Nereden duymuşsa, Ayşe Kulin, Selim İleri’yle aramda geçen bir konuşmada ‘Oktay Rifat’ın bütün kitapları bugüne dek 50 bin nüshalık satışa ulaşmamıştır’ saptamasını yaptığımızı yazmış — doğrudur. Sonucun pek çok değerli şairimiz ve yazarımız için benzer çıtada olduğunu eklemek gerekir. Türkiye için utanç verici istatistik.
Onu düşündüm: Benim bütün kitaplarımın (ki sayısı malûm!), bütün baskılarının toplamı 250 bin dolaylarındadır ya, kırk yılda onca ürünle şüphesiz çelimsiz bilânçodur. Gene de küçümsemem tabloyu: Her yıl dört-beş yeni kitap yayımlarım, bir o kadar yeniden basım yapılır, her yıl (son yirmi yılda) yaklaşık on-on iki bin kitabım satılır ve her gün ortalama otuz kitabımı alır okurlar.
Gelgelelim, bugüne dek kaç okurun kitaplığına girdiğimi bilmem olanaksızdır. Bazı sayısal verilere sahibim: Geronimo’nun Ölümü iki yılda 850 nüsha, Kitap Evi dört ayda 4500 nüsha, Doğu Batı Dîvanı yirmi yılda 7000 bini aşkın okura ulaşmıştır.
Bu veriler ve benzerleri kaç okurum olduğunu, olmuş olabileceğini gösterebilecek ölçüler sunmuyor.
Kendi okurum başka, genel okur başka bir kere.
İkincisinden başlayalım: Hiçbir kitabımı alıp okumamış, yazdıklarımı gazete ya da dergi sayfalarından az çok izlemiş olanların; bir iki kitabımı almakla yetinenlerin nüfusunu kestiremem; sanırım, on binler kertesindedir.
Hangi eşikten başlar kendi okurum hizası? Bunu saptamak da çok zor açıkçası. Bütün yazdıklarımı okumuş bir avuç insan varsa (ki bilmiyorum var mıdır?), onları pek çok kitabımı (diyelim 100), oldukça çok kitabımı (diyelim 50), yabana atılamayacak sayıda kitabımı (diyelim 25) okumuş olanlarla tamıtamına bir tutabilir miyim? Tutmamda da, sanırım bu kategorilerin hepsindeki okurları kendi okurum saymamda da bir tuhaflık yoktur. Ya 25’in altında, 5’in üstünde olanlar, büsbütün genel okur kategorisine sokulabilirler mi?
Kalıyor geriye, 250 bin nüshanın olası dağılım oranları. Bütünüyle varsayım şüphesiz: 3-5 bin arası nüfusu olabilecek kendi okurum toplam basılmış nüsha sayısının olsa olsa üçte birini edinmiştir; geri kalanı, kitaplığında 1-5 arası kitabım bulunan genel okur sayısı 50 bin dolaylarında olabilir.
İnsanlığın okuduğu yazarlar var, onlara klâsik diyoruz: Homeros’tan Shakespeare’e, Cervantes’ten Hugo’ya.
Dünyanın okuduğu yazarlar var sonra: Örneğin Orhan Pamuk.
Bir de, daha çok toplumları tarafından okunanlar: Bizde(n), örneğin: Hüseyin Rahmi ya da Aziz Nesin.
Benim gibiler bu üç kategoriye de ait değiller: Sınırlı bir kesim okuyor yazdıklarımızı, bugün. Yarını kestiremeyiz: O sınırı aşacaklar da vardır aramızda, hiç okunmayacak olanlar da.
O kesimin sayıca sınırlı üyesi olmasının nedeni biz değiliz. Buna karşılık, görünmez bir genişliği, gizilgücü olduğu da kesin: Burada kaç kişi ora’larda kimbilir kaç. Yabancı dillerde otuz kitabım çıktı (ek 40 bin nüsha!), kendi okurum sayabileceğim birkaç yüz insan daha dolaşıyor yaban ellerde; heyecan duyuyorum.
İnsanlığın, Dünyanın okuduğu yazarlar ayrı konu, yargıçlar soracaktır: Kendi toplumunun okumadığı bir (takım) yazar(laf) neden, kime yazar(laf)?
İlk bakışta haklı soru gibi görünüyor, yakından bakılmalı bir de: Bireyden yazma gerekçelerinin hesabının sorulması tuhaf öncelikle; hayatıma anlam veriyorsa yazarım istediğim gibi, istediğim kadar; kendi
okurum yetebilir bana, hele ki birkaç bin nitelikli okuru yabana atmıyorsam. Bundan canlıcısı: İçinde yaşadığım, içinden geldiğim, bir parçası olduğum toplumun halini beğenmeme hakkına sahibim. Oktay Rıfat’ı, Necatigil’i, Asaf Hâlet Çelebi’yi, Vüs’at O. Bener’i, Nermi Uygur’u, saysam bitmez, okumaya yanaşmayan bir toplumun geneline neden yazacaklarımla yönelmeye niyetleneyim? Bir gün değişebilir toplum, dönüşebilir, daha iyisini ummak bir başka hak.
Stendhal, kitabının sonuna “to the happy few” yazdığında pek az okurun kitabıyla ilgilenebilecek düzeyde olduğunun farkındaydı. Yarım yüzyıl, bir yüzyıl geçti aradan, evrim geçiren toplumunda milyonlar okur oldu seçkin bir azınlığı hedef seçmiş yazarı. Ummak, gene hak. Bir kuraldan dem vurmuyorum elbette: Kimse, “bugün okunmuyorum, çünkü yarın okunacağım” türü bir avuntuya sığınmayı düşünmez, aklını peynir ekmekle yememişse. Buna karşılık, günümüz yazarının ancak gününde okunacağı yargısına (Max Frisch) katılmadığımı söylediğimi anımsayanlar olacaktır: Yapıtın ömrü pek çok örnekte yazarının ömrüyle sınırlı olmamıştır geçmişte, bugün yarın bu koşulun değişmesine yol açacak etmen, yoksa, artık -hemen hemen- herkesin yazmaya koyulmuş olmasından kaynaklanan taşkı durumu mudur?
*
‘Avuntuya sığınmak’tan söz ettim, bana kalırsa benim gibiler kadar başkaları da iyi-kötü avuntu kaynakları yaratmak zorundadır; iş, bu bağlamda, olabildiğince gerçekçi, gerçeksi, az çok nesnel ölçülerde karar kılmak galiba. Happy (ya da unhappy — bakınız Fakir İdris) few: Yalnız kişinin anadilinde mi, bütün dillerin kapsama alanlarında var olduklarını öğreneli beri, gitgide üye sayısı artan bir okur cinsinin güvence duygusu aşılaması bir veri. Zamana direnebilen, dönülen işler çıkıyor mu elimizden sorusuna vereceğimiz tartımlı yanıt önemli.
Görseller Ana Santl ve Tomas Kral'a aittir.