Yapı Kredi Yayınları, Orhan Veli’nin aşk mektuplarını Yalnız Seni Arıyorum adıyla yayımladı. Garip akımının ustası Orhan Veli, doğumunun yüzüncü yılında Nahit Hanım’a yazdığı mektuplarla gündemde. Yetmiş yıldır edebiyat ortamlarında konuşulan bir aşkın belgeleri böylece edebiyat tarihindeki yerini almış oldu.
1950’de 36 yaşındayken talihsiz bir şekilde hayatını kaybeden şairin 1947-1950 yıllarında yazdığı mektupları Nahit Hanım (1909-2002) yıllarca saklamıştı. Yalnız Seni Arıyorum adlı kitapta bu mektuplar, Orhan Veli’nin elinden çıktığı şekliyle (hiçbir sansüre uğramadan ve tek harfine bile dokunulmadan) okuruna ulaşıyor. Üstelik iki farklı baskıyla: Karton kapaklı normal baskısından başka bir de (eski harfli el yazılı nüshalarıyla) büyük boy, renkli özel baskısıyla...
***
Bir de sevgilim vardır, pek muteber;
İsmini söyleyemem,
Edebiyat tarihçisi bulsun.
O zamanlar ismini söyleyemediği sevgilisi “Nahit Hanım”dı Orhan Veli’nin. Hayatta iki varlığı oldu: Şiiri ve sevdası. Şiirleri okurlarının ezberinde... Sevgisine gelince, onu, tek büyük aşkı “Nahit Hanım”a vermişti: Bu kitap onun belgesi.
Şiirimizde çığır açmış ustanın aslında nasıl bir gönül ustası olduğunu kanıtlayan mektuplarını okuduğunuzda onu çok daha yakından tanıyacaksınız. “Istanbul Türküsü” gibi pek çok şiirini daha iyi anlayacaksınız. 36 yıllık ömrüne neler sığdırdığını görecek, onu daha çok sevecek ama belki biraz da üzüleceksiniz. Nereden bakılsa, gizli saklı yaşanmış kırık bir aşk hikâyesine tanık olacaksınız. 64 yıldır çekmecelerde kalmış mektuplar, ince ince akan bir mağara suyu gibi dingin, dupduru ilk kez gün ışığına çıkıyor.
Yalnız Seni Arıyorum
Orhan Veli
160 Sayfa
Yapı Kredi Yayınları
Orhan Veli blog yazarsa… Haydar Ergülen kalemiyle…
Orhan Veli’nin Blogu
21.8.1942, Keşan
Cumhuriyet Hanı’nda geceledim. Ne güzel bir geceydi. Bir de sabaha karşı yağmur yağmasın mı? Yağmur üstüme üstüme, niye yağmasın Nahit Hanım, ben yağmurdan yaştan değil, aşkınızdan… Hem sırılsıklamım, hem divaneye döndüm, hem de kendime geldim. Sizin için Cumhuriyet Hanı’nda geceledim, “Alnımdaki bıçak yarası/Senin yüzünden” diyemem tabii, ama o handa gecelemem ikinizin yüzünden. Cumhuriyete ve size olan sevgimden.
Ağaoğlu Samet boşuna “Rönesans gibi kadın” diye yazmamış sizin için. Güzel ama ben olsam ‘Cumhuriyet gibi kadın’ derdim. Ne cumhuriyeti mi? İçinde kendimizi alabildiğine hür hissettiğimiz insanlık cumhuriyeti. Sonra aşk cumhuriyeti, güzellik cumhuriyeti, şiir cumhuriyeti…Cumhuriyet tükenmez Nahit Hanım, size olan aşkım da öyle. Öyleyse ver elini Edirne. Ver elini Nahit Hanım cumhuriyeti.
(Bu benim ilk blog yazım. Şiirde ‘şairane’liğe karşı çıkıp, burada ‘şiirsel’ şeyler yazmak olmaz ama, sanki biraz öyle oldu gibi.)
2.9.1942, İstanbul
Nahit Hanım’la Veliefendi Hipodromundan dönüyoruz, günlerden
Pazar. Beni sevdiği için mi yoksa üzülmeyeyim diye mi, artık o kadarını bilemem, benimle at yarışlarını seyretmeye geliyor. Ben de Nahit Hanım da eğlensin diye favori atlara değil de adı güzel atlara oynuyorum. Gerçi adı güzel olmayan da yok. Atı güzel adı güzel! Sen bugün tut, “Kız Kulesi” adlı bir ata oynayalım, de. Önce gülesim geldi, ama gücenir diye tuttum kendimi. İlk kez duyuyorum. Oynadık, sondan birinci geldi bizimki. Üstelik bütün paramızı da yatırmıştık. At da bizi yatırdı! Olsun, Nahit Hanım için canımı veririm. Yürüye yürüye Aksaray’a kadar geldik. Nahit Hanım ‘Benim yüzümden bütün paramızı da kaybettik’ deyince, ‘hiç olur mu’ dedim, ‘yine kazandık Nahit Hanım, yine kazandık!’ Nahit Hanım ‘delinin zoruna bak’ der gibi öyle bir baktı ki… Diyemedim “At koşar, baht kazanır Nahit Hanım” diye.
3.9.1942, İstanbul
Bu sabah Nahit Hanım’ı Edirne’ye uğurladım. Vaziyetim berbat. Daha güzün başında hava kışladı. Dönüşte fena halde yağmur başladı. Ama benim değil pardesüm, ceketim bile yok. Yağmur gömleğimi geçti, içime işledi. Üşüdüğümden çok, utanıyorum.
(İnsan niye blog yazar ki, hele ben, yazacak başka şey mi yok, hem de blog filan bana göre değil. Şurdan Galata’ya insem, Mualla’nın orda biraz şarap içer, kendime gelirim, hem ısınırım, hem de içimi ısıtırım. Hadi öyleyse Veli’nin oğlu, yürü bakalım Hürriyete Doğru…)