Bir araya gelmesi nerede ise mümkün olmayan bir sacayağı. Sevenleri ve anlayanları olduğu kadar, sevmeyenleri ve anlamayanları da var. Romanlarındaki karakterlerin aksine deyim yerindeyse “ağzında altın kaşık” ile doğanlardan.
“Başarının insanı sevimsizleştirdiğini yazmıştım bir yerde; fakat tutunamayanların sevimliliğine de kimsenin yanaşmadığını görüyorum. Neden yanaşsınlar? Bir arkadaşımın dediğine göre, ben romanda herkesi bir bakıma tutunamayanlığa çağırıyormuşum. Henüz bir karşılık almadım.” Oğuz Atay
Oğuz Atay, o bir mühendis, edebiyatçı, solcu bir aydın.
Bir araya gelmesi nerede ise mümkün olmayan bir sacayağı. Sevenleri ve anlayanları olduğu kadar, sevmeyenleri ve anlamayanları da var. Romanlarındaki karakterlerin aksine deyim yerindeyse “ağzında altın kaşık” ile doğanlardan. Babası bir dönem milletvekilliği de yapan Cemil Atay. Annesi Fransız kökenli öğretmen Muazzez Hanım.
Atay, imkânların da el vermesiyle iyi bir aile ortamında, üzerine titreyen bir anneyle el bebek gül bebek bir çocukluk dönemi yaşar. Maarif Koleji’nde başlayan, ardından her ne kadar babasının zoraki yönlendirmesi olsa da, İTÜ İnşaat Fakültesi ile devam eden parlak ve başarılı bir eğitim grafiği çizer. Sonrasında ise yaşadığı hayattan ve aldığı eğitimden bağımsız, Tutunamayanlar ‘ın yazarına evrilme süreci gelir.
Belki babasının, ailesinin yakın çevresinin de etkisiyle yaşamının her evresinde Doğu’yu Batı’yla sentezleyerek yaşama becerisini geliştirir. Eserlerine de yansıtır hem çelişkilerini, hem de içselleştirdiği düalitesini…
Türk aydınını sorgular; Doğu-Batı kültürü arasında sıkışıp kalan, toplumun değer yargılarına yabancılaşan ve bu yüzden de düştüğü çelişkiyi çözemeyen küçük burjuva aydını olarak tanımlar. Döneminin birçok aydını gibi, solcu ve kökten sosyalist ideolojiye inanır. Ankara’da yaşadığı dönemlerde hep “Sol Çevrelerin” içindedir.1957’lere geldiğinde arkadaşlarıyla birlikte sosyalist bir dergi çıkarmaya çalışırken, sorunlar yaşar. Solu, sosyalistliği ve ülkemizdeki algısını kendi içinde sorgular, büyük bir hayal kırıklığına uğrar. Solun sonu gelmiştir onun için. Ardından ilk evliliği gelir. Bu süreçte konforlu bir yaşam için daha fazla para kazanma gerekliliği nedeniyle, bir süre denediği inşaat işinde de pek başarılı olamaz. Hem soldan, hem ticaretten, hem de kızı Özge’nin annesi Fikriye Hanım’dan kopuşu getirir bu kırılmalar.
Daha önceden tanıdığı ve büyük hayranlık beslediği Sevin Seydi Hanım da eşinden ayrılmıştır aynı dönemde. İkilinin yolları kesişir. İkisi için de enerjisi ve motivasyonu yüksek, üretken bir dönem başlar. Sevin Hanım entelektüel, çok zeki, hoş, kültürlü, donanımlı, çok okuyan, rafine ve etkileyici bir kadındır. Bu özellikleriyle doğal olarak etrafında geniş bir hayran halesi vardır. Dönemin İstanbul’unda gündem belirleyenlerdendir. Aralarındaki bu zengin ve besleyici birliktelikten aldığı ilhamla, Sevin Hanım’ın bazen varlığıyla motive etmesinden, bazen de, yokluğunda, onun boşluğunu doldurma çabasından doğar Tutunamayanlar ile Tehlikeli Oyunlar.
1960’ların Türkiye’sinde sokakları dolduran “Tam bağımsız Türkiye” anafikri ve dönemi etkisi altına alan dönüşüm çağrısı, onuTürkiye’nin ruhu adını vereceği ve en büyük eseri olacağını söylediği kapsamlı sosyolojik araştırmaya yönlendirir. Ülkenin insan kaynağı, kültürü ve geçmişi üzerinde çalışır. İki çok önemli sonuca varır. “Kapalı sistem ve korkunun bulaşıcı olduğu”.
Sonuçlar bir dönemi açıklamak ve hatta günümüze ışık tutmak açısından etkileyicidir. Kapalı sistem; kamusal alanda rol alan aydın, bürokrat, sıradan insan, herkesin yalan söylediği ve rol yaptığı üzerine modellenmektedir. Kamu otoritesi ise hoşgörülüdür, yalanlarıyla yaşayan toplum, karşılığında “ödül” olarak gördüğü iktidarın hoşgörüsü ile hem suç işlemeye, hem de korku ve utançla içine kapanmaya devam eder. Korku ise bulaşıcıdır ve Osmanlılardan Cumhuriyet Türkiye’sine geçmiştir. Kalıtsaldır. Kamusal alanların, sürüyü (kapalı sistemlerin insan modeli) istediği doğrultuda yönlendirdiği ana motivasyon unsurudur.
Atay’ın “Korku” ile ilgili tahlilleri günümüz değerli edebiyatçılarında da karşılığını bulmuştur kanımca. Yazarlık serüvenlerinin herhangi bir evresinde, yolu Atay’dan ve Tutunamayanlar ‘dan geçenler, kendi eserlerinde de bir şekilde hatırlar ve hatırlatırlar onu. Gün olur, Türker Armaner Tahta Saplı Bıçak’ ta; Münevver Hanım karakteriyle “Bizi sadece korku bir arada tutuyor, başka hiçbir şey değil” diyerek zarifçe selamlar Atay’ı. Gün olur, Ayfer Tunç Dünya Ağrı ‘sında; Mürşit’in kendisinden ve etrafındakilerden başlayıp bütün bir şehre bulaşan, şehrin insanlarını iliklerine kadar titreten müthiş bir korku kurgusu ile etkileyici bir gönderme yapar Atay’a. Yine Murat Uyurkulak’ın Tol ‘unda da aynı şiddetli korkuyu ve hatta Tutunamayanlar’ın ipuçlarını yakalamak mümkündür. Örnekleri daha da artırmak, Atay’ın “Kollektif ve bulaşıcı korku” tezini, edebiyatımızın daha genç ve önemli yazarlarının satırlarında ete kemiğe bürünmüş olarak izlerini sürmek, hem ihtimal dahilinde, hem de Atay’severler için keyif verici detaylar arasındadır.
“Kalemin mürekkebi bitiyor da yani anlayacağın Oğuz’un da mürekkebi bitiyor mu bitmiyor mu?”
Atay, Türkiye’nin Ruhu üzerinde çalışırken ne yazık ki hastalanır. 1977’de Londra’ya gider tedavi için. Orada kaldığı süre boyunca kızına, arkadaşlarına mektuplar yazar. Sağlığının çok da iyiye gitmediğinden, sıkıntılarından bahseder. Yukarıdaki başlık ise Londra’da iken kendi el yazısıyla dostlarına yazdığı bir mektuptan alıntı.
Türkiye’nin Ruhu için kısmen bir sinopsis sayılabilecek hazırlık notlarını bırakarak bu dünyadan geçer, 13 Aralık 1977’de arkadaşı Altay Gündüz’ün evinde vefat eder, arkasında hâlâ devam eden tartışmalar bırakarak. “Ölümünün üzerinden önce unutulacak sonra tekrar hatırlanacak kadar zaman geçtiğinde” kitaplarının ve kendisinin daha iyi anlaşılacağını, sağlığında hiçbir kitabının ikinci baskı bile yapmadığını bilerek…
Kimler yoktur ki kitaplarında; Dostoyevski, Tolstoy, Kafka, Kemal Tahir, Sabahattin Ali, Gorancov…
43 yıla sığan kısacık bir yaşamın olağanüstü üretkenliği ile ortaya çıkan eserlerinden, en ünlüsü, kuşkusuz; okuyanların, hatta okumayanların, sadece adını duyanların bile üzerinde çekincesiz mutabakata vardığı Tutunamayanlar…
Yazıldığı dönemin (1970) entelijansiyası ve dostları tarafından bolca eleştirilir, anlaşılmaz, çokluk beğenilmez ve fazla uzun bulunur. Eser, TRT’nin Roman ödülünü bile kazanmasına rağmen eleştirilerin ardı arkası kesilmez. Kapısını çaldığı hiç kimse kitabı basmak istemez. Ta ki, Hayati Asilyazıcı ile tanışana dek. Görüş aldığı dostlarının eleştiri ve yönlendirmeleri, Hayati Bey’in de önerisiyle epeyce hem dil hem de sayfa sayısı olarak kısaltır ve sadeleştirir kitabını. İki cilt olarak basılır ilkin. Ancak siyasal ve ideolojik çalkantıların dorukta olduğu 1970'li yılların Türkiye'sinde neredeyse hiç ilgi görmez…
Oysa bugün Tutunamayanlar, artık üzerinde edebiyat dünyamızın çoğunlukla mutabakata vardığı, çıtayı yükselten, Batı Edebiyatı ile aramızda çekim alanı oluşturan ve mesafeyi kısaltan bir başyapıt. Birçok anlatım biçimini bir arada barındırması, dünya edebiyatına ve dev yazarlarına yaptığı göndermeleri, destansı bölümleriyle edebiyatımızın önemli eserlerinden biri. Dostoyevski,Tolstoy, Kafka, Kemal Tahir, Sabahattin Ali, ve Gornaçov’a yaptığı göndermelerin izini sürebilir, Oblomov ile Selim’in benzerliklerini yakalamaya çalışabilir, kendinize bulmacalar üretebilirsiniz kitabın satır aralarında. Atay, yüksek bir zeka ürünü kurmacasıyla, insan ruhunun karanlık ve pek de üzerinde durulmayan yanlarını toplum sosyolojisiyle bir arada kullanmayı ve ilgimizi kitabın sonuna dek canlı tutmayı başarıyor Tutunamayanlar ‘da.
Bir başkaldırıyı, eylemsiz isyanı anlatıyor. Kırık hayatları, zayıfları, ürkekleri ve onların korkularını endişelerini, beceriksizliklerini, tutkusuz yaşamlarını. Cumhuriyet döneminde ortaya çıkan yeni değerler üzerinde yükselen orta sınıfın çelişkisini aktarıyor. Bu sınıfa ait insanların gündelik yaşamlarının sıkıcılığını, sıradanlığını, kaygılarını, beklenti ve ideallerinin vasatlığını, …mış gibi rol yaparak yaşadıkları sahte hayatlarını sorguluyor. Orta sınıfa ait maddi kazanımların ve statü simgelerinin araçlıktan amaçlığa evrilmesini ve bizzat yaşamın kendisinin, ideallerin yerini almasını anlatıyor. Sürprizlere kapalı, risk almaktan uzak, sadece başarıya (!), maddi kazanımlara güdülü, öz gelişime kapalı, korkak, sahtekâr ve rol yapmaktan ibaret yaşamların yavanlığını vurguluyor. Herkese kendini beğendirmek, sevdirmek ve başarılı olmak (!) (kime göre) çabasının ne kadar vasata yönelik ve trajik olduğunu tekrarlıyor.
Son Tahlilde
Tutunamayanlar ‘ın baş karakteri Selim Işık, bir sebep değil sonuç aslında. Sorgulanan dönem Türkiye’sinin tam da kendisi. Başarısızlık, şanssızlık, anlaşılamamak, yanlış anlaşılmak, özgüven eksikliği, yoksulluk, beceriksizlik ve nihayet sisteme uyum sağlayamayacak kadar saf ve dürüst kalmak gibi nedenlerle sistemin dışına itilenlerin kod adıdır Tutunamayanlar. Ancak vakti gelince saf ahlakı ve masumiyeti temsil eden Tutunamayanlar’ın sayısı gitgide artacak ve onların galip geleceği bir dünya anlayışı şekillenecektir, Tutunamayanlar ‘a göre. Onlar, kaybederek kazananlardır.
Kitabın bazı bölümleri, Atay’ın yaşamının ve başkaldırısının, kişisel manifestosunun da ipuçlarını verir bize satır aralarında. Kitaptaki Selim Işık’ın aksine Oğuz Atay’ın kendisi kesinlikle bir Tutunamayan değildir. Tam tersine, aktif, konumunu sorgulayan, anlamaya çalışan, tartışan, mücadeleci bir yapıdadır. Ancak ne var ki; ülkemizin kendisine özgü devinimi ile her bir, siyasi-politik-kültürel yeniden yapılanma döneminde o ruha uygun düşen farklı okumalar ve algılarla anlaşılır. Her dönemin, hatta belki her okurun Atay’ı farklıdır. Örneğin, 1980’lerin konjonktüründeki Oğuz Atay ile bugün anlaşılan Oğuz Atay algısı birbirinden oldukça farklıdır. 1970’lerden günümüze gelen, zamanla daha da genişleyecek bir yelpazenin uçları arasında salınan dinamik bir algıdır Atay’ın kitapları ve kahramanları. Hatta kendisi için; “kitaplarının anlaşılmasının zaman alacağını” bile öngörecek kadar geniş vizyonuyla, her yeni okumada farklı anlamlar ve yeni bakış açıları kazandıracaktır her birimize. Yazıldığı dönemin ruhundan bağımsız, tüm zamanlara yayılan, çok daha geniş bir perspektiften…