Ferhan Şensoy henüz genç bir tiyatrocuyken, “Kanlı 1 Mayıs” olarak anılan 1 Mayıs 1977 gününü ironik ve kara mizahi bir dille anlattığı “Kazancı Yokuşu” adlı uzun öyküsünü yazar. Bu uzun öyküyü kitap olarak bastırmak istemektedir; ama daha öncesinde ustası Haldun Taner’e okutur kitabı, fikrini almak için. Haldun Taner de kendine has muzipliğiyle, “İlk kitaplar hiçbir zaman çıkmaz; bence direkt ikinci kitaptan başlamalı…” der genç Ferhan Şensoy’a. Genellikle ilk kitap acemiliğinin sonrasında yazarlara getirdiği pişmanlığı anlatmak istemektedir.
Öykü dosyamı hazırlarken, aklımda hep Haldun Taner’in bu sözleri vardı. Acaba gerçekten “ilk kitap” hiçbir zaman çıkmamalı mıydı? Dosyamı hazırladıktan sonra, bilgisayarımdan silip yok mu etmeliydim öykülerimi? Diğer yandan da şöyle bir soru zihnimde: İyi de, bu yazdıklarım öykü mü? Adları, başları, sonları belli mi? Bitmiş, demlenip kıvamını almış anlatılar mı? (Öyle mi olmalılardı ya da: Öykü neydi?) Değil bir ilk kitap, ilk kitabı oluşturacak öykülerim bile daha bitmemişti ki; hala uçları açık, zihnimde dönüp duruyorlardı işte sürekli! Hep de böyle olmuştur zaten: Ne yazsam, ne karalasam, ne için “bitt işte, tamam” desem, içimde kendime inat bir bitmemişlik duygusu… Beynimin, kalbimin bir yerlerinde sürekli yazılıp duran, sürekli kendini dönüştüren/değiştiren cümleler, kelimeler, hatta ve hatta noktalama işaretleri! İlk kitabım olacaktı bu; fakat bitmiş olduğunu da kim söyleyebilir ki?
Uzun süre bunları düşündükten sonra, Oğuz Atay’ın “Tutunamayanlar” romanındaki cümlelerini kendimce bozarak, şöyle telkin ettim kendi kendimi: Dağılmayın! Kukla oynatıyoruz burada. Hem de acı çekiyoruz…
Zihnimin ve kalbimin ortak çalışmaları hiç bitmezken, tabii ki içlerinde oyunlar oynamayı sevdiğim öykülerim de tükenmez bir oyun olarak devam edecekti; en azından benimle birlikte! O zaman kitabın adı da, bir öykü kitabı gibi olamazdı, amacına uygun olmalıydı. Bitirmeye çalıştığım, kurmaya çalıştığım, oyunlar oynadığım metinler (ama bir yandan da hiç bitmesin, hep kurayım, hep
oynayayım istediğim) iki kapak arasında nasıl durmalıydı? Okura, derdimi birazcık da olsa anlatabilecek bir isim her şeyi çözebilirdi o zaman: ÖYKÜ YAPIM ÇALIŞMALARI
Hiç bitmeyecek öyküler bunlar; sanırsam.
Hiç bitmeyecek bir heyecan içimde; bu doğru.
Hiç bitmeyecek bir oyun oynuyorum; katılsanıza.
Hiç bitmeyecek, beklide hiç çıkmamış bir ilk kitap; işte!
Haldun Taner yine de duymasın bunu, olur mu sevgili okur?
Doğukan İşler 1988 Antalya doğumlu az şair, biraz yazar. Bilgi Üniversitesi’nde üç sene Sinema-TV eğitimi aldıktan sonra Yeşilçam’a haber vermeden okulu bıraktı, işçi sınıfına dahil oldu. Proleter olamayacağını anlayınca tekrar sınava girdi, Marmara Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı’nı kazandı. Öykü, şiir ve denemeleri Varlık, Yumuşak G, Yeniyazı, İtibar, Üç Jeton, Karagöz, Hece Öykü ve İzafi gibi dergilerde yayımlanmıştır…
(Basın Bülteni’nden –arka kapak)
Nihayet öykü de öldü! Haber aldığımıza göre, uzun zamandır amansız bir hastalıkla pençeleşen öykü, dün hayata gözlerini yummuştur. Bazı arkadaşlarımız önce bu habere inanmak istememişler ve uzun süre, "Yahu öykü hiç ölür mü?" diye mırıldanmaktan kendilerini alamamışlardır.
Gazetelerinde, "Öykü öldü mü?" ya da "Öykü ölür mü?" biçiminde büyük başlıklar yayımlamakla yetinmişlerdir. Fakat acı haber kısa zamanda yayılmış ve gazetelere telefonlar, telgraflar yağmıştır; herkes, öykünün son durumunu öğrenmek istemiştir. Bazıları bu haberi bir kelime oyunu sanmışlarsa da, yapılan araştırmalar bu acı gerçeğin doğru olduğunu göstermiştir. Evet, öykü artık aramızda yok. Ama "Öykü Yapım Çalışmaları" daha yeni başlıyor…