Salonun ortasında yatıyor. Küçük, ince l. Kıpırtısız. Kim?
Okuru ölümün ortasında, oradan oraya kendi bedenini taşıdığı kabusun içinde bırakan bir hikaye...
Tanımıyorum. Yarasında kan... Sarhoştum, arka odada sızmıştım. Gece. Saat kaç; telefona baksam. Kapanmış. Ne gibiyim? Karanlıkta kirpi. Gözümde çapak. Kıymık, içimde. Çıkan gürültüye fırladım önce. Hırsız sandım. Kalbim dışarı çıkacaktı. Çarpıntı. Terliyordum. Çişim vardı. Korkudan tuvalete gidemedim. Kendime çakılmış çivi. Hırsızdan korkarım. Eve girsin, sorun değil. Çalınacak şeyim yok hayatımdan başka. Fakat ben evdeyken girmesin. Öylesi de başıma geldi. Korku... Korku çukur; içi balçık, çamur. Bu başka oysa. Hırsız değil bu; ö l ü. Bahar gecesi kanım dondu. Buz. Yatıyor salonun ortasında. Kim peki? Tanımıyorum. Bıyıklı. İnce l. Gözleri gecede parlak. Ayakkabı cilası gibi şeyler duydum görünce. Kan var. Halıya akıyor. Temizliğe gelen kadının ter kokusunu duydum. Şakaklarımda uğultu... Neden sonra kendime geldim? İnsan kendisine nereden gelir?
Kilidi kırmışlardı. Balkonun kapısı sonuna dek açık. Belki tek kişiydi. Yok, yok! Koca cesedi tek kişi taşıyamaz! Bırakıp gitmişler. Kayıp mektup sanki. Eskiden mektuplar kaybolurmuş. Nereye giderlerdi? Ö l ü. Ö harfi midemi bulandırıyor. Kalbim yavaşlasa... Üzerinde beyaz gömlek cesedin. Seyrek saçı ıslak. Saçlar mı denir, saçı mı? Bilmiyorum. Kimse bilmiyor. Sakalları (sakalı) en az üç günlük. Telefonu şarja taktım. Ellerim. Titriyor. Açılmadı. Açılmıyor. Açılacak. Zaman geçiyor. Açıldı. Saat beşmiş. Sabah oluyor. Ne yapmalıyım? Polisi... Yok, yok! Polisleri sevmiyorum. Polisler hiçbir zaman insan olmadı, insan oldukları gün, artık polis olmayacaklar. Böyle demişti biri. Kimdi? Bilmiyorum. Kim’in, kim olduğunu kimse bilmiyor. Kimse’nin kim olduğundan, kimseler’in haberi yok.
Dışarı taşımalı cesedi. Sessizce araladım evin kapısını. Apartman boşluğunda üst kattaki emekli amca yatıyor; ö l ü. Tepesindeki cam dolabın üstünde aidat listesi var, ödemeyen çok. Yapacak şey yok. Bu ö l ü benle ilgili değil. Benim ölüm değil. Apartman kapısı. Sürüklüyorum ölümü. Açık otopark girişinde, sitedeki güvenlikçi, yatıyor boyunca; ö l ü. Korkuyorum. Kendi cesedimden kurtulmalıyım şimdi. Ne yapsam? Hava tam aydınlanmadan sallarım İstinye’den, denize... Kimin kimi öldürdüğünü kimse bilemez. Taksi çağırayım. Şarjım bitmesin de. Açık otoparkın ortasındayım (ortasındayız) ölüyle (ölümle). Yıldızlar diken. Göz göz pencereler her yerde, ışıksız. Hayat, ölülerden oluşan iz. Durağı aradım. Çalıyor. Hadi açın lan. Aç... Evet! Uykulu birinin sesi. Arkadan televizyon.
“N2 otoparka lütfen...”
“Tamam, son taksim geliyor abi.”
Geldi. Türk şoförünün araçtan sarkan şanlı kolu. Şaşkın bakıyor, donuk. Aç bagajı diyorum. Üstü başı kan. Yaralı. “Başka taksi bul abi, yolda vuruldum, ölüyorum...” Durak da boş. Ölümü alıyorum kucağıma. Herkesin ölüsü var, ölüleri. Telefonundan ambulansı arayıp taksiciyi otoparkta bıraktım. Şarjım az. Caddeye çıktım yürüyerek. Şehir terk edilmiş; ö l ü. Otobüs durağı. Kimse yok. Çöp kutusunun oradaki kadın; ö l ü. Ölüler yaşayanlardan çok. Sabah oluyor. Cadde ıssız. Issız var da ıslı neden yok.
Işıklarının altında biri: Polis; ö l ü. Polisler de ölüyor demek ki. Sonra ezan. Üstüm başım kan... Uzanıp (uzayıp) giden yol. Gelen, giden, ses yok. Yolun diğer yanında hastane var. Güzel fikir. Bıraksam oraya cesedimi. Yolda buldum derim. Yolda öldü. Ama her yerde kameralar... Yolda, hastanede. Her yerde kayıttalar. Her anımız izleniyor. Gizli değil kimse. Gizle ölünmüyor. Fakat gücüm kalmadı taşıyacak. Sürüklüyorum caddede.
Hastane boş. Işıklı koridorlar. Dünya gömülüp gitmiş. Acilin girişinde, ağzında sigarası henüz tüten genç; ö l ü. Genç ama ö l ü, neden? Gençken ölünür mü? İçeri girdim. Bekleme salonu. Koltuklarda iki kişi; ö l ü. Ölüm uyku mu? Danışmanın önünde de hemşirenin cesedi. Merhume denir kadın ölüye. Cinsiyeti bile var ölümün, insan mı kendileri? Bankoya yaklaştım. Özel hastane burası. Para alırlar mı ölüye? Bu diyorum, evimde öldü. Açıklayamıyorum ki... Tamam ulan, diyorum nihayet, bir cesaret: “Polis var mı burada polis, memur?” Polis devlet hastanelerinde mi olur sadece? Terliyorum. Bankodaki kadın tertemiz. Hiçbir şey olmamış gibi. Mavi elbise. Beyaz gömlek. Koltuktaki ölülerin korkunç kokusu. Kendi ölümü, hemşirenin cesedinin yanına yatırdım. Ölüyken yan yana düştüler, tanışsalardı evlenirlerdi belki.
Görevli kadın kibar: “Beyefendi, affedin, görevimi yapacağım.” Bankonun altında elleri gizli. Tabanca. Çıkarıyor yavaşça. Siyah. Neden hiç kırmızı tabanca yok. Neden. Ama neden bana doğru? “Yapmayın lütfen hanımefendi.” Hanımlar neden efendi? Çekiyor tetiği, basıyor mu demeli yoksa. Alnıma. Kurşun. Kemik. Çat! Delik. Kan fışkırıyor duvara. Eve temizliğe gelen kadına, pilav üstü döner söylemiştim. Pilavı yemiş, paketlemişti etleri. Eve götürecekti, torununa. Kanım. Sıçradı. Duvara. Ölünce temizlik yapılır ardımızdan. İki adam geldi sonra. Aldılar cesedimi.
Neden hâlâ olan bitenin farkındaydım bilmem ki? Ne gibiyim? Böcek. Ne gibi? Kökleri toprağa acıtan ağaç. Aldılar beni. Arabaya koydular. Götürdüler. Neresi bilmiyorum. Bir apartman. Durduk. Birinci kat. Balkon kapısı. Kırdılar. İçeri attılar cesedimi. Cesedim, benim artık şimdi. Öyle duruyordum. Hareketsiz. Hareket etmez ölüler. Ne gibiyim? Sarkaç. Ü harfinin bir ucundan diğerine geldim; derken diğerinden ilkine. Beni bırakanlar araca döndü. İki el silah. Öldürdüler birbirlerini. Ölüler içindeyiz. Duydum seslerini.
Ya ben? Birisi bulacak şimdi beni. Evet. Hah! Bak işte. Geliyor. Bir adam. Orta yaşlı. Sakalı var, sakalları. Ne gibi? Biri. Ölüm: Yalnız biri, çok... Geliyor korku içinde...
Salonun ortasında yatıyorum. Küçük, ince l. Kıpırtısız.
Kimim?