17 KASIM, ÇARŞAMBA, 2021

Ölüm ve Yaşam Dürtülerine Psikanalitik Bakışlar

Psike İstanbul tarafından 2019 yılında Boğaziçi Üniversitesi'nde düzenlenen 13. Psikanalitik Bakışlar Sempozyumu'nda sunulan, yıkıcılık ve ölüm dürtüsünü psikanalitik incelemenin konusu hâline getiren makalelerden derlenen Yıkıcılık ve Ölüm Dürtüsü adlı kitap üzerine bir inceleme.

Ölüm ve Yaşam Dürtülerine Psikanalitik Bakışlar

Yücel Yılmaz’ın derlediği Yıkıcılık ve Ölüm Dürtüsü (Konferanslar-Sempozyumlar) İthaki Yayınları etiketiyle raflarda yerini aldı. Psike İstanbul (İstanbul Psikanaliz Eğitim, Araştırma ve Geliştirme Derneği) ve BÜPAM iş birliğiyle 2019 yılında Boğaziçi Üniversitesinde gerçekleşen yıkıcılık ve ölüm dürtüsü temalı “Psikanalitik Bakışlar 13 Sempozyumu”nun gözden geçirilmiş metinlerini içeren kitap yaşam ve ölüm dürtüleri ekseninde pek çok temaya değiniyor.

​Geçtiğimiz sene psikanaliz sahası için canlı bir seneydi çünkü psikanaliz metinleri içerisinde en çok tartışma yaratan metin olarak kabul gören Freud’un Haz İlkesinin Ötesinde kitabının yüzüncü yılıydı. Bu bağlamda konuyla ilgili pek çok yazı yazıldı, kitap yayımlandı ve etkinlikler düzenlendi. Zira bu kitapta Freud insanın asıl eğiliminin hazzın peşinde koşmak olmadığını belirtmiş, yineleme zorlantısı gibi yeni kavramlar ortaya koymuştur. Böylelikle benlik ve bilinç üzerinden iki farklı yerleştirme yapılabileceğini söylemiştir. Torunu Ernst’i uzun zaman gözlemlemesi ve çocuğun, İspanyol gribine yakalanarak vefat eden annesi Sophie’nin yokluğunda eşyalarını yatağın altına savurup ardından onları bir tahta parçasının ucuna bağladığı bir ip yardımıyla alarak fortsein (gitti-geldi) oyunu oynadığını görmesi Freud’u bu kanıya ulaştırmıştır. İşte bu noktada çocuğun oyununda sadece haz ilkesi olmadığını, bunun ötesinde bir sebep olduğunu düşünmüştür. Haz ilkesinin gerçeklik ilkesiyle karşılaşınca hazzın gecikmesi, hazzın olmadığı durumlarda bireyin kendini yineleme zorlantısı içerisinde bulması, bu içkinlikte ise travmanın ruhsallık tarafından devamlı şimdiki zamana taşınması gibi olgular da yaşam dürtüleri-ölüm dürtüleri karşıtlığını doğurmuştur. Hem pandemiyi hem ölüm-yaşam dürtülerini kuşatan bu metin, bu özellikleriyle günümüzle paralellik taşır. Nitekim Yücel Yılmaz, “Sunuş” bölümünde “Acaba ölüm dürtüsü, yüz yıl sonra yine salgın görünümünde karşımıza çıkarak bizi hayatta tutan yaşam dürtüsünün içinde sinsice, sessizce yıkımı getirmenin yollarını mı aramaktadır?” diye sorar. Freud’un kitabı için de “Psikanalitik dürtü kuramında bir dönüşüme işaret eden bu kurucu metinde insan saldırganlığını, cinsellik kadar önemli bir güdülenme olarak ilk kez psikanalizin konusu hâline getirir. Freud’un ölüm dürtüsü üzerine geliştirdiği tezler sonraları psikanalizde temel bir farklılaşmanın da eksenini oluşturacaktır.” yorumunu yapar.

Öte yandan ölüm dürtüsünün ilkin kim tarafından ortaya atıldığı da irdelenmektedir. “Sabina Spielrein ve Ölüm Dürtüsü Hakkındaki Görüşleri” adlı makalesinde Yeşim Korkut bu kavramın “psikanalizin resmî tarihinde hak ettiği yeri tam almayan, ancak başta ölüm dürtüsü olmak üzere bazı psikanalitik kavramların gelişimine katkıları olan” Sabina Spielrein tarafından ortaya atıldığını belirtirken kimileri Melanie Klein’ı işaret etmektedir. Klein, bu kavrama “ölüm içgüdüsü” demektedir çünkü “ölüm korkusu bebekte yok olma kaygısı olarak en başından itibaren vardır.” Bu bağlamda ruhsallık hem yapıcı hem yıkıcıdır. Klein, yıkıcılığın ölüm içgüdüsüyle birlikte en başından beri var olduğunu söyler. Onu, yaratıcılığın karşısında konumlandırır. Esasen bu konuda üç bakış açısı mevcuttur, ilki ölüm dürtüsünü içgüdüsel olarak ele alır, Freud ve Klein bu gruptadır, ikincisi onu travma yaratıcı bir deneyime dayandırır, üçüncüsü ise “tepki olarak gelişen temel bir yatkınlık olarak” görür. Bu bakış açılarının özetlendiği Aslı Day’in “Ölüm Dürtüsü Kavramı 100 Yıllık mı 12.000 Yıllık mı? Bugün Nerede?” başlığını taşıyan yazısı Göbeklitepe’ye yönelir. 12.000 yıl öncesine ait, tarihte bilinen ilk tapınak olan Göbeklitepe’nin güvenli bir anne kucağı simgesi olup olmadığını sorgular yazar. Zira tapınakta doğum yapan kadın çizimi dışında hiçbir yerde kadına rastlanmaz. Hatta hayvan figürlerinin arasında da dişi figür yer almaz. Ardından çağdaş bakış açılarından hareket ederek konuyu irdeler yazar.

​Ayla Yazıcı’nın “Ölüm ve Ölüm Dürtüsü ile Baş Etme Yolu Olarak Sanat: Fayyum Portreleri” isimli çalışması ise Gılgamış Destanı’ndan bir alıntıyla başlar. Fayyum portreleri mumya tabutlarının üzerine yapılan portrelerdir. Günümüze dokuz yüzden biraz fazlası ulaşmıştır. Ölüm, insanların binlerce yıldır gözlemlediği fakat hem berisi hem ötesi hakkında anlaşmaya varamadıkları bir olgudur. Bu bağlamda ölümden sonra yaşam fikri dini, mitolojik, toplumsal vb. sahalarda pek çok yansımaya sahiptir. Ölüm, ölen kişinin fiziksel varlığının yok olmasıdır fakat ölü ve toplum arasındaki ilişki yok olmaz. Pek çok toplumda atalar kültü vardır mesela. Aile büyüklerinin ruhlarının yaşadığına inanılır ve ona kurbanlar sunulur. Bu kült inanışı, özellikle Uzakdoğu’da yaygın olup maske, kabartma gibi el sanatlarına da yansımıştır. Fayyum portreleri de benzer bir çabanın ürünüdür. Nitekim Yazıcı, “İnsan, varoluşun geçiciliğinin bilincinde olan tek canlıdır. Biz bir gün öleceğimizi biliriz. Burada soru, bunun ne kadar bilincinde olduğumuz sorusudur. Bu portreler insanlığın uygarlık tarihinde, insanın zihinleştirme sürecinde simgeleştirme işlevi bakımından önemli bir noktada duruyor diye düşünüyorum.” yorumunu yapar. Benzer ritüelleri inceleyerek animizm temelinde gündelik hayatın içinden, cenaze haberi alındığında televizyon izlenmemesi, müzik dinlenmemesi, ölünün ardından yas tutulması gibi örnekler verir. Makalenin devamında, fayyum portrelerini gerek sanatsal gerek psikanalitik anlamda ayrıntılı bir şekilde inceler.

Kitapta alan dışı tek isim Murat Gülsoy’dur. Gülsoy’un makalesi “Zamanda Yolculuk Düşüncesi: Geçmişe Gidebilmenin Heyecanı ve Dehşeti” başlığını taşımaktadır. Burada zaman yolculuğundan hareketle psikanaliz divanının bir tür zaman makinesi olup olmadığını irdeleyerek sanat felsefesine dahil edilebilecek dikkatlerini sunmuştur. Mesela “özgün yapıt sorununa” temas eder. Bu sorun bir ressamın kendi gençliğine ona gelecekte yaptığı resmini göstermesi ve genç ressamın bu resmi birebir kopyalaması sonucu sanat eserinin kime ait olacağına dair bir sorundur:

“Genç ressam o yapıt sayesinde şöhrete kavuşacak ve yaşlandığında tekrar zaman yolculuğu yapacak ve gençlik haline bir zamanlar kendisinin gençliğinde kendisine gösterildiği gibi resmi gösterecek ve bu böyle devam edecek. Dolayısıyla sonsuz bir döngü içinde resmin fikri dolanıp duracak. Ama kolayca fark edilebileceği gibi bu başyapıtı kimin ürettiği meçhul kalacak.”

Yücel Yılmaz’ın sunuşuyla başlayan, Gökhan Oral’ın açılış konuşmasıyla devam eden ve Işın Sayın Tamerk’in kapanış konuşmasıyla sona eren Yıkıcılık ve Ölüm Dürtüsü’nde on üç makale daha yer alıyor. Kitaba katkıda bulunan diğer isimler ise Rossella Valdré, Aslı Kuruoğlu, Aleksander Dimitrijevic, Sibel Mercan, Yeşim Can, Özay Özdemir, Nuray Türksoy, David Bell ve Mine Özgüroğlu’dur. Makalelerin hepsine değinmek bu yazının boyutunu aşsa da verilen örneklerde görüldüğü üzere Yıkıcılık ve Ölüm Dürtüsü kitabı Freud’un, Haz İlkesinin Ötesinde metniyle ortaya koyduğu kavramlardan hareket ederek güncel sorunları psikanaliz ekseninde pek çok sahada karşılaştırmalı ele alan bir metin olarak karşımıza çıkmakta.

Kullanılan eserler:
Pieter Brueger the Elder - The Triumph of Death, painted in 1562
Pier Francesco Cittadini - Vanitas Still Life Painting

0
6366
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage