendisini konuşmamız gerekiyor. Kadın şair yok, şair var. Elbette kadın olma haline dair eserlerinde bir şeyler görebilirsin. Cinsiyetçilik yaptığımızda ürettiklerimiz de aşağıya çekiliyor. Türkiye’de ötekiler o kadar acı çekiyor ki onların ürettikleri de onların acıları olacak. Bu ülkede kadınlar daha mutlu hayatlar yaşarlarsa o zaman daha ışıklı, daha yaldızlı şeyler yazarlar. Ama kadın olarak birçok şeyle boğuşuyoruz. Kendine ait o odayı kurman çok zor oluyor, ürettiklerimiz azalıyor
Edebiyatta şiirden başka bir türe yönelme düşünceniz var mı?
Ben iyi bir okuyucuyum. Hayat ne gösterir bilemem ama şu anda yazmak için şiir dışında bir şey hayal etmiyorum. Şubat başında Türkiye’nin en önemli şairleriyle yaptığım bir aşk söyleşişi ve antolojisi İnkılap Yayınevi'nden çıkacak… Onun heyecanı içerisindeyim
Peki son olarak şu an mevcut ve gelecek projeleriniz neler, planlarınız nedir?
Konserlerimiz oluyor, sosyal medya hesaplarımdan duyuruyorum. Edebiyatla ilgili bahsettiğim gibi bir kitap projem olacak. Ben sanatla yaşamayı seven biriyim. Durmayı hiç düşünmüyorum. Beni heyecanlandıran her şeyin kıyısında köşesinde hep var olacağım ve hep üreteceğim. En büyük hayalim ve projemin bu olduğunu söyleyebilirim