Yazar Elçin Poyrazlar ile devlet, tarikatlar, çocuklar ve hurafeler çevresinde gelişen bir suç zincirini konu aldığı yeni polisiye romanı Çıplak Kalp ve polisiye yazarlığı üzerine merak ettiklerimizi konuştuk.
Gazeteci ve yazar Elçin Poyrazlar’ın, devlet, tarikatlar, para ve güç sahipleri ile bir çocuğun ekseninde yaşanmış bir cinayeti konu edinen yeni romanı Çıplak Kalp Doğan Kitap etiketiyle yayımlandı. Suat Zamir isimli komiseri baş karakteri olarak üçüncü kez romanlarına alan Poyrazlar, erkle kavga eden bu kadın polisin adalete dönük başkaldırışını cesurca işliyor. Okura ise basit, yalın bir anlatımla, gerilim dolu bu hikâyeyi okumak kalıyor.
Poyrazlar, tıpkı Patricia Cornwell, Michael Connelly ya da Raymond Chandler gibi gazetecilik de yapmış bir polisiye yazarı. BBC, Politico, Huffington Post ve Voice of America gibi uluslararası, Cumhuriyet ve Habertürk gibi de yerel yayınlarda görev almış Poyrazlar’ın yazma serüveni de gazeteciliğinden bağımsız değil.
Gazetecilik tekniğinin cinayet romanları yazmakta işini kolaylaştırdığını söyleyen Poyrazlar, ancak iki farklı şapka olarak tanımladığı bu meslekleri, teknik açıdan aynı anda kullanmasının mümkün olmadığını söylüyor.
Kendisini “toplumcu gerçekçi” bir romancı olarak tanımlayan Poyrazlar, yazdıklarının da toplumun, yaşananların politiğinden uzak olmadığını söylüyor. Ona göre “bir kadının yazması bile başlı başına bir isyan”. Nitekim yazar, sıkıcı, gri emniyet dairelerini bile Suat Zamir’in öfkesiyle renklendirebiliyor. Bu sadece kadınlık ekseninde değil, sınıf ve kültürel olarak da oldukça güçlü işleniyor.
Suat Zamir, ilk kez okuyan için de, önceki romanları okumuş birisi için de karakter özelinde yepyeni başlangıçlar vadediyor. Çıplak Kalp’te de gördüğümüz kadarıyla bunlardan birisi, yaşadığı onca şeyden sonra mesleğe tekrar dönse de hâlâ “uyumsuz” bir karakter oluşu. Karakterinizin uyumsuzluğu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Son üç romanımın kadın komiser kahramanı Suat Zamir hepimizin içindeki uyumsuz, huysuz ve arıza tarafları kaşıyan bir karakter. Siyasi, sosyal ve kişisel hayatlarımızda olması gerektiğini düşündüğümüz ancak bu koşullar altında dile getirmekten bile ürktüğümüz şeyleri yapan biri. Suat Zamir de korkuyor ama vicdanı ona başka türlüsünü yapmasına izin vermiyor. O yüzden ben Suat’ın romantik olduğunu düşünüyorum. Kendi eksikliklerine, kusurlarına ve kafa karışıklığına rağmen tek bir pusulası var; adalet duygusu ve vicdanı. Yenileceğini bile bile savaşa giriyor, çünkü başka türlüsü ruhunu satmak demek.
Kitabı okuduktan sonra “Çıplak Kalp” isminin tesadüf olmadığı söylenebilir. Kitap, karakterleri ve mekânları itibarıyla kendini durdurmayan, sansürsüz, basit ve yalın bir anlatım sunuyor. Bu, kitabın yazarı olarak ne kadar sizin tavrınız, ne kadar karakterlerin tavrı?
Edebiyatla ilgili belki tek gözettiğim kural bir yazar olarak metinden bütünüyle kendimi çıkarmak. Suat Zamir ben değilim, alter egom hiç değil, hatta belki bugüne ait bir karakter bile değil. Yazar, aradan çekilip okurla romanı başbaşa bıraktığı ölçüde becerisini gösteriyor demektir. Romanın siyasi bir misyonu yok ama benim polisiye tarzım için toplumcu gerçekçi diyebiliriz. Ve okurun kafasında zaten dönen soruları tetiklediği ölçüde güncel. “Çıplak Kalp” ismi bir nevi kötülüğün çıplaklığına temas ediyor diyebiliriz.
Edebiyattaki yalın anlatım tarzınızı gazeteci kimliğinizle ne kadar bağdaştırırsınız?
Suç edebiyatında bu anlatım tarzı oldukça yaygın. Temposu yüksek, gerilimi düşmeyen, olay örgüsünün adım adım izlendiği bir metinde ağdalı edebiyata pek de yer yok. Ama bu yazarın tercihi elbette. Yazar neyi öne çıkarmak istiyor hikâyeyi mi yoksa üslubunu mu? Ben hikâyenin romanın lokomotifi olduğuna inanıyorum. Güçlü bir edebi işçilikle birleşince de nefis eserler çıkıyor karşımıza. Elbete gazeteci olarak ekonomik yazma tekniği benim bu türe girişimde katkı sağlamıştır. Dikkat ederseniz Batı’da da pek çok gazeteci edebi tür olarak polisiye yazmayı seçer.
Gazeteci birinin polisiye romanlar yazması yazarın işlerini ne kadar ve nasıl kolaylaştırır? Sizin polisiye romancılığınız ve gazeteciliğiniz arasında ne türden bir ilişki mevcut?
Polisiyenin önemli unsurlarından biri araştırmadır. Maddi hatalar, ucu açık çözümler, ciddi tahripler olursa okura saygısızlık etmiş olursunuz. Polisiye bir çeşit entelektüel müsabakadır. Okuru oyuna davet edersiniz o da sizin yarattığınız oyunda katili ya da gizemi bulmaya çalışır. Ben romanlarımı yazmadan önce polis teşkilatından, adli tıpçılardan, doktorlardan, terapistlerden, işinin uzmanı olan kişilerden bilgi alıyorum. En basitinden “Bir erkek burada böyle mi davranır?” sorusu bile romanın inandırıcılığı açısından gerekiyor. Gazetecilikte edindiğim araştırma yöntemleri romanlarda da çok işime yarıyor. Ama öte yandan bu gazeteciliğin tam tersi de bir iş. Gazetecilikte en açık hâliyle doğrulara ulaşmanız gerekirken romancılıkta uydurma özgürlüğü var. İki şapkam var benim ama ikisini aynı anda kullanmam mümkün değil.
Toplumda şiddetin tırmanışıyla birlikte, polisiye romanların sayısında artış beklenebilir mi? Siz bunun arasındaki ilişkiyi nasıl tarif edersiniz?
Sanat hayatı taklit eder. Tersi de geçerli. Polisiye bir toplumu suç üstünden değerlendirip fotoğrafını çeken de bir tür. O suça toplumun yanıtı nedir, adalet, ceza ve vicdanın sınırları nerede çizilir bunlara da bakar. Bir toplumda suçta artış varsa bu mutlaka edebiyata yansır. Bireyin bu suça ortak olup olmadığı, sistemin suçu nasıl ele aldığı, imtiyazlı grupların teşviki ya da sessizliği bunların hepsi suç kurmacasının konusudur. Son dönemde suç dizilerine ve filmlere ilginin artışı da doğrudan bununla ilgili.
Cinsellik anlatımı, Suat Zamir gibi oldukça başarılı bir kadın komiser karakterinin yer aldığı kurgu üzerinde kadın özgürlüğünü pekiştiren bir şey mi? Ne düşünürsünüz?
Suat Zamir kendi kimliği ve cinselliği konusunda pek de net değil. Hatta bazen bunları bir intikam aracı olarak da kullanabiliyor. Ama en büyük hasarı kendisi alıyor. Aynı anda hem kadın hem de polis olmanın çatışmalarını yaşıyor.
Cinselliği anlatırken kadını aşağılayan, onu edilgen bir taraf olarak yansıtan eril dili kullanmadığınız sürece sorun yok. Daha da önemlisi kadınların cinselliğini kendi ağızlarından anlatmasına alan açmak gerekiyor. Ben umarım Suat Zamir’le bunu yapabilmişimdir.
Dünya gündemi yoğun. Savaşlar, göçler, zulümler, krizler… Ama Türkiye de bu yoğun gündemden azade değil. Hatta ciddi bir de parçası çoğu zaman. Edebiyatınız reel gündemden ne kadar etkileniyor?
Ben beni ilgilendiren, heyecan ya da öfke duyduğum konuları yazmayı seviyorum. Suçun üstünden bireyin sancılarına, çaresizliğine ve sınırlarına inmeyi istiyorum. Gece kafasını yastığa koyduğunda onu uykusuz bırakan şeyler nedir merak ediyorum. Para mı, iktidar mı, aşk mı, hırs mı, korku ve endişe mi? Bizi dürten, huzursuz eden, soru sorduran o içeride gizli kalmış, öğrenilmiş ama unutturulmuş vicdanın zayıf sesinin karakterlerde nasıl yankılandığını görmek istiyorum. Dünya kötü bir yer. Savaş, katliam, cinayet, tecavüz, istismar her şey var. Peki o birey bu kötü dünyaya karşı ne yapıyor? Kararı ne ve neden? Romanlarımın ana aksı buna benzer sorular üstünden dönüyor.
Çağdaş Türk edebiyatının bugünün meseleleri üzerine ilgisi için ne dersiniz?
Edebiyatın politik olmaması gerektiği görüşüne katılmıyorum. Sanat doğası gereği politiktir. Bir kadının yazması mesela, başlı başına bir isyandır. Edebiyat insanla, hayatla, ölümle ilgili her şeye dokunurken neden politikaya dokunmasın ki? Ben çağdaş Türk edebiyatında daha fazla siyasi roman okumak isterdim. Bir dönemden sonra giderek zayıfladı bu damar. Ama yine gelecek. Ülkenin içinden geçtiği dönem bunu mutlaka tetikleyecek.
Çıplak Kalp bir tarikat çıkmazı anlatıyor. Tarikat hikâyesi yaratma fikri de, Türkiye’nin içinde bulunduğu politik gündemle birlikte mi geldi?
Çıplak Kalp’te tamamen uydurulmuş bir tarikat var. Hem öyle bir tarikat yok hem de bu tüm tarikatlara benziyor. Bir çocuğun polise gelmesiyle başlayan soruşturma çok daha büyük suçlara kapı aralıyor. Buna gerçeğin kurmacası da diyebiliriz. Bugün ülkeyi saran suç ağları romanın arka planını oluşturuyor.
Polisiye romancılık “memleket kurtarır” mı?
Elbette kurtarmaz. Ama sorgulamaya başlamak kurtarır. Kurgu üstünden bile olsa gerçeklerin acımasızlığını sorgulamak, “neden böyle ve biz ne yapabiliriz” demek, birleşmek ve örgütlenmek kurtarır. Bir de adaleti sonuna kadar savunmak kurtarır. Ona inancımız bittiğinde yenilmişiz demektir.
Sık eser veren bir yazarsınız. Nasıl çalışıyorsunuz?
Türkiye ne yazık ki bana fazlasıyla malzeme veriyor. Keşke bütün bu suçlar romanlarda kalsaydı. Oysa gerçek kurgudan bile vahşi. Romanın ortaya çıkış ve araştırma süreci bittikten sonra yazma döneminde her gün yazıyorum. Aylarca aynı kurgu, aynı metin, aynı karakterler havuzunda dönüyorum. Bir çeşit paralel gerçeklik gibi. Bitince editörümle düzeltme dönemi başlıyor. Sürekli revize ediyorum. Metnin en iyi hâline ulaşana kadar böyle devam ediyor. Bu bir ya da bir buçuk yıllık bir süreç.
Suat Zamir’in serüvenleri sürecek mi?
Suat Zamir’i son romanda öyle zor bir yere soktum ki umarım oradan sağ salim çıkar. Sorunuzun yanıtıysa evet, Suat Komiser’in maceraları devam edecek.
Başlık fotoğrafı Osman Kaytazoğlu'na aittir.