H.E. Hocam merhaba, adım Haydar Ergülen, Artful Living adlı bir sitemiz var edebiyat, sanat ve kültür yaşam üzerine içerikler yayınladığımız. Bu sitede söyleşilere başlıyoruz, ilk söyleşiyi de sizinle gerçekleştiriyoruz. En son kitabınız ‘Osmanlı Kültürünün Avrupadaki Yansımaları’nı inceleme fırsatı buldum, çok güzel olmuş, ellerinize sağlık.
N.A. O son kitap değil, ondan sonra da var.
H.E Öyle mi, ben de size soracaktım zaten, yüz yirmiden fazla kitabınız var.
N.A. Öyle mi? Yeni bir proje için başvuruda bulunuyordum bir devlet kurumuna, kendimi anlatırken ‘yayın listem ektedir’ dedim. Sonra yayın listeme ne zamandır elimi sürmediğimi ve bir ekleme yapmadığımı düşündüm. Hiç olmazsa kitaptakileri koyayım dedim, yirmi altı tane olmuş.
H.E. Benzer bir olayı Dağlarca’dan biliyorum.
N.A. Şimdi makalelerimi toplayayım dedim mümkün değil. Çok fena dağıttım kendimi. Üniversitede bir disiplin altındaydık. Yayın listesi isterlerdi, orada bir görev gibi yazardık. Her yılki yazılar toplanır ve o liste uzar. Ama artık şimdi kimseye makale listemi vermek zorunda değilim.
H.E. O zamanlar bilgisayar da yoktu, daktilo ile yazıyordunuz. Sonra bu makalelerin toparlanması çok zor oluyordur, ancak tarama ile tekrar yazılabilir, asistanlarınız yazabilir ya da.
N.A Yani yüz küsür tanesi yazılır ama benim yayınladığım çok var. Geçen gün bir bakayım dedim sadece üç kitaba bakabildim. Çok uzun iş, o kitapları bul, indir aşağı, bak, içime sıkıntılar bastı. Bir kısım antrede portmantonun üzerinde, büyük boy kitaplar. Pek de yüksek yere çıkmaya korkuyorum bu yaştan sonra düşersem de bir yerim kırılırsa çok kötü. Bunu birisine yaptırayım diye hesap ediyorum bir türlü de vakit bulamıyorum. Bazı işler için insanın hiç vakti olmuyor.
H.E. İnsanın artık kendisine vakti olmuyor, kendi yaptığı işlere.
N.A. İşte Sümbül Köyü’ne gitmek gibi. Halbuki hayatımızın içinde onun da olması lazım.
H.E. Ama zaten sizin hayatınızda çok var. Yaptığınız çalışmalarda, kitaplarda. En son baktığım kitaplarda bölümlerden bir tanesi çiçekle ilgili.
N.A. Bu kitap bence yaptığım en önemli kitaplardan biri. Topladığımız ve kitaba eklemediğimiz daha bu kadar bilgi var.
H.E. Arka Odalar’dan mı söz ediyorsunuz, kitaba girmeyen bölüm olarak ben mi yanlış anlıyorum?
N.A. Hayır değil, çok daha fazla bilgi topladık. Fakat bir kitabın kapasitesi var, onu aşmamak lazım. Zaten bu bile çok büyük bir kitap. Çalışırken tabii çok daha geniş çalışıyorsunuz, onu daha özetleyip koyuyorsunuz. Kitabın hacmine inmek lazım.
H.E. Siz zaten sanat tarihinin yarısı resimdir diyorsunuz.
N.A. Çok güzel mesela minyatürle ilgili, bir kitap var. Benim yazım olmadığı için rahatlıkla konuşabiliyorum, Serpil Bağcı, Gürsel Rendağ, Zeren Akalay gibi bir grup arkadaşın yazdığı Türk minyatürüyle ilgili fevkalade bir kitap var. Hakikaten çok güzel yazılmış, şimdi ona bakıyorum, daha çok bilgi koyabilmek ve kitabın hacmini çok şişirmemek için tasarımcı minyatürleri küçük koymuş. Ben okurken o minyatürleri bilip çok şey görüyorum ama okuyucu o detayları göremez. O kitabı her elime alışımda içerisindeki resimler çok daha büyük olmalıydı diyorum. İki cilt, üç cilt olabilirdi bu kadar değerli ve işi bilen insanların bir araya gelmesi çok zor, yazık oluyor. Cümlemizin yarısı resimdir, çok önemli olduğu için resimler çok güzel çekilmelidir bu da çok önemli.
H.E. Sizin kitabınız ‘Osmanlı Kültürünün Avrupadaki Yansımaları’nın baskısı ve kalitesi çok güzel, değişik bir kâğıt.
N.A. Mas matbaasından rica ettim, değişik kağıtlardan maketini istedim. 3 cilt geldi ve bunları tartıp baktım. Eski kâğıtlar olsa çok daha ağır olurdu. Fotoğraflardan beğenmediklerimizi geri yolladık daha iyisini istedik. Bu çok önemli, eskiden gençliğimde fotoğraf makinelerim vardı. İki tane Nikon’um vardı. Bir gün merak ettim tarttım on iki kilo makineyi boynumda taşıyormuşum, şimdi çok zor taşıyorum. Bu resimleri yayınlarımızda kullanırdık ve iyi fotoğrafçı olmakla övünürdük, sanat tarihçisi dediğin aynı zamanda fotoğrafçı olmalı. Ama şimdi hiçbir çalışmamın fotoğrafını kendim çekmiyorum. Çünkü artık çektiğim fotoğraf kalitesini beğenmiyorum. Muhakkak profesyonel fotoğrafçının çekmesini istiyorum. O kadar çok şey farkediyor ki, yapacağım yayının kalitesi yükseliyor bence. Bu da çok zor ve pahalı bir iş. Şimdi bir projem var; Avrupa’da Türk Odaları.
H.E. Bu kitaba ekleyecek miydiniz onu? Yoksa bağımsız bir çalışma mı?
N.A. 18-19 yy, bu dönemin içerisine girmiyor ve konsept farklı. Hatırlayabilmek için resimler çektim bu projede ama hiçbirini yayında kullanmayacağım. Bir profesyonel fotoğrafçı ile çalışacağım, ona söyledim, ‘Bak param yok, sponsorum yok, ne yapıp edip bu seyahati yapacağım, var mısın?’ ‘Hayhay dedi’. O kadar bağlantılarım var ki, masraflarımı karşılayacaklar. Hiç ucuz bir seyahat olmayacak, on, on iki ülke gezeceğim.
H.E. Avrupa’daki Türk Odaları’ndan kastınız nedir?
N.A. Avrupa’da belli bir dönemde Türk Odası yapma modası çıkmış ve çok enteresan hiçbirbirini tutmayan odalar bunlar. Herkesin kafasında hayal ettiği bir Türk Odası var. Çok sevdim bu çeşitliliği, baharda bu projeyi gerçekleştirmek istiyorum.
H.E. Röportajlarda karşılaştım, bilgisayara çok erken başlamışsınız, çok hoş. 80’lerde başlamışsınız bilgisayar kullanmaya, biz darbeyi atlatıyorduk daha o zaman, okulu yeni bitirmiştik. Ben daktiloyu 2000’e doğru bıraktım.
N.A İznik kitabını yaparken hiç durmadan Londra’ya gidip geliyordum. Dekandım o zaman ve rektörden fırça yemek üzereydim (Cemil Demiroğlu). ‘’Nurhan sen ne biçim dekansın, bir burdasın bir Londra’dasın’’ dedi bana, ben de ‘‘Ben sizden öğrendim’’ dedim. Arnavut’tu kendisi, çok sinirlendi, kıpkırmızı oldu, sinirlenince kıpkırmızı olurdu. ‘’O ne demek’’ dedi. ‘‘Siz sabah giyinip kuşanıp hastaneye gidiyorsunuz, öğlene kadar çalışıp buraya geliyorsunuz. Yani siz part time rektörsünüz, ben de part time sanat tarihçisiyim. Ama sizin yaptığınız doğru eğer hastaneye gidip mesleğinizi icra etmeseniz rektörlük bittikten sonra doktorluğunuz da tükenir, benim için de aynı şey, sizin izinizden gidiyorum.’‘ Konuşma burada bitti. Gece gündüz deli gibi çalışıyorduk Londra’da Julian ile, o Oxford’da hocaydı, bir arkadaş daha vardı. O sırada Julian Zenit bilgisayar kullanıyordu, benim ağzımın suları akıyordu. Julian bir gün onu satıp yerine yenisini alacağını söyledi, ben satın aldım.
H.E. Yeni kitabınız ne hakkında?
N.A. Kara Memi diye bir sanatçı var. Kanuni Sultan Süleyman’ın muhibi maslağı ile yazdığı bir divan var, Muhibi Divanı denen. Bir nüshasının süslemeleri çok çok güzel, bunu süslemelerini Kara Memi yapmış. Süslemede çok sayıda naturalistik çiçek motifleri var. Hamburg’da, Süleymaniye’de nüshaları var ama İstanbul Üniversitesi’ndeki nüsha en güzeli. Onunla ilgili bir kitap hazırladık, bitti şimdi tasarımları yapılıyor. Çok zor bir kitap, onu hazırladığım sürede üç kitap yazabilirdim.
H.E. Yüz elli parça kadar Osmanlı padişahlarının kaftanlarını çizmişsiniz.
N.A. Gençliğimde çok dikiş dikerdim. Gül’ün gelinliğini, nişan elbisesini ben diktim. Eskiden konfeksiyonlar yoktu bebekliğinde biyeli pijamalar, elbiseler dikerdim. Bütün yaratıcılığımı ona verdim, ama o kadar alıştırmışım ki düğme bile dikmez. Ben ölünce ne yapacaksın diyorum, ‘ölme’ diyor. Daha yapacak çok işim var.
H.E. Bir günde okunacak kitaplar yapmaktan bahsetmiştiniz daha önce, böyle bir projeniz var mı?
N.A. O isteğim hâlâ var. Bilgisayarımda duruyorlar, birkaç tanesini yaptım. Yalnız o kitaplar, o kadar ucuz satılamayacak kitaplar. Uygurlardan başlıyor, kaynak resimlerin hepsi yurt dışında, o kadar pahalı ki telif ücretleri. O kitap çok ucuz ve az okunup çok öğrenmeye yönelik olmalı, baskısı da güzel olmalı. On iki on üç kitap yapmayı planlıyordum, ancak çok çok zengin bir sponsorun desteğiyle olabilir.
H.E. Size sponsor olabilecek birçok kuruluş vardır, bugüne kadar çıkan kitaplarınızdan bazılarına sponsor oldular sanıyorum.
N.A. Nankörlük etmeyeyim çok sponsor buluyorum ama zannedildiği kadar kolay değil. Rica etmek kolay değil, bazı dostlarım var çok zengin, bu işlere destek veren ama bir kere iki kere destek isteyebilirsiniz.
H.E Üniversteler ve kültür bakanlıkları destek olmuyor mu?
N.A. Şimdiye kadarki kültür bakanlarının hepsi yardımcı olmaya çalıştı, fakat gene okadar kolay olmuyor. Şimdi bir projede Kültür Bakanlığı için bir kitap hazırlıyorum.
H.E. Ne kitabı, sormamda bir sakınca yoksa?
N.A. Matrakçı’nın bir eseri. Bu yıl UNESCO Matrakçı yılıymış. Başka kurumlardan da istekler geldi. Çok istek geliyor ama bir tane canım var benim de.
H.E. Bir de çok ağır ve araştırmaya dayalı kitaplar yapıyorsunuz. Oturduğunuz yerden yaptığınız kitaplar değil. Bu kitap için de 14 ülke gezmişsiniz, 6 yıl sürmüş.
N.A. Eksik olmasın Lale (Lale Uluç) çok yardım etti. Ben bu kitap yüzünden 3,4 yıl yemek masamı kullanmadım. Masanın üzerine bütün ilgili kitapları yerleştirdiğim için. Misafir davet etmek değil, misafirlere ‘mutfakta yerseniz buyrun diyordum’. Bir müddet sonra da kanepenin üzerine dağıldılar.
H.E. O zaman bu kitabın bir eksiği var hocam; Osmanlı kültürünün Avrupa’ya yemek bakımından etkileri.
H.E. Bu kitapta sekiz bölüm var; dokuma, çini ve seramik, çiçek ve bitki, halı silah ve tasvir. Son yedinci bölümde hilale değiniyorsunuz sembol olarak, sekizinci bölümde de kesişmeler var ahşap ve cirite değiniyorsunuz. Neredeyse yansıması olmayan hiçbir şey kalmamış gibi Osmanlı’nın. Bu kitaptaki tek tek bölümler ayrı ayrı kitap olabilecek nitelikte. Kitaba bakınca farkettim de görüp de adlandıramadığımız ne çok etki varmış. Savaşçı kıyafetleri, kumaş, çiçek, bitki ve dokuma buna örnek verilebilir.
N.A. Ben de yazarken aynı hisleri hissettim. Halı zenginlik simgesi olarak kullanılıyordu Avrupa’da en büyük etkilerden biridir. Ve yere değil masaya konur.
H.E. Eskiden büyük duvar halıları vardı bizde de. Silah da çok etkilenilen bir öğe buarda.
N.A. Silah en fazla etkilenilen eşyalardan biri. Sanki silahını taklit edince o milletin kuvvetini de taklit ediyormuşsun gibi bir psikolojik etmen de bunda etkili. Örneğin Saksonya inanılmaz hayran ve taklitçi. Padişah gibi giyinmeleri, mehteran taklidi orkestrası ve törenler.
H.E 17. yy’a kadar devam ettiğini görüyoruz kitabın kapsama alanının.
N.A. Çünkü artık askeri gücümüzün zayıfladığı döneme geliyoruz. Gerileme başlayınca, kuvvetten düşen bir düşman olarak görülüyor Osmanlı. O arada etki gene var, yok değil.
H.E. Tasvir meslesi de çok ilginç, Belli’nin yaptığı Fatih’in portresiyle mi başlıyor Avrupa’nın tasvirde bizi tanıması?
N.A. Gene ticari ilişkiler var tabii bu konunun altında. Fatih Batı’yı çok merak ediyor. Kendisini bir Roma imparatoru olarak görüyor. Önemli bir kütüphanesi var ve bunun içerisinde Avrupa’yı tanıtan birçok eser var. Denizcilik ve haritacılık da çok önemli tabii.
H.E. Bizim Avrupa’yı etkilediğimiz dönem bir tür Osmanlı rönesansı sayılabilir mi, çok mu abartılı olur?
N.A. Tabii tabii. Avrupa’dan biz de çok şey almışız ama bizim Avrupa’ya verdiklerimiz üzerinde az duruluyordu. Avrupa’da Osmanlı yapıları üzerine güzel çalışmalar var. Biz bu kitapta bir zamanlar Osmanlı toprağı içerisinde olan yerleri ele almadık. Asıl etki faktörünü gözlemleyebileceğimiz Avrupa’yı ele aldık. Balkanlardaki etkiyi ele alsaydık zaten yazacak çok şey var, Osmanlı toprağı oldukları için birebir etki altındalar. Hikâyelerimiz çok.
H.E Hocam çok teşekkür ederiz, sizi çok yorduk, ellerinize sağlık. Yazmış olduklarınız ve yazacaklarınız için şimdiden çok teşekkür ederiz.
N.A. Eksik olmayın ben teşekkür ederim.