Algan Sezgintüredi ve Mesut Demirbilek ile polisiye roman serisi “Kavgaz” evrenini ve serinin ikinci kitabı Kavgaz: Pilot’u konuştuk.
Algan Sezgintüredi son yılların en üretken edebiyatçılarından. Çevirileri ardı ardına yayımlanıyor, hazırladığı kitaplar farklı yayınevlerinden okurla buluşuyor. Asıl şapkası ise romancılığı. Sezgintüredi, Vedat ile Tefo’nun maceralarını kaleme aldığı beşlemesinin ardından Süperben adlı fantastik romanını yazdı, farklı okur kitlelerine ulaştı. Geçtiğimiz yıl ise yepyeni bir projenin duyurusunu yaptı. Suç araştırmaları uzmanı ve emekli emniyet müdürü Mesut Demirbilek’le giriştikleri yeni serinin adı “Kavgaz”. İlk roman Kavgaz: Çantacı’yı, Kavgaz: Pilot takip etti, üçüncü kitap da yolda. Gerçek olaylara dayanan polisiye serisi, Mutlu Kavgaz’ı başrole alarak özgün bir dönem polisiyesi olma iddiası taşıyor. Okurlar soluk soluğa gizem ve muammanın peşinde sayfalar arasında gezinirken, Türkiye panoraması eşliğinde iyi polisiyenin tadını çıkarıyorlar.
Çantacı’nın ardından Pilot’un ortaya çıkış hikâyesini anlatır mısınız?
Daha önce başka yerlerde de belirttiğimiz gibi, Mesut Demirbilek’le en baştan dokuz kitaplık bir dizi planladık veya hayal ettik. Mutlu Kavgaz’ın kabaca seksenlerin sonları, doksanlar ve iki binlerde yaşadıklarını, ülkemizin yaşadıkları eşliğinde anlatmak istedik. Nasıl, neyle başlayacağımızı, ardından hangi iki macerayla devam edeceğimizi baştan kararlaştırmıştık. Dolayısıyla ikinci kitabın çıkışı aslında birinci ve üçüncüyle birlikte alınmak durumunda.
“Kavgaz” çok sevildi, çok benimsendi. Sizce kahramanınız hangi yönleriyle okurda ilgi uyandırdı?
Kurt Vonnegut meşhur mezuniyet konuşmalarında gençlere her şeyden önce temiz olmayı öğütler. Mutlu’nun en sevilen yanı da bu bence: Akla gelebilecek her açıdan tertemiz olması. Çok genç hatta içine girdiği hayat karşısında neredeyse çocuk olması var bir de. Herkesin yetiştirmek ya da kendi çocuğunun arkadaşı olmasını isteyebileceği bir genç, bir çocuk. Üstüne üstlük, cinayet bürosu bir yana, sıradan hâliyle gerçek hayatın bunca temizliğe, iyiliğe, dürüstlüğe ne yapacağını da hepimiz aşağı yukarı tahmin edebildiğimizden galiba alttan alta hem üzülüyor hem de bu saf çocuğu korumak istiyoruz. En azından yazarı olarak ben böyle hissediyorum.
Peki Pilot'ta bizi nasıl bir ortam, nasıl bir hikâye bekliyor? Henüz kitapla tanışmamış okurlar için ipuçları verir misiniz?
Pilot, 1989 yılında geçiyor. 1989, pek sık vurgulanmasa bile aslında modern çağın dönüm noktalarından biri. Sovyetler Birliği kontrolündeki doğu bloku ülkelerindeki çalkantıların yıl sonunda kırk beş yıllık Soğuk Savaş’ın bitişine varması tek başına 1989’u ilginç ve önemli kılmaya yetiyor. Bu dünya çapında değişimin ülkemizi etkilememesi imkânsız elbette. Pilot özelinde bakarsak en büyük etki, esasen seksenli yılların sonlarında eğlence sektöründe görülmeye başlanan büyük değişimde görülüyor. Daha öncesine hâkim pavyon ve gazino kültürü, yerini özellikle büyük kentlerde gece kulübü, bar ve disko tarzı mekânlarla paylaşmaya başlıyor. Bu mekânlardan bazıları gece hayatının en radikal eğlencelerine ev sahipliği yaparak dünyadaki meşhur benzerleriyle boy ölçüşür hâle geliyor. Mutlu gibi bir “hayat acemisi”nin Pilot’un esasen geçtiği 1989 yılında iki binden fazla gece kulübü, bar, pavyon, disko ve bitirimhaneye ev sahipliği yapan Beyoğlu’nda başına nelerin geleceğini, nasıl ilginç, değişik, şaşırtıcı karakterlerle karşılaşıp samanlıkta iğne aramaya benzeyen bir vakada neler yapacağını kitapta göreceğiz.
Hem Çantacı hem Pilot'u okurken aslında Türkiye'nin özel ve zorlu dönemlerine dair de çok şey hatırlıyor, öğreniyor okur. Bu yönüyle dönem polisiyesi yazma deneyiminizi merak ediyorum, nasıl bir çalışma yürüttünüz, ne gibi okumalar araştırmalar yaptınız?
Dönem polisiyesi yazma açısından önemli avantajlarımız var. Birincisi, söylediğimiz gibi, Mesut Demirbilek’in hayatını temel aldık. Elbette Mutlu Kavgaz, Mesut Demirbilek değil ama nihayetinde vakalar, en azından şimdiye dek yazdıklarımız, onun çözdüğü cinayet vakaları. Dolayısıyla hem belgeleri, gazete ve dergi kupürleri mevcut hem de hâliyle Mesut’un hafızası söz konusu. İlaveten, o yılları ben de yaşadım; Kavgaz’ın İstanbul Cinayet Bürosunda göreve başladığı 1987’de üniversite ikinci sınıfa geçmiştim. Dolayısıyla o yıllara, o yılların havasına, kokularına, insanlarına, olaylarına dair hatırladığım bir sürü şey var. Dahası, ikimiz aşağı yukarı aynı yerlerde ama apayrı dünyalarda yaşadık o yılları ve dolayısıyla iki ayrı bakış açısını harmanlamak gibi bir şansımız da var. Bunların hepsinin üzerine genel anlamda araştırmalar, arşiv taramaları yaptığımızı da ekleyebilirim.
Şu ana kadar her iki romanda da zorlu konuları ele aldınız, kendinizi frenlediğiniz noktalar oldu mu? Anlattıklarınız kadar anlatmadıklarınız da olduğunu tahmin ediyorum.
Olmaz olur mu, elbette var. Dediğiniz gibi, konular zorlu, evet ama anlatılan zaman, anlatılan ortam pek çok açıdan çok daha zorlu, çok daha hassasiyet ve sorumluluk gerektiriyor. İlaveten, anlattıklarımız Mesut Demirbilek’in hayatını temel aldığından, en azından benim açımdan sorumluluk katlanıyor. Bu noktada en baştan karar verdiğimiz şey, bir belgesel ya da bir anı kitabı değil, polisiye roman yazma kararımız bize yol gösterdi ve gösteriyor. Kısacası, amacımız ülkenin bir dönemini, o dönemde polisliği, o dönemin zihniyetini ve diğer şeyleri anlatmak değil, tüm bunların yaşandığı bir sahnede geçen polisiye romanlar yazmak. Bu da apayrı sorumluluklar ve hassasiyetler getiriyor elbette ama onlar yazarların zaten omuzladıkları şeyler.
Mesut Bey, sizi daha yakından tanıyalım isterim, edebiyat okurları için hala gizemli bir yazarsınız. Mesut Demirbilek kimdir?
1987 Polis Akademisi mezunuyum. Mezun olduktan sonra İstanbul Cinayet Bürosu’nda komiser yardımcısı olarak dedektifliğe başladım. “Manuel polisliğin” en hızlı olduğu 80’lerin sonları ve 90’larda acemi bir dedektif olarak meslek hayatıma adım atıp, dokuz yıl kadar cinayet büroda tam anlamıyla dolu dolu geçen cinayet soruşturmaları kariyerim oldu. Bu dönemde yaşadığım acemilikler, hatalar, başarılar ve başarısızlıklar yani kısacası tecrübeler mesleğimde emin adımlarla ilerlememi sağladı. Sonrasında Avustralya/Sidney ve ABD/New York’ta toplam üç yıl dil eğitimi ve yüksek lisans çalışmalarım (Suç Araştırmaları ve Teknolojileri) bana gelişmekte olan yeni bir dünyanın kapısını açtı: “Yüksek Teknoloji Suçları”. 2002’de Emniyet Müdürü rütbesiyle ülkeme geri döndüğümde ise iki önemli görev beni bekliyordu; şimdiki adı Siber Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı olan Yüksek Teknoloji Suçlarıyla Mücadele Biriminin kurucusu olmak ve yıllarca tecrübelerini yaşadığım Olay Yeri İnceleme birimlerinin uluslararası standartlarda geliştirilmesi sağlamak. Üstlendiğim her iki görevime bilgilerimi ve tecrübemi aktardıktan sonra 2005 yılında emekli olup özel sektörde (uluslararası şirketler ve kurumlar) kariyerime devam ettim. Hâlen güvenlik veri analitiği ve teknolojileri alanında hem kamu hem de özel sektöre hizmet sağladığım ve kurucusu olduğum şirketlerimi yönetiyorum.
Romancılık deneyiminiz şu ana kadar nasıl hissettiriyor, yazar kimliğiniz diğer kimliklerinizin yanında nasıl bir yere oturdu?
İlk 2014 ve 2016 yıllarında TV program yapımcısı ve yazar Onur Akhan ile birlikte polisiye söyleşi türünün ilk kitapları olan Cinayet Sohbetleri ile Hepimiz Katiliz kaleme aldık ve yayımladık. Yukarıda bahsettiğim dokuz yıl cinayet bürosu tecrübesi ve manuel polislik döneminin çerçevesinde sohbetlerimize hem kurbanları hem de katilleri dahil ettik. Benim yaşadıklarımı bir sohbet ortamındaymışçasına paylaşmak harika bir deneyimdi.
2021 ve 2022 arası ise Polisiye Yazarlar Birliği Başkanı sevgili dostum Algan Sezgintüredi ile birlikte yaşadığım bu dönemi romanlaştırıp polisiye okuyucularıyla paylaşmaya karar verdik. 1987 yılında İstanbul Cinayet Bürosu’nda çaylak bir dedektif olarak meslek hayatına başlayan “Komiser Yardımcısı Mutlu Kavgaz” ve onun hikâyesinin o dönemin penceresinden anlatıldığı ilk kitabımız Kavgaz: Çantacı böyle ortaya çıktı. Şimdi ise Kavgaz: Pilot ile bu heyecanlı hikâye devam ediyoruz. Bunu sadece bir polisiye roman olarak değerlendirmek de eksik olur çünkü aynı zamanda o günün şartlarını, o günün işleyişini ve o dönemi okurlara yaşatan bir prosedürel – polisiye roman serisi.
Roman yolculuğunda olmak hem çok ama çok heyecanlı hem de çok stresli; çünkü bugünü yaşayanlara otuz beş sene önceki pencereden baktırabilmek hiç de kolay değil. Bu noktada değerli yazar dostum Algan’ı gönülden tebrik etmek gerekir. Sanatını ve tecrübesini paylaştığım hikâyeleri, işleyişe ve tekniklere öyle ustaca yerleştirdi ki okurlar sayfa sayfa kendini o günlerin içerisinde buluyor.
Kendimi “yazar” olarak tanımlamaktan çok, yaşadıklarım, tecrübelerim ve bilgilerimle polisiye dünyasının destekçisi olarak görüyorum. Bugüne kadar birçok profesyonel ve amatör değerli yazarımıza, film yönetmenlerine, yapımcılara ve oyunculara gönüllü olarak destek olmaya çalıştım ve olmaya da devam edeceğim. Bu desteklerimi bir roman projesiyle taçlandırmak beni çok mutlu ediyor ve heyecanlandırıyor. Romanları yazarken Algan ile birlikte oluşturduğumuz süreç tam olarak edebiyat ve gerçek hayattaki tekniklerin harmanlanıp vücut bulmuş hâli gibi. Bu nedenle okuyanlar hem gerçekliğin hem de kurgunun tam ortasında kendilerini buluyorlar.
Kavgaz hangi yönleriyle size benziyor ve sizden ayrılıyor?
Tahmin edileceği gibi, kitaplarımızda yer alan olaylar ve kişilerle ilgili birçok yerde hem benim hem de yaşadığım olaylardan esinlenildi ama tabii ki bire bir aynısı değil, aksi takdirde zaten biyografi olurdu. Olaylar, o dönemin şartları, tarihler, kullanılan teknikler, prosedürler büyük oranda gerçek ancak isimler, karakterler, duygular ve bazen de lokasyonlar kurgu ile zenginleştirildi. Mutlu Kavgaz’ın benim hayatımla ve karakterimle benzeştiği ve ayrıldığı yönlerini ise zaman içerisinde okurlarımız kitap serimizde fark ediyor olacaklar.