19 ŞUBAT, ÇARŞAMBA, 2020

Rachel Cusk’ın Yok Edilmiş Bakış Açısı

Rachel Cusk, Faye karakterinin dikkat kesilip dinlediği hikâyeleri takip eden roman üçlemesini Övgü ile tamamlıyor. Cusk’ın üçlemesi üzerine bir yazı. 

Rachel Cusk’ın Yok Edilmiş Bakış Açısı

Rachel Cusk, üçlemeye Çerçeve ile başlamış, Geçiş ile devam etmişti. Ve nihayet üçlemenin son kitabı Övgü, Yapı Kredi Yayınları tarafından yine Lâle Akalın çevirisi ile zaman kaybetmeden geçtiğimiz sene yayımlandı.

Üçlemenin ilk kitabı Çerçeve, anlatıcı karakter Faye’in, kısa bir süre için vereceği yaratıcı yazarlık atölyesi nedeniyle gittiği Atina’da geçer. Anlatı, Londra’da başlayan uçak yolculuğu ile açılır ve Atina’daki tanışıklar ve arkadaşlıklar esnasında dinlediği hayat hikâyeleri ile devam eder. İkinci kitap Geçiş’te, Faye’yi farklı bir zaman diliminde, taşındığı yeni evinde tadilat işleri ile uğraşırken ve bu nedenle komşuları ile arası bozulurken görürüz. Faye, kendine yeni bir düzen kurmak ile uğraşmaktadır. Tadilat sürerken, bir yazar olarak işi gereği edebiyat etkinliklerine katılmaya devam eder. Övgü’de ise, Faye bu kez bir edebiyat festivali nedeniyle yurt dışındadır, yani İngiltere’nin parçası olmaktan vazgeçtiği, çok daha iyi güneş alan bir Avrupa kentinde. Roman boyunca, anlatıcının adını açıklamadığı bu kentte, Faye yayıncılar ve başka yazarlarla sık sık karşılaşır, onları dinler.

Kitapları böyle art arda sıralayınca Faye hakkında muazzam bilgiler ediniyoruz izlenimi doğuyor. Hâlbuki, üçleme Faye’in hayatında olmayan, bizzat deneyimlemediği her şey. Serinin her bir kitabında anlatıcı, kendisiyle ilgili bilgileri paylaşmak yerine karşılaştığı insanların ona anlattığı hikâyeleri aktarıyor. Başkalarının aşklarını, iş hayatlarını, hayal kırıklıklarını... Üçlemeyi aynı türde yazılmış diğer romanlardan ayıran yenilikçi ve yıkıcı özellik bu. Yekpare bir anlatıcının bulunmaması, birden fazla kişinin anlatıya müdahil olması. Faye, üçleme boyunca Claire Harman’ın ifade ettiği gibi “beyaz bir perde gibidir”[i] ve sadece ona aktarılan görüntüleri yansıtmaktadır. Bu anlatı yöntemi, her şeyi görüp bilen Tanrı yazar anlatısından günümüze gelinebilecek en uç nokta belki de. Dinlediği insanlar yazara içlerini dökmektedir, o da bu anlatılanlar arasında hiçbir bağlantı kurma, kurgulama, belli bir izlek takip etme derdine düşmeden ne konuşuluyorsa, ona anlatılanlar neyse onları aktarmaktadır.

​​Rachel Cusk, bu anlatım yöntemine “yok edilmiş bakış açısı (annihilated perspective)”[ii] adını verecektir. Zira, roman kaba bir benzetmeyle tam da şu an sosyal medya aracılığı ile karşı karşıya kaldığımız, belli bir ilkeyi, felsefeyi ya da inancı barındıramayacak kadar dağınık, kopuk ve akışkandır, bir yere varmamaktadır. Hiç kimse hiçbir şeyin bir yere varmasını da beklememektedir sanki. Önemli olan bu akışta zaman öldürmek, eğlenmek, kafa dağıtmak veya sesini duyurmak, sosyalleşmektir. Ancak bu demek değil ki yazar da aynı kaygısız kaygılarla yazıyor. Övgü, üçlemede süregelen bu anlatım tekniğinin bizzat derdin ta kendisi olduğunu açığa vuruyor. Bu kanıya varmama neden olan ilgili sahnede Faye, bir edebiyat festivali nedeniyle evinden uzaktadır ve telefonda küçük oğluyla konuşur. Gün, akşam üstü saatlerine yaklaşmaktadır. Oğlu başına gelen bir kazayı anlatmaya koyulur telefonda telaşla. Önce, olayın sonucunu anlatır. Faye, oğlunun başına gelen kazanın nasıl meydana geldiğini sorunca, oğlu olayın nasıl başladığını anlatmaya başlar. Konuşmasının bir yerinde oğlu “Bana bir şeyler soruyorlar […] ama bunları birleştirmiyorlar. Bunları, onlara daha önce zaten söylediğim şeylerle ilişkilendirmiyorlar. Böyle ayrı ayrı anlamsız olgular var sadece.”[iii] Oğlu, bunları söylerken kendini anlatamamamın acısıyla bir yandan ağlar. Bu satırları okuyunca, kitabı bir süre elimden bırakıp üçlemede birbiri ardına anlatılan hikâyeler arasında ne tür benzerlikler olduğunu düşünmeye başladığımı hatırlıyorum. Faye’e anlatılmış olmalarının dışında, neydi bu hikâyelerin ortak yanı?

Övgü, bir açüklama (mansplaining) vakası ile açılır, Faye edebiyat festivaline gitmek üzeredir. Uçakta yanında oturan adam evliliğini, ailesini, işini ve köpeğini anlatır da anlatır. Bacaklarını uçaktaki koridor boşluğuna uzatır ve her seferinde hostesin onu uyarması, ondan izin istemesi gerekir. Faye’in uçak yolculuğu bu adamı dinlemekle geçer. Yolculuk bitip oteline gittiğinde, Faye otelin yusyuvarlak bir mimariye sahip olduğunu görür. İnsanın yön duygusunu yok edecek türde bir yuvarlaklıktır bu. Burada yayıncısı ile sohbet ederken, yayıncısının oteli nasıl bulduğu sorusuna karşı, Faye bir yere gitmek isterken kendini başladığı noktada bulduğunu söyler. “Daha önce […] yolunu bulmanın, ilerlemeye duyulan inanca ve geride bıraktıklarınızın yerinin değişmeyeceği varsayımına ne ölçüde dayandığını fark etmemiştim. Binanın oluşturduğu çember boyunca yürümüş, başta tam da yanında bulunduğum şeyleri aramıştım, bu hatamın kaynağı da binanın doğal ışık kaynakları köşeli bölmelerle saklandığı için bu bölmelerin etrafındaki yolların hemen hemen kapkaranlık olduğu gerçeğiydi.”[iv] Faye, günümüzün mottosu ‘anı yakala’nın aslında kaybolmak, yerinde saymak ve dünyaya ‘yok edilmiş bir bakış açısı’ ile bakmak olduğunu ifşa eder adeta. Faye, otelle ilgili görüşünü belirttiği bu nadir rastlanan konuşmasının sonunda “benim tahminimce bina, insanların sorunları ya da en azından vakitlerini harcayacakları daha iyi bir işleri olmadığı varsayımına dayanıyor,” der.

Romanında ilerleyen sayfalarında içinde, daire şeklinin ve kaybolmanın bulunduğu bir başka hikâyeye daha rastlanıyor. Anlatılan bir hasat zamanı ritüelidir. Hasat tam anlamıyla tamamlanmadan, çiftçiler sürmek üzere son bir tarla bırakırmış. Erkekler bu tarlayı, bir ileri bir geri giderek biçmek yerine gittikçe daralan dairesel bir düzende sürerlermiş. “Böylelikle, normalde korkup kaçma fırsatı bulan yaban hayvanları, adamlar tarlayı dairesel hareketlerle biçerken gitgide küçülen ortadaki bu daire içinde hapsolurmuş, […] ve sonunda çok sayıda yaratık orada sessizce büzülür kalırmış.”[v] Rachel Cusk’ın, otelin mimarının benimsediği bir şekilde romanını inşa etmediği, yola, rastgele bir araya getirdiği hikâyelerle okurlarını oyalamak için çıkmadığı kesin. Öyle olsa, toplumsal krizler yaşanan iş ve ilişkilerle ilgili yürek burkan hikâyeler seçmezdi. Tercihini okurun hoşça vakit geçireceği hikayelerden yana kullanırdı. Bu nedenle, Rachel Cusk’ın üçlemeyi hasat hikayesindeki gibi bir daire biçiminde tasarladığını düşünüyorum. Üçlemeyi oluşturan hikayeler bir daire  çizme amacıyla bir arada ve yazarın dikkat çekmek istediği konuların etrafında dolanıyor. Bunu yaparken nelerin son nefesini vermesini istiyor? Ona çıkışsız hissettiren ne? Üçlemenin son romanı Övgü’nün, başladığı gibi yine bir açüklama sahnesi ile bitmesine, yani dairenin başladığı noktaya geri dönmesine bakılırsa, Rachel Cusk’ın bu sorulara cevap verirken kulak tırmalamaktan çekinmediğini, daha yüksek bir tonda yanıtlamayı seçtiğini söyleyebilirim.

​​Övgü, yıkıcı bir roman evet, eril, statükocu ve gelenekçi bakış açılarını yıkıp yenilerini inşa etme umudu ve diyaloğunu taşıyan bir yıkıcılık barındırıyor. Bu minvalde, Rachel Cusk’ın ‘yok edilmiş bakış açısı’ tekniği aslında ters bir yöne işaret ediyor. Yeni bakış açılarına.

[i]   https://www.standard.co.uk/lifestyle/books/a-woman-s-perspective-9712142.html
[ii]  https://www.theguardian.com/books/2014/aug/24/rachel-cusk-interview-aftermath-outline
[iii] Rachel Cusk, Övgü, çev. Lâle Akalın (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2019) s. 140
[iv]  a.g.e. s. 27
[v]   a.g.e.s. 95

0
9160
0
800 Karakter ile sınırlıdır.
Yorum Ekle
Geldanlage