"Ferrari'yi çarpmışsın. O karanlığın içinde bir şeyler arıyorsun tutunacak, ne kadar kendine kızsan, bağırsan, çağırsan seni duyan yok. O zaman içinden bir ses geliyor ve diyor ki “ne yaşadıysan yaşadın, ama şu an ve bugün her şeye yeniden başlayabilirsin. Ne olduysa oldu ama nefes almaya devam ediyorsun ve yaşayacaksın." Kerimcan Kamal ile yeni kitabı Güzel Kaybedenler üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
Güzel Kaybedenler, insana dair düşmeye ve tekrar tekrar kalkmaya dair pek çok sorgulama içeren, ilham veren bir kitap. Hüzünler, hayatı sorgulamak, sorgulamayı sorgulamak gibi meselelerden sıkça söz etse de yazılarınızın umutlu bir sonla bitmesine özellikle dikkat ettiniz mi?
Umutsuz çok yaşadım. İnsanın depresyon zamanları, bazen lezzetli gelse de acı geçen zamanlar. Hayata devam etmek için bir şeylere tutunmak zorundasınız. Tutunacağınız yegâne şey de kendinizsiniz. Tünelin ucunda bir ışık bulmanız lazım. O ışık ne kadar kendinizi kandırmaksa depresyon o kadar devam ediyor. Onu ne kadar gerçekten inanabileceğiniz bir şeylere çeviriyorsanız, o kadar rahat çıkıyorsunuz.
Kitapta Aziz Nesin’in bir hikâyesinden söz ediyorsunuz: Sekiz Ayaklı Sisiphus. Daha önceki yıllarda yazdığınız bir bölüm. Bu sizin için epey karanlık bir döneme denk geliyor değil mi?
Yargılanmaların, vergi borçlarının içinde olduğum bir dönemdi. İşini, mesleğini, kariyerini kaybetmişsin. Ferrari'yi çarpmışsın. O karanlığın içinde bir şeyler arıyorsun tutunacak, ne kadar kendine kızsan, bağırsan çağırsan seni duyan yok. O zaman içinden bir ses geliyor ve diyor ki, ne yaşadıysan yaşadın, ama şu an ve bugün her şeye yeniden başlayabilirsin. Ne olduysa oldu ama nefes almaya devam ediyorsun ve yaşayacaksın. Önce kendini sonra başkalarını affet. Belki onların da hayat kurguları onlara bunları yaşattı. Sen onların hayatında olmasını tercih ettin. Sürekli o intikam duygusuyla yaşarsan bir süre sonra seni de yakıyor. Bundan artık kurtulmam, arınmam lazım diyorsun. Bu kömür izinden, bu yanıklardan kurtulmam lazım.
Hikâye mücadeleye devam etmekten söz ediyor değil mi?
Pes etmemek, hayatın tek gerçeği galiba. Nasıl bir basketbolcu bir şutu her seferinde beceriyle atmak için saatlerce idman yapıyor ve defalarca kaçırıyorsa, o idmanların her biri hayatımızda bir kaza, bir travma. Onlardan aldığımız derslerle yeniden bir şeyler yaratıyoruz. Sonunda birgün o mükemmel ana ulaşıyoruz.
Işığı gördüğümüz an mı?
Evet. O da yetmiyor, süreklilik haline getirmek çok zor.
Olabilir mi böyle bir şey? Süreklilik haline getirmek gerçekçi bir şey mi?
Bir kere o üçlüğü attığınız zaman, artık turnikeye girerken çok antrenman yapmanız, kenarda otururken sabretmeniz gerektiğini biliyorsunuz. O an gelecek ve ben o an için yeterince antrenmanlıyım diyorsunuz. Değişerek dönüşerek, bütün insan hallerine saygı göstererek o sürekliliği farklı anlarda yaşamak mümkün. Farklı şekillerde yeniden düşüyorsunuz. Bunu bir lânete çevirmek de yakıta çevirmek de mümkün. Ama bir kere ayağa kalkabileceğinizin bilgisini alıyorsanız o sizin yakıtınız.
Öğrendiklerimizin bir amacı olmasını istiyoruz, bir yandan hayat değişiyor. Bu durumda hayata anlam vermek, huzurla yaşamak nasıl mümkün?
Ne kadar çok bilmeye yaklaşırsan bilmek o kadar senden uzaklaşıyor. Yüz milyarlarca galaksinin, yıldızın, gezegenin ortasında minik bir toplu iğnenin başında yaşıyoruz ve her şeyi bildiğimizi iddia ediyoruz. Bence mesele bilinene ve bilinmeyene saygı göstermekte. Her şeyi sevmek, bilmek, kabullenmek zorunda da değiliz. Ama içinde bulunduğumuz bu kainat bize saygı göstermeyi öğretiyor. Onun içinde bildiğimiz şeyler kadar bilinmeye saygı göstermek de var.
Güzel Kaybedenler, çok kısa sürede üst üste yeni baskılara geçti. Sizce insanlar nasıl bir karşılık buldu kitapta?
Kitap, Instagram’da çok okunan yazılardan oluşuyor, bir karşılığı budur. Ötesinde, insanlarla karşılıklı beslenme var. Tek taraflı yazılmış, yaşanmış şeyler değil. Birisi bize ben de aynı şeyi hissediyorum, dediği zaman bir duruyoruz. Bu karşılıklı paylaşımdır belki. Bir bakıyorsunuz ülkede insanlar hayatlarını kaybediyor, acılar içinde yaşıyor. Coğrafyanın alt tarafında dünya savaşı yaşanıyor. Instagram’daysa herkes çok mutlu, çok parası var, çok başarılı, çok güzel. Hayat yalnızca acıdan oluşmuyor, güzel anlardan da oluşuyor. Onlara çok ihtiyacımız var ve mutlaka olmalı. Ama, biz o fotoğrafların arkasındaki realiteyi de yaşıyoruz ve biliyoruz. Bunlar ruhumuzu, gerçek hayatımızı ifade etmiyor. Kitap, yalanlarımızın farkına vardığımız ve belki soluklandığımız anlar yaratmış olabilir. Belki bu kitaptaki kelimelerde insanlar o anları bulmuştur. Farklı zenginliklerde, farklı kültürlerde, farklı cins, dil, ırk farklılıklarında olsa da insanlar üç aşağı beş yukarı aynı duyguları yaşıyor. Belki çokluk yoktur, teklik vardır. Belki her şey tektir.
Herkesin birbirine bir şekilde bağlı olduğu anlamında mı?
Bir kadim bilgi var, adına tasavvuf, kuantum, semavi dinler, Budizm, öğreti, felsefe, belki matematik diyebilirsiniz. Bu bilginin etrafında dönüp duruyoruz. Belki Mevleviler gibi kollarımızı açıp dönerek, belki oturup secde ederek, belki inanmayarak etrafında bakınıyoruz. Bilimsel olarak ne kadar kazarsanız da, manevi olarak veya spiritüel olarak da ne kadar düşünürseniz de oraya doğru yoruluyorsunuz.
Hayatta öğrenmek bir amaçsa, bunun için kaybetmek mi, zorluklarla yaşamak mı gerekiyor? En zengin deneyimleri acılardan mı kazanıyoruz?
Bilmiyorum. Şarkıda öyle diyor ya, acıdan geçmeyen hayatlar biraz eksiktir. Acının bir ciddi öğretmen olduğuna herhalde hepimiz hem fikiriz. Belki aklımız, beynimiz acıyı daha fazla kaydedip mutlulukları kolay es geçebiliyor. Gençlik daha umursamaz geçerken insan yaşlılığında biraz daha hayatı irdelemeye başlıyor. Neler yaşadık? Bu hayatın manası neydi? Güzel günler neden çabuk geçti? O acıları biz neden tecrübe etmek zorundaydık? gibi sorularla karşı karşıya kalıyorsun. Herhalde acı, hem acı hem de faydalı bir öğretmen.
Hayata anlam verme çabası içinde mi?
Yüzde yüz, ‘Biz bu hayatta neden varız?’ gibi sorular, düşünen her insan için yüz yıllardan beri süregeliyor. Öğrendiklerimizi hayatımıza uyguladıktan sonra derleyip tekrar tecrübe ediyoruz. Bu sanki hiç bitmeyen bir fasit daire gibi, kendini tekrar ediyor.
Düşmeler öğrenmek için illa gerekli mi?
Acı çekmeye karşı bir isyanımız var. Onu reddediyoruz, istemiyoruz. Ama bu gerçek. Ve bu gerçekle yüzleşmek, insanın hayatında bütün gerçeklerle yüzleşme sürecinde olduğu gibi bir isyana dönüşüyor. Bütün gerçekleri isyanlar sonucunda değiştiririz. İnsanlık tarihine bakarsak, insan hakları beyannamesi, işkencenin, köleliğin suç olarak görülmesi, çocuk hakları, kadın hakları çok eski değil. Öncesinde acı çekmek insanoğlu için çok daha sıradan. O isyanların sonunda insan olduğumuzu kabul ettik. Acı çekmeye isyan etmek insan olmanın en doğal ve en önemli haklarından birisidir. Belki yüz yıl sonra savaş kavramı ortadan kalkacak. Acı çekmeye karşı isyan etmek çok onurlu bir şey.
Kitapta eskiye dönüş de çok hoş, Yaşar Usta örneğin. O filmlerdeki, sıcak kalabalık aile ortamlarından geliyoruz. Hayat tarzımızın değiştiği zamanlarda duygularımızla temasta olmayı hatırlatıyor olabilir mi?
Bunu Türkiye de, dünya da yaşıyor. İletişim teknolojileri o kadar hızlandı ki, dünya artık birbirine çok yakın. Bilgiye sahip olmak bizi hiç olmadığı kadar eşitliyor. Bilgiyi işlemek ise başka bir süreç. Bizi biz yapan bir sürü özellik var. Yaşar Ustalar, merhamet, emeğe saygı, fırsat eşitliğine inanç, demokrasiye inanç, karşılıklı hayatlara inanç ve bunlar bilgiyi değerlendirme sürecinde rol oynuyor. Çocuğunuza merhameti öğretmedikten sonra, sağlıklı bir insan olarak büyümesini sağlayabilir misiniz? Onu da Yaşar Usta’ya bakarak görürsünüz. Ne kadar fakir olsanız da bir gün Köroğlu’nun direnişi gibi hayata karşı dik durabilir misiniz? Hepsi kültürümüzde, kadim bilgilerimizde var. Bu topraklarda yaşanmış şeyler bunlar. Soruların cevaplarının ilahi olarak bir yerde adalete kavuşması lazım. İnsanın temel ihtiyacı bence budur. Yoksa insanın dünyada yaşamasına imkan yok. Bir yerde inanıyoruz ki Yaşar Ustalar ve beyler eşitlenecek. Kadim bilgi dediğim de o. Benim hayatımın bütün sorgusu budur.
Bu topraklarda doğmamızın bize gösterdiği nedir?
Fark etmemiz ve kabul etmemiz gereken en önemli şey, asla tek tip olmadık ve olmayacağız, o kadar zengin ki. 12000 yıl önce Urfa’da Göbeklitepe’de de insanlar Allah’ı arıyorlardı. İskender bu topraklardan geçti, Amazonlar da buradaydı, Komagene kralları Nemrut’a heykellerini koydu, Hz. İbrahim’i ateşe aynı yerde attık. Bu ülkede o kadar farklı kültür, etnik köken, inanışlar yaşadı ki, tek tipleştirmeye çalışan her şey sonunda sükut-u hayale uğruyor. Anadolu’da bir laf vardır, "fırtına geçene kadar başak boyun eğermiş". Biz de bunu içselleştirmişiz.
Kitabı yazma sürecinizi biraz anlatır mısınız?
Kitap, bir iki yıldır Instagram'da yazdığım yazıların toparlanmasıyla oluştu. Uzun süre gazetecilik yaptıktan ve malum süreçler, maddi ve manevi sıkıntılarını yaşadıktan sonra Doğa sayesinde Instagramı keşfettim. Mesleğin en başına dönüp kendimi rahatlatmaya, ifade etmeye ve hala hayattayım demeye çalıştım. Yazılar bir karşılık buldu, okurlar oldu. Bir de yazmak çok iyi bir şey. Ne kadar çok yazarsanız, kendinizi ne kadar çok anlatırsanız, yaptıklarınızla ve yapamadıklarınızla o kadar yüzleşiyorsunuz. Önce kendinizi, sonra insanları, sonra tekrar kendinizi anlıyorsunuz. Benim için terapi gibi bir tecrübeydi.
Kitaptaki biyografinizde bir çocukluk fotoğrafınız var ve anneniz babanızın çok sevdiği bir çocuk olduğunuz paylaşılıyor. Büyüdüğümüzde mücadele ederken kendimizi anlamak için çokça çocukluğa dönmeye çalışıyoruz. Bu aradaki süreçte neler oluyor?
Azmi Varan hocanın, çocukluktan büyüklüğe geçişin prenslikten kurbağalığa geçiş olduğuna dair bir sözü var. Ne kadar korumaya çalışırsanız çalışın, çocuklar yaralanır. Büyümek aslında bir anlamda da yaralanmayı kabullenmektir. Benim çocukluğum da o hayal dünyası içinde çok keyifli zamanlar barındırıyor, sonrasında çok acı tecrübeler de barındırıyor. Bizi biz yapan her şey aslında çocuklukta gizli; travmalarımız, hayallerimiz, arzularımız. Sürekli oralara dönüp bugünkü halimizin cevabını arıyoruz. Ne kadar çok yazarsanız yazın hep çocukluktan bir şeyler eklemek istersiniz. Aslında galiba hayat hep en başa dönmek.