Kitap Fuarı bitti gitti, geriye birçok kitap kaldı. Tuhaftır ki, bunların büyük bir kısmı da polisiyeler. Yıllar boyu “Bizde niye polisiye yazılmıyor?” diye şikâyet edilmiş bir ülkede bunca çok polisiye yazarı olması gerçekten de insanı şaşırtıyor. Neyse ki biz feyzimizi Erol Üyepazarcı’dan ve onun, kendi tabiriyle ‘tuğla gibi’ kitabı “Korkmayınız Mr. Sherlock Holmes”dan almış çömezleri olarak bu şikâyetleri bir kenara atıp, fikir sahibi olmaktansa bilgi edineli çok oldu. Olmasaydı da eğer, Labirent Yayınları’nın bizi erkekli kadınlı kadim polisiye yazarlarıyla tanıştıran kitapları bu endişeyi ve merakı ortadan kaldırırdı. Hep sevmişiz, hep seviyoruz, şimdi de anlaşıldı ki hep de yazmışız. Polisiye edebiyatın bizde neredeyse yüz yıllık bir tarihi var.
Ama polisiye yazarlarımız ya genç, ya yeni, bazen ikisi birden. Bunların ikisi, Algan Sezgintüredi ile Suphi Varım, İzmirli iki yazar, bu yıl fuardan sonra Dünya Gazetesi’nin polisiye ödülünü paylaştılar. Algan, nefis bir Türkçeyle müthiş iki karakteri harman etmiş. Suphi ise mazinin İzmir’ini, daha doğrusu Smyrna’sını insanlarıyla, çeşitli azınlık mahalleleriyle, şehrin ayrıntılarıyla nefis bir atmosferle sarıp sarmalıyor.
Algan’ı bundan yıllar önce, arkadaşım Adnan Bostancıoğlu yazdığı bilimkurgu kitabını bir bakayım diye bana verdiğinde tanımıştım. İstanbulluydu ama İzmir’e yerleşmişti. Bir de, Beşiktaş’ı tutuyordu. Ama en önemlisi, çok sevdiğim bir kitap yazmıştı. Bir yere yönlendirdim. Gelin görün ki mükemmeliyetçiliği tutmuş, kitabını geri çekti. Halen de yayınlatsın diye yalvarıyoruz.
Sonra bizi şaşırtarak janr değiştirdi. 2006’da ilk polisiye romanı “Katilin Şeyi”ni yayınladı. O gün bugündür de devam ediyor. İlk kitaptan sonra sırasıyla “Katilin Meselesi”, “Katilin Uşağı” ve “Katilin Şahidi” geldi. Son olarak da, April Yayıncılık’tan “Maktulün Şansı”. Farklı yayınevlerinden yayınlanan ilk dört kitabı da şimdi April’den çıkacak. Aynı zamanda çok iyi bir çevirmen olan, hayatını aslında çeviri yaparak kazanan Algan, bu sayede kitap okumayı seven insanlar arasında adını duyurdu. Anladığım kadarıyla, polisiye kitaplarına da eğlenmek için arada yazılmış şeyler gözüyle bakıyorlar. Oysa iki ender başarıyı bir arada yürüten; hem seri polisiye yazan, hem de kahraman mevkiine iki kişiyi oturtan Algan Sezgintüredi, polisiye alanında da tepelere yerleşmiş durumda.
Ben ilk kitabı okuduktan sonra bir an, çok satacağı, yazarın hak ettiği ticari başarıya (da) ulaşacağını sanmak gibi ham bir hayale kapılmıştım. Çok satmadı, yazarı umduğumuz kadar tanınamadı, yaptığı kaliteli işin karşılığını göremedi ama, başından beri de polisiye kitapları okuyup eleştirenlerden övgü almıştır. Bu arada, yayınevinden yayınevine de kelebek gibi dolaştı. Umarız April, kalıcı bir konak yeri olur. Çünkü Algan’ın adının, belki biraz da Dünya Polisiye Ödülü sayesinde, artık daha fazla duyulduğunu umuyorum. Kendisi de şaşkın bir memnuniyet içindeydi. Fuar’dan söz ederken, “Güzeldi, bu sefer imza günü de yaptık,” mealinde bir şeyler söylemiş.
Algan Sezgintüredi’nin, polisiye yazarlar arasında kendine mahsus bir yeri var. Cana yakın karakterleri, sağlam olay örgüsü ve ince mizahıyla bu yer zaten hakkı ama pek sık rastlanmayan bir artı puana daha sahip: genelde dile, özelde Türkçeye çok hakim. Hatta tutkun bile diyebiliriz, kaptırıp gidiyor. Örneğin, kırlık bölgede başlayan Hamlet esrarı “Katilin Meselesi”nin ilk bölümünde ağaçlar, Hayrettin adlı güneş, börtü böcek vesairenin konuştuğu "Pastoral Diyalektik" gerçekten eşsizdir.
İkili kahramanları ise, on yaşlarından beri yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen Vedat Kurdel ile Tevfik Dağdelen, ya da herkesin dediği gibi, Tefo. İlkinin babası emekli öğretmen, ikincinin de emekli başkomiser. Altın kalpli ama sert ve disiplinli adamlar. Eski usul, yürek ısıtan iki aile. Vedat iri yarı (kendi tabiriyle manda gibi), kuvvetli, yakışıklı, kafası pek çalışmayan biri. Kara kuru, liseden terk Tefo ise kafasında yüz bin tilki dolaştırıyor. Biz hikâyeleri Vedat'ın ağzından dinliyoruz. Dahası, Vedat ilk maceralarını 2015 yılında anlatıyor. Anlıyoruz ki, bu ilk maceradan sonra çok meşhur olmuşlar, hatta Londra'ya gidip Scotland Yard'a destek bile vermişler. Basının önüne de hep Vedat çıkmış. Yakışıklı ya...
Bu iki avare; işletme mezunu ama işsiz Vedat ile kuyumcuda çalışan Tefo, bir dedektiflik bürosu kurmayı da Nezih beyin kanatları altında gerçekleştirmişler. Çizgi romanlara, polisiye kitaplarla filmlere zaten meraklılar. Gözlerinin önünde hep, örneğin "Malta Şahini"nden sahneler var. Şapkalarını arkaya itip, koltuklarında kaykılmış oturur, viskilerini yudumlarken kapıdan içeri çaresiz bir sarışın girer, falan. Oysa bunlar sadece hayalden ibaret kalıyor, Nezih başkomiser onlara ıvır zıvır işler yaptırıyor, silah kullanmalarını da yasaklıyor. Bu yasağa sonuna kadar uyuyorlar.
Ancak artık umutlarını yitirdikleri, ofisten de ayaklarını kestikleri sırada, karşılarına bir ceset çıkıyor: Şaşkınbakkal'daki bir apartmanın bahçesindeki kadın cesedi. Üstelik de bu, son üç ay içinde aynı şekilde bulunan üçüncü kurban. Demek ki, ortada bir seri katil var. İşte aradıkları fırsat! Kaçırmıyorlar, tabii. Nezih Baba'nın şemsiyesi altında, bazen polislerle işbirliği yaparak, bazen kendilerine polisle işbirliği yapıyormuş süsü vererek, yollara düşüyorlar. Kayık kiralayan üç küçük suçlu ile bir sosyete medyumu da zaman zaman onlara destek oluyor. Üç küçük suçlu, sonra hep yanlarında kalıyor.
Sezgintüredi daha ilk kitabında gerçekten de, gerilimini hiç ihmal etmeden çok keyifli, mizah dozajı yüksek bir kitap yazmıştı. En büyük silahı da kendi zekasından şüphesi olan, alınganlık yapan karakteri Vedat. Kitabın asıl gücü ise, dilinden kaynaklanıyor. Vedat yazar değil. Dolayısıyla başlarda hayli debeleniyor. Lafı döndürüp dolaştırıyor, daldan dala geziyor, olur olmaz şeylerden söz edebiliyor. Sezgintüredi onun acemiliğini başarıyla kullanmış, hatta üslubunu yavaş yavaş geliştirerek, Vedat'ı yazarlık işine ısındırmış. "Katilin Şeyi", Türkçeyi çok iyi bilen, çok iyi kullanan, lisana tutkuyla bağlı bir yazarın arkası gelen ilk kitabıydı.
Adı “Katilin” diye başlayan kitapların dördüncüsü ve sonuncusu “Katilin Şahidi”ydi. Kitap bir yılbaşı hindisi ve Vedat’ın başına evlilik cinsinden bir çorap örüleceği yolundaki endişelerle başlıyor, bir cinayetle farklı sulara doğru çekiliyordu. Son kitapta ise Algan maktullere geçti. En azından kitabın adı “Maktulün Şansı”. Tanıtım yazısında “Okumuş muydunuz? İşte bir tane daha. Hiç okumadınız mı? Pes! Hemen başlayın” demişim. Gerçekten de Algan Sezgintüredi, polisiye öğeleri ve gerilime gereken önemi vererek sağlam bir olay örgüsüyle bezenmiş kitaplar yazarken, ironiyi de ihmal etmiyor. Türkçesine gelince eşine ender rastlarsınız. Algan Sezgintüredi, şimdilik hak ettiği kadar tanınmasa da, bence polisiye yazarlar arasında kendine mahsus bir yere sahip.