Rollo May'in otantik ve mistik düşüncelerden yararlanarak modern hayatın dayattığı ve insanın iradesini aşan durumları gerçekçi bir yaklaşımla çözümlediği kitabı Özgürlük ve Kader üzerine bir inceleme.
Rollo May (1909-1994) varoluşçu psikolojik yönelimleri A.B.D.’de tanıtan, hümanist psikolojinin en önemli temsilcilerinden biri olarak bilinir. Anne ve babasının boşanması, ablasının şizofren olması gibi çocukluğunda yaşadığı sorunlar nedeniyle zor bir çocukluk dönemi geçirdiği söylenir. Belki de bu yüzden varoluşun trajik yanıyla ilgilenmeyi seçerek diğer psikoterapistlerden farklı bir yol izlemiştir.
Geleneksel psikanalize getirdiği eleştiriler, terapist ve hasta arasındaki özne-nesne ilişkisini yıkmaya yönelik olmuş, hastayı analiz edilecek bir nesne gibi görmenin yerine hastayı anlamaya çalışmak gibi insancıl bir yöntemi koymak gerektiğini savunmuştur. Rollo May, indirgemeci yaklaşımlardan uzak durmaya çalışmış, her insanın biricikliğini vurgulamış yazdıklarıyla da geniş kitlelerin anlayabileceği bir dil kullanarak varoluşçu psikoterapinin yaygınlaşmasını sağlamıştır.
Rollo May’in kitaplarını okumak, insanın kendi varoluş trajedisine ışık tutabilmesini sağlayan bir yolculuğa çıkması gibidir. Bir dostla konuşup kendini daha iyi anlayabilmek adına çabalarken yaralarınızı kanatmayı da göze almanız gerekir çünkü. Kaçmak yerine yüzleşmek, vazgeçmek yerine cesaret etmek, kendini gerçekleştirmek için tembelce arkasına sığındığınız savunma mekanizmalarından soyunmak için hazır olmalısınız. Yani kendinizi gerçekleştirmek adına oldukça zorlu bir içsel yolculuğu göze almalısınız.
Rollo May’in en önemli özelliklerinden biri mitlere ve inançlara olan farklı yaklaşımıdır. Zaten psikanalizin kurucusu Freud tarafından geliştirilen sağaltım yöntemlerinden önce büyücüler, din adamları, sanatçılar telkin yoluyla insanın ruhundaki acıları dindirmeye çalışmıyor muydu?
Bu yazıda ele almak istediğim Özgürlük ve Kader* adlı kitabında da Rollo May, otantik ve mistik düşüncelerden yararlanarak modern hayatın dayattığı ve insanın iradesini aşan durumları gerçekçi bir yaklaşımla çözümler. Böylece öncelikle neyin bizim irademize bağlı olduğunu, neyin bireysel irademizi aştığını bilmenin, kişisel düşünce ve duygulanım özgürlüğünün ilk adımı olduğunu vurgular. Kitabın kısa önsözünde kader ve özgürlük kavramlarına nasıl yaklaştığını açıklarken şöyle der:
“Kişinin kaderiyle her zaman paradoks halinde olan bu özgürlük, aşk, cesaret, onur gibi insani değerlerin temelidir. Özgürlük hedeflerimizle nasıl ilişki kurduğumuzdur ve kader de ancak biz özgürlüğe sahip olduğumuz için belirleyicidir. Kadere karşı ve kaderle birlikte özgürlüğümüz için verdiğimiz savaştan, yaratıcılığımız ve uygarlığımız doğmuştur.”
Modern terapi yöntemlerinde, bireyin altından kalkamadığı bir sorunla karşılaştığında kadere isyan ederek, kendi kendine çaresizlik duygusuyla sorduğu “neden ben?” sorusuyla yüzleşmesi sağlanır. Bunun bir yolu olarak da var olan koşullar içinde en verimli hayatı sürdürebilmek adına değiştiremeyeceğimiz koşulları sorgulamamak önerilir. Bu yaklaşım Rollo May’in dini inanışlardan arındırılmış olan kader anlayışıyla benzerlik taşır. Bu noktada insanın “neden ben?” sorusundan vazgeçmesi, acizlik duygusunu pekiştirmek yerine, kaderiyle nasıl mücadele edebileceğini düşünmesi gerekiyor.
Son zamanlarda ülke genelinde yaşadıklarımızın her birimiz üzerinde farklı şekillerde yarattığı kaygı bozukluğunu fark etmemek mümkün değil. Bu duygu durum bozukluğu nevrotik bir hâl almadan önce ‘kaderimiz olan bu coğrafyanın’ kişisel yaşantılarımıza olan etkisiyle de yüzleşmemiz kaçınılmaz. Böylesi durumlar için Rollo May ‘özgürlük’ kavramını soyutlamaktansa bir değerler sistemi içinde ele almanın yollarını araştırır ve özgürlüğün bütün insani değerlerin temelinde yer aldığını vurgular:
“Özgürlük aynı zamanda bütün değerlerin anası olarak da emsalsizdir. Dürüstlük, sevgi ya da cesaret gibi değerleri ele alırsak, garip bir şekilde bunların özgürlüğün değerine paralel tutulmayacağını görürüz. Diğer değerler, değerlerini özgür olmaktan alırlar, hepsi özgürlüğe bağımlıdırlar.”
Öyle ki “özgürlük yalnızca insan olmanın temeli değildir, insan olmak ve özgür olmak eş anlamlıdır.” Yani insan ancak özgürse var olabilir.
Peki, özgürleşmek süreci bireyin tek başına altından kalkabileceği bir süreç midir? Eğer siyasi otoriterlerin baskıya dayalı yönetim biçimlerini göz ardı edersek, modern hayatın sınırları içinde kendimizi özgür hissetme duygusu yanılsamaya dayalı bir avuntuya dönüşür. Rollo May, bu durumu “kişisel özgürlüğün en çirkin inkârı” olarak değerlendirir. Çünkü bu durumda siyasi baskı artar ve özgürlük, organize olmuş demokratik kurumların otoritesine bağımlı hale gelir. Bedenlerin özgür olduğu ama zihinlerin tutsak olduğu böylesi bir toplumsal işleyiş içinde psikolojik yabancılaşma bambaşka boyutlara ulaşır.
Bizim yaşadığımız, bu yabancılaşmanın en üst düzeyi olsa gerek! Artık herkesin birbirinden şüphe etmeye başladığı bir ötekileştirme içindeyiz. Siyasi düşmanlara yönelik algı operasyonları, yurttaşlık bilincinin birbirini ihbar etme düzeyine çekildiği tuhaf bir değer karmaşası sürüp gitmekte. Böylesi geçiş dönemleri için özgürlükten değil belki de bağımsızlaşmaktan söz etmek gerekiyor. Öncelikle yaşadığımız anksiyeteyi yıkıcı olmaktan çıkarıp, yapıcı hale getirmeye çalışmalıyız.
“Sorunlar, kullanılmamış iç olanakların dışarıdan görünüşüdür.” der Rollo May ve özgürlük deneyimini artırmak için kaderin de farkındalığının artırılması gerektiğini vurgular.
Öyleyse sorunları yok saymak yabancılaşmayı arttırırken, gerçekçi olmak sorunun bilincinde olmayı kolaylaştırıyor, diyebiliriz. Elbette insanın edinilmiş çaresizliğe dönüşen alışkanlık ve savunma mekanizmalarını çözümlemesi cesaret ve açık yüreklilikle kaderini reddetmekten vazgeçmesi hiç kolay değildir. Özellikle de bizim gibi Doğu toplumlarında kadercilik ve otoriteye kayıtsız şartsız itaat etme kültürü, bireysel özgürlükleri son derece sınırlayarak nevrotik durumların kemikleşmesine neden olmaktadır. Efendi-köle ilişkisinin tüm kurumsal yapılarda mevcut işleyişin temelini oluşturduğunu ve aile içi ilişkilerin kadının erkeğe itaatiyle yürüdüğünü düşünürsek, kişisel özgürlüğe ulaşmanın ne kadar zor olduğunu daha iyi anlarız.
Çözümlenmemiş kişisel nevrolardan nevrotik toplumlar doğar. Nevrozlar inanç sömürüsü kılığına da girebilir, dillerden düşmeyen sloganlarda da açığa çıkabilir. Nasıl ki sonlu ve ölümlü olmamız gerçeğiyle yüzleşmemiz ve egosantrik yönelimlerimizi bu açıdan çözümlemeye çalışmamız gerekmekteyse özgürlüğümüzü savunabilmek adına da solumak zorunda olduğumuz toplumsal atmosferi derinlemesine yorumlayabilmek zorundayız.
Hepimiz için belli başlı sorunların aynı nitelikte olduğunu, meselenin bu sorunlara karşı nasıl mücadele ettiğimiz noktasında düğümlendiğini unutmamalıyız. İşte bütün bunları başarabilmek için kişisel özgürlüğe ulaşmak gerekmektedir.
Nerden mi başlayalım? Kayıtsız şartsız bir sevgi anlayışından yola çıkabiliriz mesela. Etiketlerden, dayatılmış değerlerden arınıp, siyasi atmosferin yarattığı kutuplaşmadan uzaklaşıp, o büyük ve dokunulmaz nefretin yerine küçük küçük sevgiler ekebiliriz bahçemize.
Bence kaygılarımızla baş edebilmek için tam da bu günlerde varoluşçu psikoterapistlere kulak vermek en iyisi. Kaderle yüzleşerek özgürleşmenin yollarını aramak gerçekten ilginç bir yöntem. Özgürlük Ve Kader, içsel yolculuğunuzda rehberlik edebilecek iyi bir başucu kitabı.
Özgürlük ve Kader
Rollo May
Çev.: Ali Babaoğlu
Okuyanus Yayınları
Görseller: Ahmed Mostafa, Marcin Sacha