Ey güzellik, yeterli değil misin?
Bir insanın yeryüzünde beşeri bedeninin gereklerinden ve yeteneklerinden biri olan konuşma yetisini ilk gerçekleştirdiği sözcük, annesinin dediğine göre, “pretty (güzel, hoş)” olursa, bu insandan daha sonra ne yapması beklenir, beklenebilir? Güzelliği görüp altını çizmekten, güzellik adına gece gündüz çalışmaktan başka? Gördüğü, baktığı, anlattığı, ağırladığı ne olursa olsun, şair gece ve gündüz çalışandır, öyle ki şairin dükkânı yirmi dört saat açıktır. Her şairin içinde var olan karşı olma duygusu –çirkinlik, haksızlık, değersizlik vb. eksiklikler karşıtlığı, Sara Teasdale şiiriyle, tam bir güzellik yandaşlığı, yirmi dört saat tutulan bir nöbet olarak karşımıza çıkıyor dünya edebiyat tarihinde.
Amerikan şair Sara Teasdale, 1884 yılında St.Louis, Missouri’de, varlıklı ama tutucu bir ailenin içine doğdu. İlk sözcüğünün “güzel, hoş” olmasının yanı sıra, hastalıklı bünyesi yüzünden ilk eğitimini evde alırken, yetişkinler arasında ama yalnız başına geçirdiği çocukluk döneminde, kendini kurduğu hayaller ve uydurduğu öyküler ile avuttu. Daha sonra, okul dönemlerinde şiirle tanıştı. İçine doğduğu tutucu topluluk, Kraliçe Viktorya dönemi geleneklerinden etkilenmişti ve okur olarak beğendiği, şair olarak beslendiği şiirler bu dönemin moral değerlerine ters düşmeyen eserlerdi. Şair kimliğiyle döneminin şiirde yenilik hareketlerine eklemlenmediği gibi, aynı kentte yaşadığı çağdaşı Edgar Allan Poe ile de hiç karşılaşmadı. Sara’nın şiiri ve tabii ki hayatı, mırıltıyla akan zarif bir şarkı oldu. Derin ve berrak bir ırmak… Öyle ki onunla çağdaş olup sesi gür çıkan pek çok popüler şair, o devrin tozlu raflarında birikirken, Sara Teasdale şiiri, incecik, şırıltılı bir dere olarak gün yüzüne çıktığı kaynaktan, günümüze aynı incelik ve rahatlatıcı şırıltıyla ama derin ve kendinden emin bir akarsu olarak ulaştı.
Şairi etkileyen, ona esin veren her şey, var olmalarından çok, onun bu var oluşu kendi içinde içselleştirip ayıklayarak, bilinçli bir şekilde seçmeyi tercih ettiği ilham kaynakları olmuşlardır. Sara Teasdale’in şiiri sürekli akan duru bir ırmak ise bu ırmağı besleyen, öncelikle ve kaçınılmaz olarak, her şairde olduğu gibi, tüm yeryüzü olsa da; onun kaynak (pınar) olarak seçtikleri; Avrupa, aktris Duse, İngiliz şair Christina Rossetti’nin şiiri, hayranı ve şair dostu Vachel Lindsay gibi belli başlıklarla anılabilir.
“Sonnets to Duse and Other Poems” adıyla 1917 yılında yayınlanan ilk derlemesi, esin kaynağı olarak dönemin Avrupalı ünlü oyuncusu Duse’a sırtını dayamış şiirlerden oluşur.
Teasdale, Avrupa’ya sık sık yapmış olduğu seyahatler esnasında, zamanında tüm Avrupa’yı ve hatta ABD’yi şöhreti ve güzelliği ile kendine hayran bırakan bu aktristi sahnede izleme fırsatı bulmuş olsa da bu fırsatı değerlendirmeyi reddetmiş, esin kaynağı Duse ile hiçbir zaman tanışmamayı yeğlemiştir. Onun Duse hayranlığı, onu besleyen tamamen sembolik bir güzelliğe yaslanır.
“Love Songs (1917)” adlı kitabıyla 1918 yılında, bugün Pulitzer Ödülü olarak bilinen Columbia University Poetry Society Ödülü’nü aldı. Bu kitap, daha önce basılmış olan Helen of Troy and Other Poems ve
Rivers to the Sea
adlı kitaplarını ve daha başka birkaç şiirini içermektedir. Bu kitapla şiir sesi ve şarkısı oturmuş, şair sesi ise geniş bir kitleye yüksek sesle ulaşmıştır.
Dönemindeki yeni şiir hareketlerine katılmamış ve kendi poetik çizgisini korumuş olsa da bazı şiir çevrelerinin içine girip kendine dostlar edinmekten geri durmamıştır. Bunlardan biri olan Vachel Lindsay’in ona karşı olan çok yoğun duygularına yoğun duygularla karşılık verse de aşkları hayatı boyunca platonik olarak kalacaktır. Teasdale, Lindsay’in evlenme teklifini kabul etmek yerine, onunla aynı zaman diliminde kendisine evlenme teklifi yapan işadamı Ernst Filsinger ile 1914 yılında evlenip New York’a taşınmıştır. Daha sonra tüm hayatını geçirecek olduğu New York şehri, Avrupa seyahatlerinde gördüklerini konu ettiği zamanlarda bile şiirlerinde her zaman bir arka fon olarak belirleyici role sahip olmuştur. Evliliğinde hatta belki de evlilikte aradığını bulamayan Teasdale, 1929 yılında kocası istemese de bu evliliğe son vermiştir. Vachel Lindsay ise hayatı boyunca en iyi dostu, mektup arkadaşı, platonik aşkı olarak kalmıştır. Lindsay,
“Keder ve aşk, şeref ve aşk”
Dedi Çin bülbülü.
“Keder ve aşk, şeref ve aşk”
Dedi Çin bülbülü.
dediği ve en önemli şiiri olduğuna inandığı “The Chinese Nightingale (Çin Bülbülü)” adlı uzun şiirinde, Teasdale’den esinlendiğini, onun “en hoşnutluk veren, en mutlu eden ve en esin verici arkadaş” olduğunu söylemiştir. Bu iyi arkadaş 1931 yılında öldüğünde, Teasdale bu ölümün acısını çok derinden hissetmiştir. Hastalıkları, girdiği depresyon, şair duyarlığı… 1933 yılında evinde ölü bulunduğunda, içtiği ilaçların yanlışlıkla alınmadığına inanılmıştır.
Eserleri:
Sonnets to Duse and Other Poems (1907)
Helen of Troy and Other Poems (1911; Düzeltilmiş Baskı, 1922)
Rivers to the Sea (1915)
Love Songs (1917)
Flame and Shadow (1920; Revised Düzeltilmiş Baskı, 1924)
Dark of the Moon (1926)
Ölümünden sonra yayınlananlar:
Strange Victory (1933)
The Collected Poems (1937; basılmaya devam etmekte)
Onun yazdığı şiir gelenekçiliğe, biçim ve biçem açısından ani ve keskin değişimlere kapalı bir çizgi çizdi. Ama içten bakıldığında, bu çizginin içini dolduran resimde pek çok yaratıcı, renkli, basit görünen ama keskin ve etkileyici dönüşümlere fazlasıyla tanık olunabilir. Bu dönüşümler ipek bir kâğıdın üzerine, keskin bir kılıç gibi düşen zarif bir kalemin çıkardığı ses gibi oradadır ve elle tutulur durumdadır.
Dizelerinde ağırladığı aşkın, ölümün, kentlerin, ülkelerin, nesnelerin, doğanın ve “olan”ın arkasında, önünde, dört bir tarafında hep güzeli gördü, daha doğrusu görmek istediği, güzellikti.
Diğer yandan, güzel olanı söyleyip överken, çirkine de baktığı, çirkinliği ve acıyı da bildiği ama doğrudan söylememeyi tercih ettiği açıktır.
Onun şiirinde şaşırtıcı herhangi bir teknik yenilik denemesi yoktur, toplumsal bir mesaj vermeyi dert edindiği söylenemez ama hangi şairin yazdığı, evrenselliğe ulaşsa da, içinde bulunduğu toplumu dert edinmez, o zamanı ve o mekânı doğrudan ya da dolaylı yansıtmaz ki?
İlkbahar Gecesi
Sara Teasdale
Park gece ve sisle dolu,
Çekilmiş dünyanın tülleri,
Yollar boyunca uykulu ışıklar
Loş ve işlenmiş inci gibi.
Boş sokaklar altın sarısı ve pırıltılı,
Dumanlı göl altın sarısı ve pırıltılı.
Sulara gömülmüş kılıçlar gibi aynalı ışıklar,
Parıldayıp titreşiyor.
Ah, burada olmak yeterli mi
Üzerimdeki bu güzellikle?
Boğazım övmekten ağrımalı ve ben
Göğün altında diz çökmeliyim sevinçten.
Ey güzellik, yeterli değil misin?
Aşkın arkasından ağlamam neden
Gençlikle, şakıyan bir sesle ve gözlerle
Yeryüzü mucizesine hayretle tanık olurken?
Gururumu neden çıkarıp attım üstümden,
Neden hoşnutsuzum,-
Ben, dalgın gecenin
Bulutlu saçını ışıkla bağladığı,-
Ben, tüm güzelliğin uğruna
Bir milyon kupa içinde tütsü gibi yandığı?
Ey güzellik, yeterli değil misin?
Aşkın arkasından ağlamam neden?
Türkçesi: Nurduran Duman
Ilık Yağmurlar Gelecek
Sara Teasdale
Ilık yağmurlar gelecek ve toprağın kokusu,
Ve cıvıldayan sesleriyle daire çizen kırlangıç ordusu;
Ve kurbağalar sularda şarkı söyleyen geceleri,
Ve tülden beyazlığın içindeki yaban eriği ağaçları;
Ardıç kuşları ateşten tüylerini giyinecekler,
Keyiflerince ıslık çalarak alçak bir çitin tellerinde;
Ve hiçbiri savaşı bilmeyecek, biri bile
Aldırış etmeyecek en sonunda bittiğinde.
Ne biri umursayacak, ne kuş ne de ağaç,
Ya yok olmuşsa tamamen insanlık diye;
Ve Baharın kendisi, uyandığında tan yerinde
Gittiğimizi zar zor bilecek.
Türkçesi: Nurduran Duman
Bir Genç Kıza Öğüt
Sara Teasdale
Sahip olunmaya değer hiç kimseye
Tam anlamıyla sahip olunamaz;
Şunu kalbinin üstüne koy,
Benim küçük kızgın sevgilim;
Bu gerçeği, bu sert ve değerli taşı,
Koy sıcak yanağının üstüne,
Bırak saklasın gözyaşını.
Yalnız olduğunda
Bir kristal gibi tut onu
Ve dikkatle bak buzlu taşın derinliklerine
Uzun, uzun bak ve mutlu ol:
Sahip olunmaya değer hiç kimseye
Tam anlamıyla sahip olunamaz.
Türkçesi: Nurduran Duman
Bırak Unutulsun
Sara Teasdale
Bırak unutulsun, bir çiçeğin unutulması gibi,
Unutulması gibi bir ateşin bir zamanlar altın şakıyan,
Bırak unutulsun sonsuza dek ve hep,
Bizi yaşlandıracak, nazik bir arkadaş zaman.
Eğer biri sorarsa, söyle onun unutulduğunu
Uzun ve uzun zaman önce,
Bir çiçek gibi, bir ateş, susturulmuş bir ayak sesi gibi
Çoktan unutulmuş bir karda.
Türkçesi: Nurduran Duman